YÜZÜM KİME AİT?
Kasım 2019da, The New York Times’ta yeni bir muhabir olan Kashmir Hill, yüz tanıma teknolojisiyle ilgili gizemli bir şirket olan Clearview AI hakkında bir duyum aldı. Bu duyum, Clearview AI’ın sosyal medya ve diğer web sitelerinden milyarlarca fotoğraf toplayarak güçlü bir yüz tanıma uygulaması oluşturduğunu ortaya koyuyordu. Uygulama, bir kişinin yüzünü tanımlayarak internetteki tüm fotoğraflarını bulabiliyordu. Yazarın aldığı duyuma göre Clearview AI, bu teknolojiyi kolluk kuvvetlerine satıyor ve varlığını gizli tutmaya çalışıyordu.
1960lardan beri bu teknolojiyi gerçeğe dönüştürmeye çalışmışlardı, ancak sonuçlar genellikle hayal kırıklığı yaratmıştı. Clearview ise, “%98,6 doğruluk oranı” ve emniyetin daha önce hiç kullanmadığı kadar devasa olan bir fotoğraf koleksiyonuyla farklı olduğunu iddia ediyordu.
Hill, yüz tanıma teknolojisinin potansiyel tehlikelerini fark etti ve bu teknolojinin gizlilik üzerindeki etkilerini araştırmaya başladı. Clearview AI’ın iddiaları, yüz tanıma teknolojisinin doğruluğunu ve etkinliğini artırmıştı. Ancak, bu teknolojinin getirdiği mahremiyet ihlalleri ve etik sorunlar konusunda ciddi endişeler vardı. Hill’in araştırmaları, yüz tanıma teknolojisinin toplum üzerindeki etkilerini ve bu teknolojinin gelecekte nasıl kullanılabileceğini anlamak için önemli bir başlangıç oldu.
Hill, bu araştırma sırasında Clearview’ın ne kadar gizli çalıştığını ve kullanımlarını yakından takip ettiğini fark etti. Clearview, Hill gibi muhabirlerin fotoğraflarının aratılmasını izliyor ve engelliyordu. Şirket, emniyetin aradığı kişileri görebiliyor ve sonuçları kontrol edebiliyordu. Bu, gizemli bir şirketin ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu gösteriyordu.
Yüzün Bize Ait (Your Face Belongs to Us) bu konuyu anlatan bir kitap (*) ve yüz tanıma teknolojisinin gelişimini ve bu teknolojinin toplumsal etkilerini derinlemesine inceliyor. Kashmir Hill, Clearview AI gibi şirketlerin faaliyetlerini ve bu teknolojinin kullanımının getirdiği etik ve mahremiyet sorunlarını araştırmış.
Kitap, yüz tanıma teknolojisinin tarihsel kökenlerinden başlayarak, günümüzdeki uygulamalarına ve gelecekteki potansiyel etkilerine kadar geniş bir perspektif sunuyor. Hill, yüz tanıma teknolojisinin güvenlik, mahremiyet ve insan hakları üzerindeki etkilerini ele alarak, okuyucuları bu teknolojinin getirdiği zorluklar ve fırsatlar hakkında düşünmeye teşvik ediyor.
(*) Hill, K (2023).Your Face Belongs to Us: The Secretive Startup Dismantling Your Privacy, Simon & Schuster, ss.347.
Vietnam asıllı Avustralyalı teknoloji meraklısı Hoan Ton-That, on dokuz yaşında Silikon Vadisi’nin cazibesine kapılarak San Francisco’ya taşınan biri. Birkaç Facebook test uygulaması yaratıyor, milyonlarca kullanıcıya ulaşıyor ve reklamlar aracılığıyla para kazanıyor. Ancak, girişimlerinin etik sınırlar içerisinde kaldığını söylemek pek mümkün değil. Örneğin, kullanıcıları arkadaşlarına spam mesajlar göndermek için kandıran ViddyHo uygulaması zamanında büyük tepki toplamış. Bu olay, çevrimiçi itibarını zedelemiş ve onu bir startup’ta düşük profilli bir role yönlendirmiş.
