Röportaj

MURAT ÜLKER’İN MURAT ÜLKER’LE RÖPORTAJI (1)

LinkedIn

BENİMLE RÖPORTAJ YAPALIM MI? (1)

Bunu size geçenlerde post etmiştim, takipçilerime sormuştum; benimle röportaj yapmak ister misiniz diye. Teşekkürler yüzlerce soru geldi, cevapladım çoğunu; toplam 523 yorum, 160 bin de görüntüleme olmuş. Ama bazı soruları ve hatta sizin nezaketen sormadığınız hususları da katarak sordum ve cevapladım 70’i aşkın soruyu…

İletişimci arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, cesur soruları için.

Önümüzdeki iki hafta bunları yayınlamayı düşünüyorum.

 

Herkese “Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, gelecekteki “ben” i yaratmada bu çocukluğun rolü ne oldu?” diye sorarak başlıyorum. Kendime de aynı soruyu sorarak başlayacağım. Hem nalına hem mıhına…

1.Nasıl bir çocukluk geçirdim, gelecekteki “Murat Ülker” i yaratmada bu çocukluğun rolü ne oldu? “Dini bütün” diyeceğimiz bir ailede yetiştiğimi söyleyebilir miyim? İlk din eğitimimi kimden aldım? Kur’an Kursuna gittim mi? En fazla bu konuda kimden etkilendim?

İyi bir çocukluk geçirdim. Ama bir ağabeyim veya kardeşim olsaydı herhalde başka olurdu. Çok şükür bir ablam var.

Dinin gereklerini yerine getiren “bir aile” demek daha doğru olurdu. İlk din eğitimimi mahallemizin, Horhor Kızıl Minare Camisi imamı Mahmut Bayram hocadan evde aldım. ARE, ARO, çok iyi bir insandı, aydındı; kendisinden çok istifade ettim. Ama hala daha yeni fikirlere ve kritiğe açığım yani aydınlanmam sürüyor. Kuran Kursuna ise gitmedim.

2. Baba tarafı büyüklerim Kırım göçmeni, Kırımlı Devletler Ailesi’nin Türkiye’deki üçüncü neslini temsil ediyorum. Babam, yaşadığı kötü olaylar nedeniyle meraklısı değildi ama ben Kırım’a da gidip geçmişin izlerini sürdüm. Babam “Biz evlad’ı fatihanız, diyor, yani Osmanlı İmparatorluğu’nda Balkanlar’ın fethine katılan beylerin, fatihlerin soyundan geldiğinizi ifade ediyordu. Ben kendimi ne olarak hissediyorum? Bazen beni “hazar ya da karay yahudisi” olarak da trolleyenler oluyor. Ne demek istiyorlar? Nerden çıkıyor bu yahudilik?

Bu sosyal medya dünyasında acayiplikler tık alıyor. Hazar veya Karay’ların Museviliği tarihte bile kesin değildir. Zaten biz Hazar veya Karay Türkü değiliz, ancak Tat’ız; yani sahilde yaşayan melez tatar ırkı demek. Yüzlerce aileden oluşan bir sülalemiz var Devletler, tabii Stalin’den sonra geriye ne kaldıysa … Halbuki Musevi ve Yahudi’ler pekala bilirler, bizim kim olduğumuzu.

3.Niçin İmam Hatip Lisesi tercih etmedim  de İstanbul Erkek Lisesi gibi daha fazla seküler rekabetçi ailelerin tercih ettiği bir liseyi tercih ettim?. Üstüne bir de yine Boğaziçi Üniversitesi. Ailemin bu konuda yönlendirmesi oldu mu?

İEL babamın sonra büyük amca oğlumun okuduğu bir okuldu. Ama tabii sınavı kazanarak girdim, 4’ncü olmuştum. Halbuki diğerlerini de kazanmıştım, ama gönlüm İEL’deydi. BÜ’ye gelince 1977’de eğitimin sürdüğü tek maruf üniversiteydi, eğitim İngilizce idi. Ama tabii ailece konuşup karar veriyorduk.

4.Lise eğitimim 1970-1977 yılları arası, Üniversite ise 1977-1981. Yani ergenlik ve gençlik Türkiye’nin belki de en çalkantılı yılları arasında, sağ-sol çatışmasının, grevlerin zirve yaptığı yıllarda geçmiş görünüyor. O dönemde geldiğim çevre nedeniyle milliyetçi ve dindar gençlerle birlikte oldum, hatta Ahmet Davutoğlu, Mustafa Özel, Fikri Kancal ile daha sonra kuracağım Bilim Sanat Vakfı’nın temelleri orada atıldı. O dönem Türkiye’de siyasal İslamın da Necmettin Erbakan ile temelleri atılıyor, İslamcı gençler Akıncılar adı altında örgütleniyordu. Nasıl bir dönemdi, neler okuyor, hangi toplantılara katlıyor, nasıl bir dünya görüşünü paylaşıyorduk?

Evet zor yıllardı, hatta tehlikeli! O yıllarda imkanım ve hakkım olduğu halde yurtdışına gitmek istemedim; hala da ülkemde yaşıyorum. Ailemle beraber olmak istedim. Ben hiçbir zaman şucu, bucu olmadım. Herkesle beraberdim, bir etiketim yoktu; hala da yok. Bilim Sanat Vakfını darbeden sonra kültürel faaliyetlerimizi rahat sürdürmek için kurdum. Çünkü okuduğum okulların müfredatını eksik buluyordum. Milliydim, Müslümandım ama hiçbir zaman bunlara çi, cı eklemedim.

5. 80’li yıllara girerken, askeri darbeye doğru gidilen ortamda ben ve ablam Ahsen Hanım silah eğitimi aldı. Sıkıyönetim komutanları ailenin ölüm listesinde olduğunu belirtiyordu. Devletin güvenlik sorunu yaşayanlara yakın koruma vermesi sınırlı olduğundan babam fedailer kiralamıştı. Ve o yıllarda babam kendimizi o çatışmalı ortamda koruyabilmemiz için judoya başlattı. Gerçekten böyle bir ihtiyaç var mıydı? Ne kadar devam ettik? İşe yaradı mı?

Silah eğitimini bütün sülale almıştı ve silahlıydık; ama bu normaldi bizim için. Güvenlik sorununa gelince ne yazık ki bu durum hala berdevam. Evet judo öğrendim. Belki bu sayede hiç dayak yemedim, ama kimseyi de dövmedim.       

6.Üniversitesi sonrası iki, üç yıllık yurt içi ve dışı staj dönemi geçirdim. Geçmişe yönelik anılarımda bu dönemden çok söz ediyorum. Bu dönemde ne öğrendim?

Babam beni serbest bıraktı. Ben de yapacağım iş ve yaşayacağım yeri seçmek için dünyaya açıldım. Hem öğrendim hem olgunlaştım. Sonunda da yurda döndüm.

