Bugün, geçen hafta kaldığım yerden devam edeyim diyorum, ilk yazıma gelen yorumlardan pazarlamaya olan ilginin oldukça fazla olduğunu görüyorum. 6-8 Kasım’da online olarak yapılan EWMS dünya pazarlama zirvesine 80’ne yakın ünlü pazarlama uygulamacısı ve akademisyen katıldığını belirtmiş ve birkaç konuşmayı kendimce özetlemiştim. Bana göre birkaç önemli konuşma daha var, onları da özetledim. Bir örnek olarak ÜLKER markasını irdeledim.
2014 yılından bu yana her yıl Kasım ayının üçüncü perşembe günü tüm Yıldız Holding’de bütün yıl bize rehberlik eden temel misyonumuzu taçlandıracak şekilde “Mutlu Et, Mutlu Ol” gününü kutluyoruz. İşte bugün o gün, 2020 Kasım’ının üçüncü Perşembesi.
“Çinlilerin meşhur ‘Yalnızlar Günü’ satışları bu yılda her yıl olduğu gibi, 11 Kasım’da internet üzerinden gerçekleştirildi. 24 saat süren bu satışların toplamı bu yıl 74 milyar dolar oldu. Bu yılın en ilginç yönü ise bu satışlara Cartier, Prada, Balenciaga, Chloe, Dior gibi lüks 200 markanında ilk defa bu satışlara katılması oldu.
Acaba doğrulardan kaçmamız mümkün mü? Bugün herhangi bir medyaya, sosyal medyaya ne olursa olsun şöyle bir göz atın; hemen “işte gerçek!” iddialarıyla karşılaşacaksınız. Ben böyle iddialar gördüm mü şöyle bir duruyorum. Acaba kim, hangi konuda benim düşüncemi değiştirmek istiyor diye sorgulamaya başlıyorum.
6-8 Kasım tarihleri arasında modern pazarlamanın babası sayılan Philip Kotler’in himayelerinde EWMS (World Marketing Summit) bu kez online yapıldı. 104 ülkeden 80’ne yakın ünlü pazarlama uygulamacısı ve akademisyen 48 saat boyunca büyük maratonda görüşlerini aktardılar. Haberlerden okuduğuma göre zirveyi 2.5 milyon kişi aynı anda takip etmiş. Açıkçası çok büyük bir rakam.
Bu yılın başlarıydı sanırım yine kütüphanemde gezinirken Yılmaz Argüden Beyefendi’nin Yönetim Kurulu Sırları kitabı elime geçti. 2007 tarihinde Rota Yayınları’ndan basılmış olan kitap ilk elime geçtiğinde okumuş ve oldukça beğenmiştim. Yine sayfalarını karıştırdım, bilgiler hala oldukça günceldi. Alıp arkadaşlarıma dağıtmak istedim ama ne yazık ki sınırlı sayıda mevcuttu. Böylesine değerli bilgiler içeren bir kitabın yeniden yayınlanması gerektiğini düşünüp, girişimde bulundum.
Bir iş ancak o işte çalışanlar da mutlu olduğunda çalışmalarının karşılığını aldıklarını düşündüğünde daha verimli sonuçlar veriyor. Günümüzde kurumsal şirketler çalışan mutluluğu da en az tüketici ya da müşteri memnuniyeti kadar önem kazanmıştır. Öyle ki, artık çalışanlara iç müşteri bile deniyor.
Hadi bakalım size bir soru: Bir sunumun, bir iş görüşmesinin veya bir randevunun iyi geçtiğini nasıl anlarsınız?
Hemen “ilk görüşte etkilenme olduysa…” diye başlarsınız. Sıklıkla, “ilk izlenim” tuzağına düşeriz. Türkiye’de dahil bütün imaj danışmanları “İyi bir ilk izlenim için tek şansınız vardır,” diye tutturmuşlardır.
Zaman, insanlığa dağıtılmış en adil şey. Zamanı doğru kullanmak ise, giden zaman geri gelemeyeceğinden en önemlisi…
Ağustos ayında birkaç gazetede Amsterdam’ın “Donut Ekonomisi” modeline geçtiğini okudum. Amsterdam Belediyesi tarafından resmi olarak model kabul edilmiş. Atık maddelere uygulanacak döngüsel ekonomi pratikleri ile 2050 yılına kadar döngüsel kent olma hedefi belirlenmiş. Simit modelini kent ölçeğinde geliştirmesi için akademisyen Kate Raworth görevlendirilmiş.