Yıl 2015i gösterdiğinde, Ton-That New York City’ye taşınıyor ve yüz tanıma uygulamaları da dahil olmak üzere çeşitli teknoloji projelerini keşfetmeye başlıyor. 2016 yazında Ohio Cleveland’da katıldığı Cumhuriyetçi Ulusal Kongre’de, pek de iyi bir şöhrete sahip olmayan Charles Carlisle Johnson ile tanışıyor. İkili, politik doğruculuğa olan ortak nefretleri üzerine bir bağ kuruyor ve teknolojinin insan sırlarını ortaya çıkarma potansiyelini tartışıyor.
İşte Ton-That ve Johnson’ın kongredeki bu beyin fırtınası, güçlü yüz tanıma teknolojisi geliştirme yolculuklarının başlangıcına işaret ediyor. Hoan Ton-That kim diye sorarsanız; Clearview AI’ın Yönetim Kurulu Başkanı. Genç, meraklı bir yazılımcıdan, mahremiyet ve anonimlik üzerine toplumsal normları zorlayabilecek bir teknolojinin geliştirilmesinde kilit bir figüre dönüşen bir girişimci. Kendisinin ve şirketinin adını yazının ilerleyen bölümlerinde tekrar tekrar zikredeceğiz..
Yüz Tanımanın Tarihi
İki bin yıldan uzun bir süre önce Aristoteles, insanın dünyadaki diğer hiçbir canlıda olmayan gerçek bir yüze sahip olduğunu iddia etti. Hayvanlar temel bileşenlere sahip olsalar da (gözler, ağız, burun), gerçek bir yüzün kişilik ve karakteri yansıttığını ve insan ruhunun derinliklerini ve inceliklerini ifade ettiğini savundu. Aristoteles, büyük alınlı erkeklerin tembel olduğunu, düz kaşlı olanların tatlı, kıvrık kaşlı olanların ise huysuz, komik veya kıskanç olduğunu öne sürmüştü. Aman siz sakın inanmayın!
Bu yüz okuma pratiği, zamanla “fizyognomi” olarak adlandırıldı ve ciddi düşünürlerin ilgisini çekti. Viktorya Dönemi’nde İngiliz çok yönlü bilim insanı Francis Galton, bu fikirleri daha da ileriye taşıdı. Galton, insanların fiziksel ve ruhsal özelliklerinin kalıtsal olduğuna inanıyordu. Darwin’in kuzeni olan Galton, Darwin’in evrim teorisini insanlara uygulamaya çalıştı ve suçluların fotoğraflarını üst üste bindirerek ortak suçlu özelliklerini bulmayı hedefledi. Halbuki bugün epigenetik (*) ilmi var!
Galton, zekâ ve karakter gibi özelliklerin aile mirası olduğunu savunan bir düşünürdü. Bu teorisini desteklemek için önemli kişilerin soy ağaçlarını inceledi. Galton, toplumun en iyi özelliklerini devam ettirmesi gerektiğini savundu ve “eugenics” (öjenik) terimini ortaya attı. Bu teoriye göre, suçluların ve düşük nitelikli bireylerin üremesi engellenmeliydi. Galton’un bu düşüncesinin ilerleyen dönemlerde hangi karanlık rejimin uygulamalarının temeli olduğunu hepimiz biliyoruz.
Tüm bu yöntemler artık yerini parmak izine bıraktı, bu da küresel insan takibi ve avında yani suçluların tanımlanmasında önemli bir dönüm noktası oldu. Hatırlarsanız eskiden sadece suçlu olduğuna inanılanların parmak izi alınırdı, şimdi ise …
Yüz tanıma teknolojisi gelişme çabaları, 1950li yıllarda başladı. İlk çalışmalar, Manuel Blum ve Woody Bledsoe gibi bilim insanlarının öncülüğünde yapıldı. 1960larda, bilgisayar alimleri yüzleri tanımlamak için algoritmalar geliştirmeye çalıştılar. Tabii o dönemin bilgisayarları bu tür karmaşık işlemleri gerçekleştirecek kadar güçlü değildi. Bu erken dönem yüz tanıma çalışmaları genellikle başarısızlıkla sonuçlandı. Algoritmalar, düşük kaliteli görüntülerle ve farklı açılardan çekilen yüz fotoğrafları ile başa çıkmakta zorlanıyordu. Ayrıca, teknolojinin performansı cinsiyet, yaş ve ırk gibi faktörlerden etkileniyordu.