7. 1984 yılında Ülker’de işe kontrol koordinatörü olarak başladım. Ben 25, babam Sabri Ülker o yıl 64 yaşındaydı. Ülker’in de tek sahibi idi, tek patrondu. 2000 yılında İcra Kurulu Başkanı olarak atandığımda ise o 80 yaşındaydı, ben ise 41. Yani deyim yerindeyse onun gözetiminde neredeyse 16 yıl işe hakim olma dönemi geçirdim. Nasıl bir dönemdi bu? İşi kurumsallaştırmaya mı çalıştım? İşime çok karıştı mı? Babamın yetiştirdiği, köşe başlarını tutmuş yöneticiler tabiri caizse “takoz” koydular mı?

Babam amcamla ortaktı, tek patron değildi. Ama amcam çok iyi bir insandı; bilhassa bana çok iyi davranırdı. Ben çocukken fabrikada oynardım. Okurken de çalışıyordum. Bu söyledikleriniz ve çok daha fazlası hep oldu ve bu tecrübeler bana değer kattı. Hatta bir keresinde istifa bile ettim. Ama patron ilgi göstermeyince mecburen geri döndüm. Yani onların bana değil, benim onlara ihtiyacım varmış. İşin kurumsallaşmasını Sabri bey arzuluyordu. Bu iş için beni görevlendirmişti.

8.1944’ten 1986’ya babam ve Asım Ülker iki kardeş Ülker’i kurup çalıştırdılar. Ben  1984’te işin içine girdikten sonra ayrılık rüzgarları esmeye başladı. Bu ayrılıktan ve o günkü tatsız şeylerden öğrendiklerim, daha sonra Ülker’de aile ilişkilerini yönetirken işime yaradı mı?

Şüphesiz insan daima öğrenir ve tüm bu tecrübeler mutlaka işinize yarar. Benim öğrendiğim aile şirketlerinin aslında paydaşlarının aile olduğu şirketler olduğudur. Yoksa iş iştir. Biz aile üyelerini liyakatları çerçevesinde değerlendirmeyi öğrendik. Kurumsallaşarak ve profesyonelleşerek işte ve ailede beraber olmayı öğrendik.

9.1986 yılında Asım, Sabri Ülker ortaklığının bitişinde 250 milyon dolar cirosu olan Ülker bizim ailede kalmış, gayrimenkulleri ise Asım Ülker ailesi almış.  Bugün aklıyla Ülker’in değerini düşününce haliyle Amca tarafım daha azına razı olmuş görünüyor. Acaba Ülker 1986’da bugün algıladığımız haliyle gelecek vaat etmiyor muydu?

Paylaşım öyle olmadı; ailenin işi devralacak koluna mutlak çoğunluk sağlayacak yeterli hisse, ailenin evleri hariç tüm menkul ve gayri menkuller karşılığında verildi. Çünkü Ülker çok değerliydi ve ailenin de başkaca bir zenginliği yoktu. Babam çöp çekelim dedi. Amcamlarsa babama, senin emeğin çok sen işi al dediler. Ama bir de yeni kurduğumuz iş vardı, onu da istediler. Zaten stratejileri farklıymış. Sonra anladım ben, asla anlaşamazmışız. Ülker bizim gelecek umudumuzdu ve daima daha muvaffak oldu.

10. 1997 yılında Türkiye’de seçilmiş iktidara karşı 28 Şubat post-modern darbesi yapıldı.  “Ülker Grubu”nun pek çok muhafazakâr grup gibi, “askerler tarafından “alışveriş edilmemesi gereken markalar listesine alındığı söylentisi” yayıldı. Ülker ürünleri orduevlerine sokulmadı, kimi marketlerin raflarından indirildi.

O dönem sonrasında Ülker Mehmetçik Vakfına 1,5 milyon dolar bağış yaptı, 75. yıl kutlamalarının da ana sponsoru oldu. Bu hareketi de; bir taraftan İlim Yayma Vakfı’nın kurucusu olduğu, diğer taraftan “Biz Atatürkçüyüz” diyerek darbecilere nedamet getirdiği için eleştirildi. O dönemde icranın başında değildim ama bu kararlarda tuzum var mıydı? Nasıl karşıladım? 15 Temmuz Darbesi sonrası da FETÖ ile Ülker arasında bağlantı kurulmaya çalışılınca yine, o dönemden gelen “Biz Atatürkçüyüz” söylemiyle cevap verdiğim için eleştirildim. Atatürkçü müyüm, değil miyim? Ya da ne olduğum duruma göre değişiyor mu?

Evet hepimiz beraber karar verdik. Babam ihtiyacı olmadığı halde bizimle istişare ederdi. Bu herhalde onun nazik tabiatına uygun bir öğretme usulü idi. Mehmetçik Vakfına yapılan bağışın darbe ile ilgisi yok, çünkü zaten darbe o vakit geçmişte kalmıştı. Yapılan bağış çatışmalarda uzuv kaybeden Mehmetçiklere yardım içindi. Devletimizin 75’inci yılı kutlamalarına sponsor olmamız ise bana göre zaten vazifemizdir. 100. yılı da coşkuyla kutladık. İslamcı, sağcı, Atatürkçü, solcu filan değilim. Müslümanım ve T.C. Cumhuriyeti vatandaşıyım, Fenerbahçeliyim. Başka konularda da şucu, bucu diye anılacak takıntılara sahip değilim.

11. 1989 yılında küreselleşen dünyaya uyum sağlamak amacıyla Yıldız Holding kuruldu. Bu tarihten itibaren Ülker markası Yıldız Holding’in altında varlık göstermeye başladı. 1992 yılında Besler Gıda kuruldu. Yine 1993 yılında Avrupa’nın en büyük şeker üreticilerinden Begin Say’in bir şirketi olan Avrupa’nın büyük nişasta üreticisi Cerestar Grubu ile ortaklık yaparak ki sonradan sahibi Cargill -oldu, Pendik Nişasta’yı kurduk. Daha sonra Karaman’da ve Cidde’de de fabrika satın aldık. 2005 yılında Ülker Grubu şirketleri tam olarak Yıldız Holding çatısı altında toplandı. 2007 yılında dünyaca ünlü Godiva markasını 850 milyon dolara alarak Yıldız Holding’i farklı bir boyuta taşındı.

Tüm bu gelişmeler olurken Yönetim Kurulu Başkanı hala babamdı. Ben İcra Kurulu Başkanı idim. Aynı şekilde ablanız Ahsen ablamın büyük oğlu Ali Ülker de yönetimdeydi. Geriye dikey entegrasyon denilecek bu büyümelerde ve Godiva’nın alımında babamı ve aileyi nasıl ikna ettim? Başlatıcı ben miydim? Benim kararım mıydı? Daha doğrusu bu vizyon benim vizyonunuz muydu?