The Times gazetesi Perakende Editörü Ashley Armstrong’un pladis CEO’su Salman Amin’le yaptığı röportaj:
Londra’nın kuzeybatısındaki Harlesden’deki McVities fabrikasında, B&Q’dan aceleyle satın alınan plastik duş perdeleri, tesise giren işçiler için münferit el yıkama bölmeleri sağlamak için yerleştirildi. Koronavirüs krizinin zirvesinde sert plastikten yapılmış koruma kalkanının her yerde bulunmayışı, işletmenin güvenlik önlemleri hususunda buluşlar yapması gerektiği anlamına geliyordu.
Hep şu terimleri duyduk, merak ettik, anladık, uyguladık, geliştirdik;
pick and place (tut ve yerleştir), besleme makineleri (robotlar), kutulama robotları, asorti kutu dolduran robotlar, otomasyon, input/output, plc, work station, scada, operation research (yöneylem), supply chain (tedarik zinciri), hat/sistem/tesis/fabrika otomasyonu…
Gıda ve beslenme konusunun en çok konuşulan konuların başında geldiğini daha önce yazdım, birkaç kitap önerdim. Konuşulması iyi bir şey, fakat dikkatimi asıl çeken konuşulmayanların daha büyük bir problem olduğu.
Şu sıralar dünyada en çok satan kitap, Pulitzer ödüllü yazar Isabel Wilkerson’un CASTE THE ORIGIN OF OUR DISCONTENTS (Kast Hoşnutsuzluğumuzun Kökenleri) isimli kitabı (*). Geçen ay ABD’de raflara çıkmış. İlginçtir İngiltere baskısında kitabın ismi yine CASTE ama alt başlık The Lies That Divide Us (Bizi Bölen Yalanlar) (**).
Eski yunan efsanesine (bence masal) göre bir heykeltraş olan Kıbrıs prensi Pygmalion’un , kadınlar hakkında beklentisi yüksekmiş ve kendine göre kusursuz bir kadın yapmak istemiş.
İki hafta önce Yönetim Kurulu Başkanımız Ali Ülker ve CEO’muz Mehmet Tütüncü beylerin açıklamalarından görmüşsünüzdür. Yıldız Holding, 2020 yılının ilk yarısında yurt dışı operasyonlarından edilen gelirlerle Türkiye’deki bankalara 600 milyon dolar nakit ve erken ödeme yaptı. Böylece 2018’den itibaren bankalara ödediğimiz toplam tutar 2 milyar 561 milyon dolara ulaştı, hem de yaşadığımız salgın koşullarında.
Bugüne kadar adı The Mechanical Turk (Mekanik Türk) olarak geçen ilginç bir mekanik cihaza rastladınız mı? Satranç oynayan bu otomat 1770 yılında icat edilmiş ve o yıllardaki Osmanlı kıyafetlerini giyiyormuş ve görünümüyle bir Türk’ü andırıyormuş. Gerçekten de öyleymiş, Google’da var. 1770’ten 1854’e kadar satranç robotu haliyle çok kişiyi şaşırtmış, Avrupa’da yenmediği kimse kalmamış.
Geçen yazımda “1986 yılında Bilim ve Sanat Vakfı’nın kuruluşuna ön ayak olanlardan biri olmam da belki biraz, sınırlarımın ötesine geçtiğim şekilde açıklanabilir. Neden derseniz? Babam vakıf, dernek ya da bir benzeri oluşumun bizzat kurucusu ya da yüklenicisi olmanın faydasına inanmaz, bu işi daha iyi yapabileceklere bırakılmasını isterdi” diye yazmıştım. Bence vakıflar anonim hüviyete sahip olmalı ve gönüllülerce deruhte edilmelidir. Vakıf konusu açılmışken, Bilim Sanat Vakfı nasıl kuruldu, anlatayım.
Benim şansım babamın tecrübesi, başarısı ve fakat benden aynı şeyleri beklemeyişidir. Ben babamın pek çok konudaki nasihatine uymuşumdur, çünkü bunların bir hayat tecrübesinin neticesi olduğunu genç yaşta anlamışımdır. Fakat gençlik söz konusu olduğunda, her daim nasihate uyabilme kabiliyetinizin sınırları da bir yere kadar uzanabilmekte…
Şimdi hiç benimsemediğim ve yapmadığım bir konudan söz edeceğim. Ben bisküvilerimin çaya batırılmasına karşıyım. Zira binbir maharet ve zorlukla size ulaştırdığımız bisküvilerimizin çıtır çıtır yenerek ağzınızın içinde çay veya kahveyle ıslatılıp yenmesi benim tavsiyem, hem kırıldı bardağa düştü derdiniz de olmaz. Ama siz bilirsiniz, neyse …