1980lerde, bilgisayarların işlem gücü arttıkça, yüz tanıma teknolojisi de gelişmeye başladı. Bu dönemde, yüz tanıma için daha kapsamlı algoritmalar geliştirildi ve bu algoritmalar daha büyük veri setleri üzerinde test edildi. Ancak, yine de hatalar yaygındı ve teknoloji henüz pratik kullanıma hazır değildi.
1990lara gelindiğinde, yüz tanıma teknolojisi önemli ilerlemeler kaydetti. Lawrence Sirovich ve Michael Kirby, yüz tanıma algoritmalarının doğruluğunu artırmak için yeni matematiksel yöntemler geliştirdiler. Bu dönemde, yüz tanıma teknolojisi daha güvenilir hale geldi, ancak hala mükemmel değildi. Bu çalışmalar, yüz tanıma teknolojisinin temelini oluşturdu. Ancak teknoloji hala pratik kullanım için hazır değildi.
21. yüzyıla geldiğimizde, yüz tanıma teknolojisi sınırlı bir şekilde kullanılıyordu. Bu dönemde birçok şirket ve hükümet, teknolojinin potansiyelini araştırıyordu. Ancak, teknoloji henüz yaygın olarak benimsenmemişti ve performansı beklentilerin altındaydı. 2000li yıllarda yüksek performanslı bilgisayarlar sayesinde büyük veri setleri üzerinde yüz tanıma algoritmalarının, bir nevi yapay zeka başlangıcı, eğitilmesi mümkün hale geldi. Algoritmaların doğruluğu ve güvenilirliği arttı. Süper bilgisayarların kullanımı ile yüz tanıma teknolojisinin daha yaygın ve etkili bir şekilde kullanılması artık mümkündü.
Yüz tanıma teknolojisinin gelişimi sırasında, bazı rahatsız edici teklifler ortaya çıktı. Bu teklifler, teknolojinin kötüye kullanılma potansiyelini gösteriyordu. Örneğin bazı şirketler, yüz tanıma teknolojisini reklamcılıkta kullanmayı planlıyordu. Bu, insanların yüz ifadelerine ve duygularına göre reklamların kişiselleştirilmesi anlamına geliyordu. Bu tür uygulamalar, mahremiyet ihlallerine ve etik sorunlara yol açabilecek nitelikteydi.
Yine aynı dönemde, bazı hükümetler de yüz tanıma teknolojisini güvenlik amacıyla kullanmayı düşünüyordu. Özellikle, terörizmle mücadele ve suçluların yakalanması gibi konularda bu teknolojiye büyük ilgi vardı. Ancak, teknolojinin hatalı tanımlamaları ve ayrımcılık yapma potansiyeli endişe vericiydi.
Rahatsız edici teklifler arasında, insanların yüzlerini gizlice tarayarak kimliklerini belirleme girişimleri de vardı. Bu tür uygulamalar, insanların izni olmadan kimliklerinin açığa çıkmasına neden olabilirdi. Bu da büyük bir mahremiyet ihlali olarak değerlendiriliyordu. Anlaşıldığı üzere, teknoloji yaygınlaştıkça daha da mükemmelleşecek ve işin sonunda mahremiyet ihlallerine yol açacaktı.
Henüz bu mahremiyet tartışmalarının üzerinden çok da zaman geçmemişken beklenen oldu. Takvimler 2001 yılındaki Super Bowl’u gösterdiğinde, yüz tanıma teknolojisinin büyük çapta kullanıldığı bir olay meydana geldi. Tampa, Florida’da düzenlenen bu etkinlik, yüz tanıma teknolojisinin halka açık bir alanda büyük ölçekte ilk kez uygulandığı yer oldu. Bu olay, “Snooper Bowl” olarak anılmaya başlandı. Super Bowl sırasında, stadyuma gelen tüm seyircilerin yüzleri gizlice tarandı ve veriler kolluk kuvvetlerine aktarıldı. Amaç, suçluları ve aranan kişileri tespit etmekti. İnsanlar, rızaları olmadan yüzlerinin taranmasından rahatsız oldu ve bu teknolojinin potansiyel kötüye kullanımından endişe duydu. Bu deney, yüz tanıma teknolojisinin potansiyelini ve sınırlamalarını gösterdi. Teknoloji, bazı suçluları tespit edebilmiş olsa da, birçok masum insanı da suçlu olarak etiketlemişti. Ayrıca bu uygulama, yüz tanıma teknolojisinin yaygın kullanımının doğurabileceği etik ve yasal sorunları gündeme getirdi. “Snooper Bowl” olayı, yüz tanıma teknolojisinin geniş çapta kullanımı için bir dönüm noktası oldu ve gelecekteki uygulamalar için önemli dersler sundu.