Maşallah bu sual cevabımdan kapsamlı olmuş herhalde; ama söylenenler doğru ve aydınlatıcı. Anlattığım rahmetli Sabri beyin önderliğinde başlayan kurumsallaşma yolculuğumuz ve halen sürüyor. Godiva’yı almadan tabii Ali ki benden 9 yaş küçüktür ve tüm aile ve yönetim kurulu hatta sair dostlarımızla istişare ettik. Tek ortağım olan ablamla antant kaldık. Babamı da haberdar ettik. Zaten daha büyük bir adım olan Nabisco’nun doğu kolunu almak için 90’larda babamla beraber çaba göstermiştik.

12.2008 yılında ise, Sabri Bey 88 yaşına, ben 49 yaşıma geldiğimde bu kez Yönetim Kurulu Başkanlığı’na atandım. Bu süreçler niye bu kadar uzun sürdü.? Gelişmem için gerekli miydi? Haliyle siz tek yönetici oluyordum, ama tek hissedar değildim. Ablam Ahsen Ülker Özokur da hissedarlardan biriydi. Babamın hayat öyküsünden öğrendik ki Ahsen Hanım’ın İngilizcesi çok iyi imiş ve ünlü Kolejlerden birine gitmek istemiş. Sabri Bey onu, muhafazakar aileler için zamanın ruhuna da uygun olarak “Okursan iş güç sahibi olursun ama iyi bir eş, iyi bir anne olamazsın.” diyerek ikna etmiş, o yüzden de ablam Kız Meslek Lisesi’ne devam etmiş, kendi sözleriyle “iş güç sahibi” olmamış. Benim önüm de açılmış. Babam bu ortamı nasıl hazırladı ve aile olarak, birçok ailede görülen parçalanma görülmeden devam ettik? Ablamın eşi Orhan Özokur’u da işe katarak dengeleri sağlayan babamın başarısı mı, benim siyasetim mi, yoksa ablamın  hoşgörüsü mü?

Süreç uzun mu sürdü, niye öyle düşünülür ki? Bugün bile Yıldız Holding’de tek imza yetkisi hiçbirimizde yoktur. Zaten bu gerekli de değildir; hatta yanlıştır. Zira iki çift göz bir çiftten evladır ve gabin* dahi olabilir. Ablam ile babam hakkında söylediklerinize ben şahit olmadım; ama madem söylenmiş, öyledir. Babam çok nazik ve sabırlı bir adamdı, ama otoriterdi de. Öngörüsü çok kuvvetliydi. Annemin de 6. hissi vardı. İkisi iyi bir ekiptiler ebeveyn olarak.

(*) Taraflardan birinin diğerinin düşüncesizliğinden, tecrübesizliğinden veya zorda kalma halinden yararlanarak fayda etmesi. 

 13. Tam o yıllarda, 2003, bir ColaTurka macerası yaşadık. Pepsi karşısında büyük pazar payı elde ettik. Sonra ColaTurka’nın adı duyulmaz oldu. Birden pazardan çekildik. Bunun gerçek nedenini geçen yıla kadar öğrenemedik. Geçen yıl bir youtube vidyosunda birden “Dönemin Sanayi Bakanı Ali Coşkun, ‘cebimde bir mektup var. ABD Büyükelçisi seni şikayet ediyor, sana küçük bir ceza vereceğiz’ dedi. Sonra 35 trilyon ceza kestiler. Şirketin değeri 10 trilyondu, bizim de hevesimiz kaçtı.” diyerek, pazardan çıkış nedenimizi açıkladım. Ali Coşkun hemen bir TV programına katılarak “Murat Ülker’e noterden 6 sayfalık mektup yolladım, zamanı karıştırmış. Murat Bey’i ben çağırmadım. Çağırsam bakanlığa çağırırdım. Murat Bey’i o zaman Başbakan çağırmış (Erdoğan) sene 2004.” dedi. Sessiz kaldım. Neden? Hangisi doğru? Ayrıca açıklamadığımız, önümüze konan başka engeller oldu mu, şimdi açıklar mıyım? Bir süre daha beklemek gerekir mi?

Bir macera değildi. Gayet planlı bir yatırım ve genişleme harekatı idi. Zira atıştırmalıkta %60’ı aşkın bir pazar payımız vardı ve dikey entegrasyonu tamamlamış; %20’ye varan sağlıklı bir ihracat rakamına ulaşmıştık. İç pazarda benzer kategorilere yatırım yapmamız büyümemiz için doğaldı. Ve çok başarılı olduk. Pepsi çok etkilendi. Bizi satın almak istedi. Reddettik. Şikayet etmiş. Halbuki meslektaştık hepsi ile görüşürdük. Ama sinsice ve düşmanca bir tavır takınmış bana göre.

Evet Başbakanlıkta görüştük. Başbakanlık müsteşarı bizi ve Bakan beyi toplantıya çağırdı. Bakan cebindeki mektubu göstermeye kalkıştı. Ben çok üzüldüm ve sinirlendim. Keşke bir kopyasını alsaydım. Ama neyse mühim değil, zaten o saçma ceza mahkemeden döndü, iptal oldu, ödemedik. Ama 7 sene “Demokles’in kılıcı” gibi tepemizde sallandırdılar.

Tabii hakkı teslim gerekir, yine Başbakanlıkta Tayyip beyin de katıldığı bir toplantıda, kendisi bize hak verdi ve zaten mahkeme olacak, bekleyin dedi. Ama o vakit bürokrasi ertesi gün cezayı kesinleştirip uygulamaya koydu. Niye? Anlayamadık bir türlü?!?

Peki tüm bunlar niye tekrar gündeme geldi. Gençler başarısızlık zirvesi yapıyorlarmış. Benden rica ettiler; bu olayı anlattım. Çünkü nihayetinde ben başarısız olmuştum. Gazlı içecek işini serbest sanmışım, değilmiş. Baksanıza bugün bile hala haklıyız, diyorlar. 

14.Bir taraftan geriye entegrasyon başarıyla devam ederken diğer taraftan ileriye dikey entegrasyonu da ihmal etmedik. 1995’te BİM ortaklığı, 2001 yılında Bizim Toptan’ın kuruluşu, 2011’de Şok’un alınması, 2013 yılında DiaSA’ların alınıp Şok’lara eklemlenmesi, hatta 2019’da İstegelsin’in alınması. Bu kadar çok cephede bu kadar deyim yerindeyse savaşmak bir yönetim dehasının planlı çabası mıydı, gençlik heyecanı mıydı, kurumsal bir patlama mıydı? Hangi unsurlardı her şeyi aynı anda tetikleyen, şu andaki aklım olsa her şeyi aynı anda yapar mıydım?

Tüm bunlar planlıydı. Ama şimdi bakınca sanki kaderin planı imiş de bize uygulaması kalmış gibi gözüküyor. Sorunuz muhal farzdır (*), zira bu dünya hayatında zaman hep ileriye akıyor, tekrarı yok bu tek perde oyunun! Zaten benim keşke demek huyum yoktur. Geçmişe de pek bakmam, dersimi alır, ilerlerim.

(*) imkansızı varsaymak

15. Özellikle BİM ortaklığınız, yine ortaklardan biri olan “Yasin el Kadı”nın o dönemde “El,Kaide destekçisi” olması nedeniyle her gece televizyonlarda sürekli gündeme getiriliyor, Ülker adı da birlikte geçiyordu. Sonra El Kadı, terörün finansmanı listelerinden çıkarıldı, tüm davalarından da aklandı. Neydi işin aslı?  O gün fırtına koparanlar daha sonra özür dilediler mi?

İşin aslı dedikodu, haksız rekabet, pis siyasetti. Dediğiniz gibi hiçbirinin aslı yoktu. Ama şükür ki BİM’in yerli yabancı ortakları ve borsadaki yatırımcıları bunlara kulak asmadılar ve vazgeçmediler. Çok da kazançlı çıktılar, kazançlı çıktık.   

16. “Ülker Grubu”ndan Yıldız Holding’e geçişte o kadar hızlı davranmadık. Neredeyse 2015’lere kadar Yıldız Holding’in bilinirliği oldukça düşüktü. 2017’den bu yana da Forbes Türkiye’nin en zenginler listesine girene kadar frene basılmıştı. Yıldız Holding plazaya taşınmadı, ben babamın izinde oldukça alçakgönüllü döşenmiş küçük bir ofiste işlerimi yürüttüm. 2017’den sonra bir patlama yaşandı, o günden beri de “en zengin” listesinde yer aldım. Yıldız Holding’i bilmeyen kalmadı. Bu yavaşlığın sebebi, Ülker’i, babamın alçakgönüllülüğü ile tanıyan Anadolu’daki dağıtıcıları ürkütmemek miydi? Sonra ne oldu da “zenginler” sınıfına geçmeyi istedim? Geçebildim mi? Anadolu bu işi nasıl karşıladı?

Holding lafını biz aile olarak çok sevemedik. Belki o vakitler gündemdeki sol jargonun da bunda etkisi vardı. Ama neticede aile şirketimiz kanunen bir holdingdi. Yıldız adını ben koydum, Ülker bir yıldızdı ve biliyordum ki daha birçok yıldızımız olacak. Niye binalar, plazalar konuşuyoruz? Ben sonra sattığım bankanın merkezini Pendik’te bir depoya kurmuştum. Maslaktaki plazayı onlarca milyon dolara satıp Çamlıca’da cadde üstü olmayan bir binayı bir buçuk milyon dolara alıp şimdiki merkezi yapmıştım. Yıllar geçtikçe daha küçük odalar bana yeterli geliyor, hele bu dijital çağda inanın hiç gerek yok. Babamın bize tembihi: Sizin müşteriniz, bakkal bile yanınıza çekinmeden gelebilsin, ofislerinizi buna göre döşeyin, derdi. Zengin listesine gelince ben başvurmadım, onlar saymış, ilan ediyorlar. Ne yapayım inkar mı edeyim!

17. Bugün “Murat babası gibi değil, Ülker’i bozdu, biz ona Müslümanlara saldırılırken sahip çıkmıştık, o ise davaya ihanet etti” saldırılarının nedeni bu “zenginlik” algısı olabilir mi? Ne diyorum buna? Beyaz Türkler “yeşil sermaye” diye burun kıvırıyordu, bir de üstüne karşı İslamcı cephesi mi açıldı? Yoksa denge mi sağlandı?

Bu lafların işe bir etkisi yok ki, insanlarımızın hassasiyetlerini takdir ediyor ve paylaşıyorum. Ama bunların konuşulup karar verileceği yerler sosyal medya olmamalı. En azından kanunda tanımı olan bir kurum olmalı, yanlış anlaşılmasın, sivil inisiyatif olmasın demiyorum. Ama bana garip gelen bir şey var. Eğer bir zümreyi kınayacaksak zaten bunu temsil eden sosyal medya patronları kimler ve paylaşımlarda benzer konularda gayet hassas davranıp müsaade etmezken, bazı boykot ve benzeri konularda nasıl oluyor da böyle müsamahakar davranıyorlar?

Lütfen sosyal medyada kim neyi niye söylemiş düşünmeden içselleştirmeyin. Sosyal medyanın sizi kirletmesine izin vermeyin.

Bir de şunu belirteyim. Herkes her konuda bize ulaşabilirken acaba niçin bu dedikodusu yapılan konular bize hiç sorulmuyor ve cevaplarımız aktarılmıyor.

18. Türkiye’nin ilk özel faizsiz finans kurumlarından biri olan 1985 yılında kurulmuş olan Faisal Finans’ın hisselerini 2001 yılında aldınız ve ismini Family Finans olarak değiştirdiniz. 2006’da Family Finans ile Anadolu Finans birleşti. Türkiye Finans Katılım Bankası oldu. O yıllarda “faizsiz banka” demek hiç de iyi çağrışımları olan bir şey değildi, zaten daha sonra faizsiz yerine “katılım bankacılığı” denmeye başladı. Oysa o gün de bugün de bunun doğru adı İslami Bankacılık. 2013 yılında hisselerinizi satmak istedik ama daha sonra vazgeçtik hala Gözde Girişim altında %10,57’lik bir hisse duruyor. Faizsiz Bankacılığa ilgi siyasi bir dürtmeyle mi oldu? Family Finans konusunda babamla birlikte çete kurmak ve dolandırıcılık konusunda yargılandığım doğru mu? Ailede kimin kararıydı? Sonradan bu alana neden ilgimi yitirdim?

Niçin İslami diyoruz! Besmele çekip yenilen yemekte İslami mi oluyor. Lütfen dinin kendi kuralları var. Biz kural ihdas etmeyelim. Katılım bankası doğru bir tabir, çünkü fark bankanın mudi ve müşteri ile ilişkisindedir; faiz yerine kar ve zararı paylaşmayı kabulüdür. Bankayı kurtarmamız, banka batarken ismimiz manşet olmasın diye olmuştur. Sabri bey hiçbir zaman bankada görev almadı. Kovuşturulan bendim. Sonra o iddia sahibini mahkemeye verdim. Beni vali yapacaklardı, ondan dedi.

Bankada öz sermaye karlılığımız %40’tı. Batakları temizlemiştik. İşler iyiydi, büyüyordu. Ama bisküvi, çikolata işi ve banka bir arada olamazdı. Bankanın çoğunluk hissesini sattık. Asli işimize geri döndüm.