2006 yılında, ACLU (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği) Chicago şubesinde yasama danışmanı olarak çalışan James Ferg-Cadima, Chicago’daki Jewel-Osco marketinde alışveriş yaparken “Pay By Touch” hizmetini fark etti. Pay By Touch, 2002 yılında John Rogers tarafından kurulan ve yüz milyonlarca dolarlık yatırım alan bir firmaydı. Kasiyerler, müşterilere parmak izi ile ödeme yapma imkanını tanıtmaya çalışıyordu.
James, biyometrik verilerin toplanması ve kullanılmasıyla ilgili yasal düzenlemeleri araştırmaya başladı. Parmak izlerinin ve diğer biyometrik verilerin korunması konusunda endişeliydi, çünkü bu veriler bir kere ele geçtiğinde artık geri alınması veya değiştirilmesi kabil olmuyordu. Rogers’ın geçmişteki yasal sorunları ve şirketin mali zorlukları, James’i endişelendirmişti ve şirket, iflas ettiğinde Illinois vatandaşlarının parmak izleri, başka bir eyaletteki iflas işlemleri sırasında bir varlık haline geldi. Bu durum, biyometrik verilerin nasıl kullanılabileceği konusunda ciddi endişelere yol açtı.
James ACLU’nun teknoloji ekibiyle birlikte çalışarak biyometrik veri tanımını içeren bir yasa tasarısı hazırladı. Yasa tasarısı biyometrik verilerin toplanması, kullanılması veya satılması için kişilerin rızasının alınmasını ve bu verilerin nasıl saklanacağı ve yok edileceği konusunda bilgi verilmesini zorunlu kılıyordu. Tasarı, Illinois eyalet meclisinde hızla destek buldu ve 2008 yılında kabul edildi. Artık benzer yasalar için bir model vardı. Pay By Touch’ın çöküşü, biyometrik verilerin ticari kullanımı konusunda önemli bir ders oldu ve bu verilerin korunması için daha sıkı yasal düzenlemeler yapılmasını sağladı.
2009-2011 yılları arası, yüz tanıma teknolojisi açısından önemli bir dönüm noktasıydı. 2009 yılında, Google “Goggles” adlı devrim niteliğinde yeni bir arama motoru özelliğini piyasaya sürdü. Bu uygulama, kullanıcıların fotoğraflarını çekip görsel arama yapmalarını sağlıyordu. Goggles’ın mühendisleri, yarattıkları teknolojiyi açıklayan “sevimli” bir YouTube videosu hazırladılar. Kuantum Fizikçisi Hartmut Neven, Goggles’ın neler yapabileceğini anlattı.
Neven’e göre Google, kamusal alanda mahremiyet kavramını kökten değiştirecek bir ürün üzerinde çalışıyordu. Önerilen şey herhangi bir şekilde ulaştığınız bir yabancının yüzüne isim koyma gücüydü. Mart 2011de, CNN bunu ürkütücü bir başlıkla yayınladı. Ama Google sözcüsü, bunun abartıldığını ve şirketin aktif olarak ilgilendiği bir şey olmadığını söylediler. Görünüşe göre Neven, Google’ın kurumsal iletişim ekibi tarafından benimsenmemiş açıklamalar yapmıştı.