19. 2014’te 3,2 milyar dolara United Biscuits’i satın aldıktan sonra Godiva ve DeMet’s, ile birlikte Türkiye’deki Ülker markasını İngiltere’de kurulu pladis şirketi çatısı altında topladık. Bu Ülker için çok önemli bir kilometre taşı idi. O dönem “17/25 yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” adı verilen sonradan kumpas olduğu ortaya çıkan bir dizi dramatik olayın yaşandığı dönemdi.

O şartlar altında eylemimiz “yerli ve milli sermayeyi” yurt dışına kaçırdığınıza yorularak çok eleştirildi. Hala da bizi “artık o bir İngiliz” diyerek trollemeye çalışanlar var. Niye pladis’i kurduk? Niçin İngiltere merkez yapıldı? Amaç Türkiye’deki çalkantılı dönem nedeniyle kendinizi garanti altına almak mıydı? Alabildik mi? İngiliz pasaportum var mı? Ailemizde İngiliz pasaportu olan var mı? Son 10 yıla baktığımızda pladis’in Yıldız Holding’e ne faydası oldu? Ülker Ailesine ne faydası oldu? Türkiye’ye ne faydası oldu?

İşinizi ne derler, diye düşünerek yapamazsınız. Zaten işin gerekliliğine riayet etmezseniz, çuvallarsınız. Ayrıca şunu alayım, sermayemi eksilteyim, yurtdışına götüreyim, filan diyemezsiniz ve yapamazsınız. Bu hususlar fevkalade regüledir. Tüm başvuru ve izinleri tamamlamadan çocuğunuza harçlık gönderir gibi yapamazsınız bu işleri! Zaten biz de öyle yapmadık, iç ve dış finansman kullandık. pladis bir mecburiyetti. İyi de oldu.

Ülker’i niye pladis’e kattık? 1- İş idaresi açısından zorunluluktu. 2-3,5 milyar dolar finansmanın kur farkının vergisini ödememek için bir zorunluluktu.

Ailemizde İngiliz pasaportlu kimse yoktur. İnsan ne doğduysa odur. Uyruk değişse bile ırk/millet değişmez. Hele gönül asla vazgeçmez.                           

20.pladis’in çatı şirketi olarak kurulmasıyla birlikte ana stratejimiz değişti. “Confectionary” diyebileceğimiz bir kategoride yerel bir şirketi global dev şirketler arasına sokmaya, yani “odaklanmaya” karar verildi. Bu nedenle 2015’te Ak Gıda Fransızlara satıldı. Cola Turka, Saka ve Çamlıca Japonlara satıldı, daha bir birçok şirketi ve markayı da böyle yönettik.

Bu karar doğrultusunda da global bir şirket gibi organize olduk ve Jim Zaza, Bilal Kafarani, Ahad Afridi gibi yabancı profesyonellerle çalışmaya başladım. İstediğim yapılanmayı yapabildim mi? Nerelerde başarılı oldum, nerelerde olamadım? Türk profesyonellerle, yabancı profesyoneller arasında işe yaklaşımda ne tür farklar var? Hangi ülkeden profesyonellerle daha rahat çalışıyorum? İyi CEO hissedarı nasıl hissettiren CEO’dur?

Sorumun sonundan başlayayım cevaplamaya: Hissedar için iyi bir CEO bugün ve yarın değer ve nakit yaratanıdır. İnsan bir bütündür; huyu, soyu, karakteri, inancı, geçmiş ve geleceği ile, yani ülke değil insan mühimdir. Böyle düşününce milliyet çok önemli değildir. Bizde ego, çeşitlilik ve kapsayıcılık (diversity ve integrity) bazen sorun olabiliyor. İsteklerim hep evrildiği için yaptım bitti denemiyor. Başarımı ölçen rakamlar ve tüketicilerim.

21.Satın aldığımız Godiva (dolar) bir Amerika şirketiydi, United Biscuits (pound) ise bir İngiliz şirketi. Yerel bir Türk şirketi (TL) olarak bu şirketlere nüfuz etmekte, iş anlayışımı uygulamakta zorlandım mı? Hangisi daha fazla zorladı beni.  Neden?

Tabii zorlandım ve zorlanıyorum. Zaten benim işim bunu aşmak. Esnek, çevik olmak konusunda biz benzersiziz sanırsam.

22. Godiva’nın alınması dünya kamuoyunda çok ses getirdi. Godiva’yı alır almaz yabancılardan oluşan bir yönetim kurulu ile çalışmaya başladım. Ayrıca bugüne kadar 4 CEO ile çalıştım: Jim Goldman (2008), Mohamed Elsarky (2013), Annie Young-Scrivner (2017) Nurtaç Afridi (2020). Bunlardan sonuncusu benimle uzun süredir Yıldız Holding’de çalışan, 2024 başında CEO’luktan ayrılan Nurtaç Afridi idi. Daha sonra da Godiva’yı ayrı bir CEO’lu yönetmekten vazgeçip pladis CEO’suna bağlı bir “marka” olarak yönetmeye başladım. Bunun nedeni neydi?

Yabancı bir ülkede yabancı bir şirket ve global pazar, ne bekliyordu ki?! Covid salgını ve artan maliyetler çok etkili oldu. Nihayetinde bu şekil daha iyi para kazanıyoruz. Ama Godiva hala ayrı bir şirkettir.

23. 15 Temmuz 2016 darbesi sonrası, 1 Nisan 2017 yılında, tam da organizasyonel değişikliklerin ortasında çok ilginç bir iletişim krizi yaşadık. Bir reklamımız “darbeci mesajlar” içerdiği troller tarafından yayılınca, iş Genel Kurmay’ın dahi az daha Yıldız Holding binasına operasyon yapacağı bir hal aldı. O sırada Amerika’daydım ve bir tweet atarak olayın kumpas olduğunu belirttim. Daha sonra Türkçeye çevrilen ünlü bir Kurumsal İletişim kitabının önsözünde kumpasın arka planını anlattım. Bu büyük iletişim krizinden ne öğrendim? Kriz yaşayanlara neler öneririm? O olaydan sonra niçin twitter hesabınızı kapattım ve bir daha açmadım?

Sanırım çok abartıldı! Önce şunu söyleyeyim: böyle bir reklam ve kampanya yoktu. Yani hiç olmamıştı. Kirli işlerdi. İç çekişmeye kurban gitmiştik. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. derler. Kim bunlar derseniz; hala arada konuyu ısıtıp ortaya getirmeye çalışanlardır, derim. Kitabın önsözünü okumalısınız; kitap da çok iyidir. Doğruyu ama her zaman doğruyu söylerim. Sadece faydasını gördüm. Twitter’dan hemen çıktım. Zira o tweet’im 12 milyon kişiye ulaşmıştı. Mazallah meşhur olabilirdim o dünyada, halbuki ben iş adamıyım.