Yine Google, yıllar önce Street View oluşturmak için kameralı arabalarla çekimlere başladığında, bazı kişilerin bu fikirden dehşete kapılabileceğini düşünmemişti. Pennsylvania’da bir çift olan Borings, mahremiyetin ihlali ve izinsiz giriş iddiasıyla şirketi dava etti. Google, Avrupa gizlilik düzenleyicilerinden gelen tepkilerin ardından, evlerinin sanal olarak dolaşılmasını istemeyen insanlar için bir bulanıklık seçeneği sundu. Bu bilhassa Almanya’da rağbet gördü. Ama pro-teknoloji militanları, Google Maps’ten kolayca tespit edilebilen bu evleri gerçek dünyada bulup yumurta attılar ve posta kutularına durumu belirten notlar bıraktılar. Görünüşe göre, bu yeni dünyada saklanmak mümkün olmayacaktı.
Sakıncalı Teknolojinin Cazibesi
2018de Clearview AI, yüz tanıma teknolojisinin potansiyelini tam olarak ortaya koyabilmek için daha fazla yatırım almaya çalışıyordu. Şirket, polis teşkilatları ve güvenlik güçleri için de teknolojisini pazarlamayı planlıyordu. Özel şirketler içinse üç ürün sunuyordu: geçmiş kontrolü, suçluları tespit ve korunmak için kamera sistemi ve girişte kimlik doğrulama sistemi. Şirket, bankalar ve oteller gibi çeşitli müşterilere sahipti, ancak henüz büyük bir müşteri kitlesi edinmemişti. Clearview AI’ın yatırımcıları büyük bir ticari başarı elde edileceğine inanıyordu ve bu nedenle şirketin büyümesine destek oldular. Hatırlarsanız, Singapur Goya yazısında yüz tanıma ile çalışan asansörlerden bahsetmiştim. İşin vardığı kullanım kolaylığı ve ucuzluğunu siz düşünün. Zaten akıllı telefonunuz ve içindeki uygulamalarınız için de yüz tanıma kullanıyoruz. Yani biyometriklerimiz zaten ellerinde…
Ve 2011 yılının Aralık ayında, Federal Ticaret Komisyonu (FTC) konuya el attı. FTC, 1914 yılında Amerikan tüketicilerini aldatıcı, haksız ve rekabete aykırı iş uygulamalarından koruma amacıyla kurulmuştu. Ancak internet çağı ile birlikte, ajans kişisel verilerin korunmasına yönelik yeni bir misyon üstlendi. Bilgi Çağında tüketicileri korumak, sadece paralarını değil, aynı zamanda giderek daha değerli hale gelen kişisel verilerini de korumak anlamına geliyordu. FTC, yüz tanıma teknolojisinin anonimliği sona erdirebileceği ve bireylerin halka açık yerlerde tanınabilir hale gelebileceği konusunda uyardı. Yayımlanan raporda, şirketlere şeffaf olmaları, tüketicilere seçenek sunmaları ve ürün geliştirme sürecinde gizliliği sağlamaları önerildi. Kongre’ye yasa çıkarma çağrısında bulunuldu.
Clearview AI, NYPD gibi polis departmanlarında hızla popüler hale geldi. Ama uygulama suçluları yakalamak yanında başka amaçlarla kullanılabilirdi. Bu nedenle, NYPD, Clearview AI’ın bazı özelliklerini değiştirmesini istedi. Clearview AI, çocuk istismarı ve insan kaçakçılığı gibi ciddi suçları çözmede de önemli bir araç haline geldi. Bu süreçte Clearview AI, polis departmanlarına sağladığı ücretsiz deneme hesapları ile kendini kanıtladı, artık birçok başarıları vardı ve yaygınlaşmışlardı. Ancak, şirketin aşırı sağcı bağlantıları ve uygulamanın gizli kullanımı, bazı kesimlerde endişe yarattı. Clearview AI’ın yasallığı ve etik kullanımı konusunda kamuoyunda tartışmalar başladı. Bu ise şirketin geleceğini şekillendiren önemli bir faktör olarak öne çıktı.
Bu arada komedyen ve politikacı senatör Al Franken, Alvaro Bedoya ile birlikte teknoloji şirketlerinin kullanıcıların verilerini nasıl topladığını ve sattığını araştırıyor. 2011de Franken, Apple ve Google yöneticilerini senatoya çağırarak akıllı telefonların kullanıcıların konum bilgilerini nasıl topladığını ve kimlerle paylaşıldığını sorguladı. Bu oturum büyük ilgi gördü ve medyada geniş yer buldu. Franken, gizlilikle ilgili daha fazla araştırma yapmak istedi ve Bedoya’dan yeni bir oturum için fikirler istedi. Franken, yüz tanıma teknolojisinin ürkütücü olduğunu belirtti ve bu konuyu araştırmaya başladılar.
Facebook’un 2010da yüz tanıma teknolojisini kullanarak otomatik “etiket önerileri” sunması dikkatlerini çekti. Bu teknoloji, kullanıcıların fotoğraflarını etiketlemelerini kolaylaştırıyordu, bu gizlilik endişelerini artırdı. 2012de Franken, yüz tanıma teknolojisi üzerine bir kongre oturumu düzenledi. Facebook başlangıçta oturuma katılmak istemedi, ancak sonunda kabul etti. Oturumda, Facebook yöneticisi Rob Sherman, şirketin yüz tanıma teknolojisini sadece arkadaşları tanımlamak için kullandığını ve üçüncü şahıslarla paylaşmayacağını söyledi. Ancak, Bedoya, Facebook’un kullanıcıların profil fotoğraflarını halka açık hale getirerek büyük bir yüz tanıma veri tabanı oluşturma potansiyeli konusunda endişeliydi. Facebook, bu tür bir veri toplamanın mümkün olmadığını savundu. Bedoya ve Franken, yüz tanıma teknolojisi ve konum bilgisi ile ilgili federal bir yasa çıkarmaya çalıştılar. Ancak, 2013te Edward Snowden’ın NSA’in geniş çaplı veri toplama programını ifşa etmesiyle dikkatler hükümetin gizlilik ihlallerine yöneldi. Hırsız çarşıda aranırken evde yakalanmıştı. Ama ulusal güvenlik gibi geçerli bir sebep olduğu öne sürülüyordu. Tüm bunlar sonucunda bugün Facebook, yüz tanıma teknolojisini kullanma konusunda daha dikkatli davranıyor. Illinois’de 2008de kabul edilen Biyometrik Bilgi Gizliliği Yasası (BIPA) nedeniyle, teknoloji şirketleri bu tür teknolojileri kullanırken daha temkinli olmaya başladı.
2019da Clearview AI yüz tanıma teknolojisini kullanarak büyük bir veri tabanını kolluk kuvvetlerine satmıştır. Bunu araştıran Martinez, yüz tanıma teknolojisinin gizlilik üzerindeki potansiyel tehlikelerini ve bu teknolojinin yaygınlaşmasının getirdiği riskleri vurgular. Clearview AI, New York Times ile görüşmede bu teknolojiyle çocuk istismarcılarını yakalamak gibi güvenlik amaçlarına hizmet ettiklerini savunur. Ancak, Martinez Clearview’ın algoritmasının üçüncü parti tarafından denetlenmediğini ve şirketin kendi yaptığı testlerde yüzde 100 doğru sonuçlar elde ettiğini iddia eder. Clearview AI, diğer teknoloji şirketlerinin etik nedenlerle çekindiği bir çizgiyi aşmıştır.
New York Times, Clearview AI hakkında “The Secretive Company That Might End Privacy as We Know It” başlıklı bir makale yayınlar. Makale, Clearview’ın yüz milyarlarca insanın yüz resmini içeren veri tabanını ve bu teknolojiyi kullanan yüzlerce kolluk kuvveti ve özel şirketi ifşa eder. Bu haber, Clearview AI’ın varlığını ve faaliyetlerini kamuoyuna duyurur.
Clearview AI büyük bir avukat ekibi ile dünyanın dört bir yanından gelen yasal incelemelerle başa çıkmak zorundaydı. Şirketin uygulaması, birçok ülkede denenmişti ve bu da dünya genelinde yasal incelemelere yol açtı. Sonuç olarak, Clearview birçok ülkede yasadışı ilan edildi ve yaklaşık 70 milyon dolar cezaya çarptırıldı. Clearview, bu cezaları ve kararları temyize götürmeyi planladı. Şirketin kurucusu Hoan Ton-That, Clearview’ı Google ile karşılaştırdı; her ikisinin de zaten halka açık bilgileri bulmayı kolaylaştıran arama motorları olduğunu savundu.