24. Godiva’yı lüks çikolata markası özelliğini koruyup, “makul fiyatlı lüks çikolata” özelliği kazandırıp marketlerde ve benzer satış noktalarında “masstige marka” olarak da satmak istedim. Bunda da Türkiye’de başarılı oldum ama özellikle Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da en büyük rakibimiz Lindt, Lindt’in markası Ghiardelli kadar başarılı olamadık gibi görünüyor. Neden? Bizdeki Ülker dağıtım ağı üstünlüğü keşke orada olsaydı dediğim oluyor mu?

Dağıtım ağı tek başına yeterli değil, besleyecek üretim ve markalar gerekli; bu bir süreçtir. Ülker bunu 80 yıldır sürdürüyor. ABD’de Kellogs benzer DSD dağıtım sistemini pahalı olduğu ve sürdüremediği için kapattı ve şimdi bize benzer kategorilerden de çıktı. Yazık etti bence, neyse her iş olacağına varır. Biz lüksü demokratikleştirdik. Yeterince büyüyemedik. Ama işi yoluna koyuyoruz. Bu işler ne yazık ki zaman alıyor, buna alışamadım ben.    

25. 2000 Godiva mağazası açacağınızı duyurduk ama Covid19 salgını çıkınca Kuzey Amerika’da bazı diğer bölgelerde olanları da kapattık. Fazla aceleci davrandığımı düşünüyor muyum?

Mesela Çin’de ve Japonya’da özellikle Z kuşağının gözde lüks çikolata markası ve mağazası Godiva. Türkiye’de ve Arap ülkelerinde de aynı şekilde çok fazla Godiva mağazası açmaya talep var. Bu konudaki stratejim nedir? Neyi bekliyorum?

Aceleciyim ben, ama telaşlı değilimdir. O isteklere talep demeyelim, arzudur. Sindirerek ilerliyoruz. Stratejim bana kalsın. Yau neredeyse nasıl para kazandığımı soracaksınız, söyleyemem. Gerçi söylesem de inanmazsınız. Herkesin kaderi tektir.

26. Amacınız Bisküvi ve çikolata kategorilerinde global şirket olup, yani pladis’i kurup global markalar oluşturmak, pladis’i halka açmaktı. Bugüne geldiğimizde odaklandığımız kategoride Mondelez, Mars, Nestle, Ferrero gibi devler arasında, Türkiye’nin tek global şirketi olduğumuz kesin hatta Türkiye’nin tek global markası da Godiva. Ama Mars gibi Oreo’muz, Nestle gibi Kitkat’ımız, Ferrero gibi Kinder’imiz, yani global kitle markamız hala olamadı, halka da açılmadık.

Ben ise yabancı yöneticilerle ve YK üyeleri ile çalışmıyorum, ya da azalttım, denebilir mi? United Biscuits’de Cem Karakaş ile çalıştım, şimdi Salman Amin’le çalışıyor olsam bile (Salman Bey’de tesadüf Jim, Bilal ve Ahad Beyler gibi PepsiCo kökenli!) kilit görevlerde Türkiye’den yöneticileri tercih ettiğime dair bir imaj var. Ülker CEO’su Mete Buyurgan kısa bir süre önce, yerini Özgür Kölükfakı’ya bırakarak Londra’ya atandı. pladis’in de daha fazla büyüdüğü alanlar hala Ülker’in güçlü olduğu Türkiye, Orta Doğu yani daha fazla Müslüman nüfusun olduğu bölgeler olduğu doğru mu?

Yeni bir planım mı var? Yoksa yenilen pehlivan güreşe doymuyor mu? Yoksa global marka yaratma konusunda çıraklık, kalfalık dönemi bitti ustalık dönemine mi geçiyoruz? Yoksa ailenin geldiği aşama bizi bu yöne mi itiyor? Başka bir yoksa daha var:

Acaba Murat Ülker olarak enerjimi daha fazla Ülker’e ve Türkiye’ye mi verdim?

Halka açılmak pladis için bir seçenek olmasına rağmen ajandamızda yok. Evet Godiva global bir markadır ve McVities de global olmaya aday bir markadır. Ülker, Biskrem, Halley, Carrs, Flipz, BN ve başkaları da uluslararası markalarımızdır.

Yabancı yönetici ve YKÜ ile tabii ki çalışıyoruz. Eleman seçim ve tayininde yeterlilik, liyakat, performans, sadakat, uyum ve uygunluk gibi işin gereğini önceleyen özellikler kriterlerimizdir.

Büyüme işimizin gelişmesine gelince, tabii önceliğimiz Türkiye, Ortadoğu, Birleşik Krallık ve ABD gibi zaten mevcudiyetimizin iyi olduğu bölgelerde öncelikle gelişmektir.

Yeni planlarım var; ama bunlar bana kalsın. Senede 400 saatten fazla uçuyor, tüm dünyayı Goya’lıyorken Ülker ve Türkiye için ne sorulduğunu anlamadım.

27. 2018’in başlarında Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı olarak 10 bankaya mektup yazdım ve “7 milyar doları ödeyemeyeceğim kısa vadeli kredilerimizi uzun vadeye döndürün.” dedim. Başarılı bir pazarlık sürecinden sonra da istediğimizi elde ettik. Şu bu borcu 1 milyar dolar seviyesine indirdik.

Daha sonra dünya ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeler yapılanın ne kadar başarılı bir liderlik olduğunu gösterdi, medya tarafından da böyle tanımlandı. Gerçekten öyle miydi? Yazılarımda hep riskleri hesaplayarak bir işe girerim, karar alırım diyorum? Godiva ve United Biscuits’i satın alırken bu riski hesaplamış mıydım? Medya’ya yansıyan haliyle Godiva’da yaptığımız planda satış hedeflerinin tutmadığı ve nakit akışının bozulduğu söyleniyor. Bu doğru mu? Sadece hata o dönemde görevdeki CFO’nun muydu? Kendime de  de bir pay çıkarıyor muyum?

Evet hesaplı risk alırım. Ne zamanki kantarın topuzu kaçacak gibi oldu; biz de sendikasyona gittik. Çok şükür mahcup olmadık. Bu risk benim zamanımda haftalık hesaplanırdı. Şimdi zaten tüm yönetimin KPI olarak hedeflerinde var ve yakından izleniyor. Sadece büyük işlerde değil her vakit bu riske dikkat edilir. Godiva’da covid salgını esnasında bilhassa ABD’deki dükkanlar çok zarar etti ve kapattık. Burada bir hata yok ve zamanında tedbir aldık ve başarılı olduk. Tabii kendimi de görevden aldım ve işi yürütmeyi CEO’lara bıraktım. Yönetimi de 3. kuşakla paylaştım; yeğenim Ali Ülker beyi YKB yaptım.   