Bu sorunlar bize teknolojinin kötüye kullanılmasının yaratabileceği potansiyel tehlikeleri gösterdi. İnsanların biyometrik bilgilerinin, onların izni olmadan kullanılması durumunda, gelecekte birçok farklı şekilde izlenebileceği endişesi ortaya çıktı. Ton-That, Clearview’ın yalnızca kolluk kuvvetleri ile çalışmayı planladığını söylese de, şirketin gelecekte ne yapabileceği bilinmiyordu. Ayrıca artık mevcut olan bu teknolojileri kullanarak amatörler bile benzer veri tabanları düzenleyerek, benzer sakıncalı işler yapabiliyordu.
Sonuç olarak, Clearview AI’ın yüz tanıma teknolojisinin yaratabileceği büyük tehlikeler ve gizlilik ihlalleri hakkındaki endişeler, şirketin faaliyetlerini durdurma girişimlerine yol açtı. Ancak, daha büyük bir tehdit ortaya çıktı ve dikkatler başka yöne kaydı. Pandemi!
Gelecek Şoku
Ocak 2020 ay sonunda, dünya genelinde yaklaşık sekiz bin Covid vakası kaydedildi ve WHO, bir salgın durumu ilan etti.
Clearview AI, bu krizi fırsata çevirmeye çalıştı. Mart 2020de Wall Street Journal, şirketin Covid-19 hastalarını izlemek için teknolojisini kullanmak üzere bazı eyalet kurumlarıyla “görüşmelerde” bulunduğunu bildirdi. Güney Kore, Çin ve Rusya’nın virüsün yayılmasını kontrol altına almak için yüz tanıma teknolojisini kullandığı bildirildi. ABD’li politika yapıcıların da Amerikalıları bu şekilde izlemeyi düşünüp düşünmedikleri merak konusu oldu ve yüz tanıma teknolojisine sahip şirketler yazılımlarını maske takan kişileri tanıyacak şekilde uyarladı.
Muhalifler tarafında görüş belirten Harari, bu tür teknolojilerin, sağlık amacıyla kullanılsa bile, uzun vadede bireylerin özgürlüklerine zarar verebileceğini vurguladı. Biyometrik veri toplamanın, bireylerin davranışlarını ve duygularını manipüle etmek için kullanılabileceği tehlikesine dikkat çekti. Harari, totaliter gözetim ile vatandaşların güçlendirilmesi arasında bir seçim yapılması gerektiğini belirtmiş; pandeminin bir fırsat olarak değerlendirilip, vatandaşların bilimsel verilere ve sağlık uzmanlarına güvenmesi sağlanarak, daha demokratik ve etik bir yaklaşım benimsenebileceğini savunmuştu.
İşte bu dönemde teknoloji hızla ilerlerken, birçok insan ve kurum, bu değişikliklere ayak uydurmak için yeni stratejiler geliştirdi. Yüz tanıma teknolojisi, iş yerlerinden okullara, havaalanlarından alışveriş merkezlerine kadar pek çok alanda uygulanmaya başlandı.
Özellikle, güvenlik ve ticaret sektörleri, yüz tanıma teknolojisinin sunduğu fırsatları değerlendirdi. Güvenlik sektöründe, yüz tanıma sistemleri suçluları tespit etmek ve güvenlik ihlallerini önlemek için kullanıldı. Ticaret sektöründe ise, müşterilerin alışveriş alışkanlıklarını analiz etmek ve kişiselleştirilmiş hizmetler sunmak amacıyla bu teknolojiye yatırım yapıldı.
Bu süreçte, birçok kuruluş ve birey, yüz tanıma teknolojisinin potansiyel faydalarını ve risklerini değerlendirerek stratejilerini belirledi. Mahremiyet savunucuları, bu teknolojinin getirdiği mahremiyet ihlallerine karşı uyarılarda bulunurken, bazı işletmeler ve hükümetlerse teknolojiyi daha güvenli ve etik bir şekilde kullanmanın yollarını arıyor.
Ama artık dünyanın dört bir yanındaki kameralar sürekli veri topluyor ve bu veri yapay zeka ile analiz ediliyordu. Clearview ise sadece bir günah keçisi miydi?
Devlet yüz tanıma kameralarıyla protestocuları takip edebiliyordu. Ama devlet değişken kişilerden oluşuyordu ve istismara açıktı. Anayasal haklarımız nasıl korunacaktı.
Clearview, bir dizi davayla karşı karşıya kaldı ve ACLU tarafından dava edilmek, şirketin üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu. Sonuçta, mahkeme, ACLU’nun davayı kazanabileceğini belirtti ve Clearview, ACLU ile bir anlaşmaya vardı. Şirket, ürününü özel kişilere ve şirketlere satmamayı kabul etti. İlginç değil mi ABD hukuk sistemi?!
İngiltere’de, Covid-19 kısıtlamalarının kaldırılmasının ardından, Londra Metropolitan Polisi, Oxford Circus’ta canlı yüz tanıma teknolojisi kullanarak bir operasyon gerçekleştirdi. Polis, 9.000den fazla kişinin yer aldığı bir izleme listesi oluşturmuştu.
Rusya’da FindFace adlı yüz tanıma uygulaması, VKontakte (VK) üzerinden insanları tanımlayabiliyordu. Uygulama, kullanıcıların seks işçilerini ifşa etmesi gibi kötüye kullanım örnekleriyle tanındı. 2018de NtechLab, FindFace’i kapattı ve algoritmasını yalnızca hükümet ve şirketlere satmaya karar verdi. FindFace’in halka açık olması, birçok kötüye kullanım örneğiyle gündeme geldi.
Çin, güvenliği önceliklendirdi ve geniş çapta gözetim teknolojisi devreye aldı. Yüz tanıma kameraları, sadece suçluları değil, aynı zamanda kamu düzenini bozduğuna inanılan kötü vatandaşları tespit etmek için kullanıldı. Çin’in gözetim ağının azınlıklara Çinli bilinci yerleştirmek için kullanıldığı da söylendi.
Bana kalırsa yüz tanıma teknolojisinin dünyada farklı bölgelerdeki kullanımının meydana getirdiği etkileri ve tepkileri inceleyerek, bireysel gizlilik hakkı ile güvenlik öncelikleri arasındaki dengenin tartışılması; her toplumun kendi önceliklerini belirlemesi gerekiyor, diyerek bir geçiştirme yapabilir miyim diye düşününce karşınıza kısıt olarak global mobil iş gücü ve turist ekonomisi çıkıyor.
Bu arada, bazı teknoloji meraklıları, yüz tanıma teknolojisini engellemek için çeşitli araçlar geliştirmişler. Michigan’da bir gözlük üreticisi olan Scott Urban, yüz tanıma kameralarını kör eden yansıtıcı çerçeveler üretmiş. NYU’da öğrenci olan Adam Harvey ise CV Dazzle adlı bir yüz tanıma kamuflajı icat etmiş. Ancak, bu tür korumalar geçici ve zamanla aşılabilir zira salgında maskeler varken de yüz tanıma çalışıyordu.
Facebook, yüz tanıma sistemini kapatmaya karar verdiğini açıkladı, ancak bu algoritmayı ortadan kaldırmadı. Şirket, gelecekte bu teknolojiyi kullanma olasılığını açık bırakmıştı.
Clearview’ın veritabanı günde 75 milyon yeni fotoğrafla büyümeye devam ediyor. Şirket bulanık yüzleri netleştirme ve maske takan kişileri tanıma gibi yapay zeka destekli yeni özellikler üzerinde çalışıyor. Yazara göre Ton-That, Clearview’ın yüz tanıma teknolojisini halka satmak ve kabul ettirmek için mücadeleye devamla eleştirmenlerle savaşacak, davalarla uğraşmaya devam edecek ve hükümetlerle mücadele edecek. Ton-That, günümüzde karşılaştığı bu direnişi “gelecek şoku” olarak nitelendiriyor ve dünyanın bu teknolojiye zamanla uyum sağlayacağını söylüyor.
Buraya ses ispiyonajı konusunda daha önce yazdığım bir yazının linkini bırakıyorum (https://muratulker.com/y/ses-espiyonaji-istihbarat-endustrisi). Bir hatırlayın ve tahmin edin, teknolojinin bir sonraki adımında neyle karşılaşacağız.
——-
(*) Epigenetik, biyolojide, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan ama aynı zamanda ırsi olan gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değişiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkilemektedir ancak, DNA dizisinde hiçbir değişiklik gerçekleşmemektedir.
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.