28. Bankalarla bu anlaşma yapılınca 2018’de Bloomberg’ten Godiva’nın bazı uzak Doğu operasyonlarını satacağı öğrenildi, daha sonra 2019 yılında da Reuters Özel yatırım fonu MBK Partners’a Godiva’nın Japonya, Güney Kore, Avustralya’daki perakende ve dağıtım operasyonlarının, Yeni Zelanda’da da pazar geliştirme haklarının satıldığını haber yaptı. Anlaşmanın Belçika’nın Brüksel kentindeki üretim tesisinin satışını da kapsadığı açıklandı. Fikri Haklar’ın Yıldız Holding’de kaldığı ve satışın 1,5 milyar dolara gerçekleştiği bildirildi. 2007’de toplamı 850 milyona alınan bir şirketin sadece belirli bölgelerdeki satış ve dağıtımını 1,5 milyara satmak büyük başarı. Öncelikle soru şu: Gerçekten Godiva’nın neresini sattım? Nasıl böyle bir değere satıldı? Bu para ile borç mu ödendi? Global marka dediğimiz Godiva global özelliğini kaybetti mi? Yarın aynı şekilde Kuzey Amerika’nın ya da Çin’in satılması mümkün mü? Böyle bir global marka sahipliği modeli var mı?

Zor hakikaten, globalliğin bilinmediği bir iklimde bunları anlatmak. Godiva Japonya operasyonunu marka için kullanım hakkıyla devrettim. Güney Kore’de sadece distribütörümüz vardı. Avustralya ve Yeni Zelanda’da ise yoktuk. Godiva’yı aldıktan birkaç sene sonra Japonya distribütörümüzü 70 milyon dolara devralmıştık. İyi çalıştık ve sonra devrettik. Ama marka halen bizimdir. Fiyatı piyasadaki pazarlık belirledi. Godiva bugün hala Japonya’da çift haneli büyüyen ve çift haneli ebita’sı olan ender gıda şirketlerindendir.

Yarın işin nereye varacağı bilinmez. Ama ailenin 3. kuşağı 4 milyar dolar karşılığında Godiva’yı satmayı reddetti, dediler ki: Bu bizim ana işimiz, odak alanımızdır.

29. 2020 yılının ocak ayına gelindiğinde 8 yıl İcra Kurulu Başkanlığı, 12 yıl Yönetim Kurulu Başkanlığı ile yönetimde bulunduğum Yıldız Holding yönetimini kendi isteğimle, henüz 60 yaşındayken ablamın oğlu Ali Ülker’e bıraktım.

Ali Ülker de benim gibi Boğaziçi Üniversitesi Mezunu 1985 yılından Ülker‘in neredeyse her fonksiyonunda görev almış deneyimli bir yönetici. 9 yıldır da Yönetim Kurulunda yardımcımdı. Babam beni İcra Kurulu Başkanı yaptığında 41, Yönetim Kurulu Başkanı yaptığında 49 yaşında idim. Ali Bey ise 50 yaşında aynı göreve gelmiş oldu, burada yaşım tutuyor, ama benim görevi ilk kuşak Sabri Ülker’e göre erken bıraktığım söyleniyor.

2018’de başka bir gelişme daha oldu, Yıldız Holding CEO’luğuna 1996’dan bu yana Yıldız Holding’de yönetici pozisyonlarında çalışan Mehmet Tütüncü Yıldız Holding’e CEO olarak atandı. Ben  Yönetim Kurulu Başkanı iken aynı zamanda CEO görevini yürütüyordum. Niçin böyle bir sistemi benimsedim?

Gerçekten yönetimi bıraktım mı? Çoğunluk hissesine sahibim, pladis ve Godiva’nın Yönetim Kurulu Başkanlıklarını devam ettiriyorum. Hala büyük etki alanım olduğu görülüyor. “Nasıl yönetimi bırakmak bu!” diye soranlar da var.

Ben ise Fast Company dergisinde bana sorulan soruya söyle cevap vermiştim: “Vasiyet etmek gelenektir ama siz öldükten sonra da bence idare etmeye kalkışmaktansa, kurucular ölmeden işi kurumsallaştırıp bir sonraki nesle işi emanet etmeliler. Hatta onların uygulamalarını görüp, mümkünse tadını çıkarmalı, aksi durumda da yardımcı olmalıdır, derim.”. Doğrusu nedir? Ne kadarını bıraktım, sadece işim yardımcı olmak mı?

Demiştim ya, anlamayana anlatmak zor oluyor. Evet haklısınız; STK’larda bile kimse başkanlıktan kıyıp ayrılamazken benim başkanlığı layık olan 3. kuşaktan yeğenime devretmem anlaşılamıyor galiba. Ben başkanlığı bıraktım ki benden sonrakilere de sıra gelsin, onlar da öyle yapsınlar. Ama görevi bırakmadım, aktif çalışıyorum, sadece başkanlık yapmıyorum.

Yine bir anlaşılamama durumu ile karşı karşıyayız. Bir şeyin sahibi olmak başkadır, o işi yapmak, yürütmek başkadır. Mesela dünyadaki birçok büyük global firmanın az bir hisse oranı ile bile olsa sahipleri yatırımcılar, fonlardır. Ama işi yürüten YK ve başkandır.

Bunu sormaktan artık vazgeçin ve anlamaya çalışın lütfen. Ben de tüm diğer üyeler gibi çalışıyorum ve ayrıca uzmanlığım olan konularda daha detay çalışıyorum.

29. Ali Bey Yönetim Kurulu Başkanlığına atandıktan hemen sonra Covid19 salgını, eve kapanmalar başladı, şirketler için çok zor bir dönem başladı. İçinizden “İyi ki tam zamanında bırakmışım.” dediğim oldu mu?

Evet aynen öyle oldu. Onların fedakarane kriz yönetimini gördükçe şükrettim, isabet etmişim, dedim.

30. Ali Ülker’le ilişkinizi nasıl tanımlarım? Aynı değerleri paylaşıyor muyum? Farklılıklar var mı? Ali Ülker’in performansını beğeniyor muyum? Liderlik tarzını nasıl buluyorum? Mesela aileden biri olmasa Yönetim Kurulu Başkanı yapar mıydım? Çatışma yaşanıyor mu? Çatışma çözme yöntemim ne? Mesela çatışmaları çözerken Dayı-Yeğen olarak mı çözüyorum yoksa Yönetim Kurulu Başkanı ve Yönetim Kurulu üyesi olarak mı?

Dayı, yeğen olabilmemiz çok seyrek, ancak tatillerde filan. Uzun yıllardır beraber çalışıyoruz; aynı değerleri ve benzer geleceği paylaşıyoruz. Ali beyin tarzı benden farklıdır; bu da iyidir. Ülker, ŞOK gibi büyük halka açık şirketlerimizde bile aile harici, profesyonel YKB görevdedir. Dozunda çatışma yaşanması sağlıklıdır. Görüşerek çözeriz. Daima profesyonel ve kurumsal davranırız ama ben insani faktörü hiç ihmal etmem.

31. Yönetim Kurullarıyla çalışmaya önem verdiğim biliniyor. Bu konuya siz başkanlıktan ayrıldıktan sonra daha fazla önem verdiğimi söyleyebilir miyim? Bu konuda Yılmaz Argüden’in kitabına bir de önsöz yazdım. Yönetim Kurularının çalışması konusunda bir kuşkum mu oldu? İyi yönetim kurulu nasıl çalışmalı, bağımlı ya da bağımsız iyi yönetim kurulu üyesi nasıl seçilmeli? Yönetim kurullarında en çok sıkıldığım anlar hangileri?

Evet yönetim kurullarıyla çalışmak önemlidir. Sadece kitaba önsöz yazmakla kalmadım bu konuda mentorluk da yapıyorum. Bunların hepsi yazılarımda da var. İşte sizin için ikisinin linkleri: https://muratulker.com/y/yonetim-kurulunda-herkesin-rolu-var/; https://muratulker.com/y/yonetim-kurulu-uyeligi-bir-meslek-midir-yoksa-gorev-mi/.

Toplantıda sıkılıyorum, zira bir seferde bir şey yapmak monoton geliyor. Ama dikkatim dağılınca konsantre olmak da zor. Çok sıkılırsam karşımdakilerin çocukluk hallerini hayal ederim; deneyin eğleneceksiniz.

32. QBR denilen “üç aylık işi gözden geçirme” toplantılarına da çok önem verdiğim biliniyor. Bugün değişen iş şartları düşünüldüğünde bir işi gözden geçirmek için üç ay geç bir süre değil mi? Yapay zeka ile çalıştırılan dijital araçların işlerin finansal performans göstergelerini görebileceğimiz tabloları anlık olarak üretmek mümkün… Bazı yönetim araçlarının, toplantılarının, sistemlerinin güncellenmesi gerektiğini düşünüyor muyum?  Bunlar neler?

Üç ay bir CEO için çok geç bile olabilir. İcra seviyesi üretim, satış, nakit ve alacaklar gibi işleri haftalık, finansalları aylık takip etmelidir; yoksa çok geç olur. Ama benim için yeterli, hatta bazı azınlık veya sadece yatırımcı olduğum işler için bu bile gerekli değil. Bildiğim kadarı ile zaten yöneticiler işlerini dijitalleşme sayesinde anlık takip ediyorlar. Ve yapay zeka marifetiyle birçok ön karar alınabiliyor. Bu hem sorumluluk ve yetki alanını genişletiyor, hem de işi hızlandırıp verimi artırıyor.  

33. Büyük oğlum Yahya Ülker Koç Üniversitesi’nden 8 yıl önce mezun olur olmaz, önce bir oryantasyon süreci geçirdi, sonra bisküvici de oldu, çikolatacı da… Daha sonra Holding’in birçok şirketinde yöneticilik, liderlik ve yönetim kurulu üyeliği yaptı. Bunlardan bazıları kendi kurduğu şirketler oldu, bazılarında ise kurulu düzende iş yaptı. Özellikle dijitalleşme, girişim sermayesi, yeni teknolojiler konularında öne çıktı. Hamdı, pişti, oldu mu? Performansını nasıl değerlendiriyorum? İşte hayatımı kolaylaştırdığı alanlar var mı? Artık kendi vizyonuna göre mi istediklerini yapıyor, yoksa hala benim koyduğum sınırlara göre mi davranıyor? Kararlarına müdahale ettiğim oldu mu? Nasıl? Çatıştım mı? Çatışıyor muyum?  Çatışmaları çözme yöntemim nedir? Yahya Ülker, Ülker ailesinin mirasına nasıl katkı sağlıyor?

Bu söyledikleriniz ailemizin işimize gönül veren, liyakatli tüm üçüncü kuşak temsilcileri için geçerlidir. “Olmak” dışardan bakanların yani olayların sonuçlarının bize söyleyeceği bir şeydir. Tabii onlar farklılar ve öyle olmaları bizim için zenginliktir. Nerede, neyi sormak gerek bilirler zaten. Çatışmak olmaz, hem niye olsun ki değerlerimiz, hedeflerimiz aynı, sadece yol farklı olabilir; o da zenginliktir. 

34. Yahya Ülker geçen sene doğum günümde bana “Varyemez” amca temalı bir doğum günü pastası yaptırdı? Şaka diye geçiştirilebilir, ama her şakanın altında bir gerçek payı olduğu söylenir. “Var” olduğunu biliyoruz da gerçekten pastalara konu olacak kadar yemiyor muyum? Kendim yiyorum  da ailemle mi  paylaşmıyorum?

Alemiz hem şaka diyoruz hem de… Zaten benim çocuklarım bütçe yaparlar. Küçük ailede onaylanır ve buna göre ister harcar ister tasarruf eder ister ufak tefek yatırımlar yaparlar. Yani zaten herkes kendi parasını harcıyor. Eli daralan olursa ben buradayım. Ama ben fazla bir şey harcayacak olsam hemen ikazı yiyorum.

35. Kurumsal Yönetişim (Corporate Governance) şirketin şeffaf, hesap verilebilir, etik ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesini sağlamak, kurumsallaşma ise şirketin şirket işleyişinin sistematik hale gelmesi ve kişilere bağımlı olmadan sürdürülebilir hale gelmesi, demek. Yıldız Holding’in Kurumsal Yönetişimi için başta Ali Ülker olmak üzere büyük çaba gösteriyorlar. Bana göre 2025 yılına gelindiğinde kurumsallaşma başarıldı mı? Yani Yıldız Holding, pladis, şok, diğer şirketler kendi kendine profesyonellerle yönetilecek; sadece Yönetim Kurullarında hesap verecekleri hale geldi mi? Yoksa en iyi model 15 milyar TL’ye ulaştıran, eksponansiyel büyümeyi sağlayan, yakın markaja dayalı “hep gözüm üzerinizde, aklım hizmetinizde” Vehbi Koç, Rahmi Koç modeli mi?

Bildiğiniz gibi tek bir doğru yok iş hayatında. Duruma göre değişir. Ama tamam dediğiniz anda, yanılıyorsunuz demektir. Bunu ölçen bizim finansörlerimiz ve yatırımcılarımızdır; onların bize davranışlarıdır. Her iki zümreden de müspet yaklaşım görüyoruz.

Not : Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.

YORUM YAZIN