Sosyal Psikoloji

İşin Zor Kısmı Kadınları Anlamak

LinkedIn

KALTAK (BITCH) NE DEMEK?

Bugün size geçtiğimiz Şubat’ta Atlantik’i geçerken okuduğum, ancak şimdi sırası gelen Kaltak (Bitch)  isimli kitabı özetlerken görüşlerimi paylaşacağım. Kaltak kitabı kadın erkek eşitliğini değil de kadın cinselliğini yani kadının “kadın” özelliklerini bastırmanın kadınları başarısız kıldığını iddia eden ve hatta feminizmi eleştiren bir kült kitap. Bitch; In Praise of Difficult Women (Zor Kadınlara Övgü) 1998 yılında İletişim yayınları tarafından çevrilmiş, basılmış (1).   

Önce Feminizm ile ilgili biraz bilgi; Feminizm sosyolojik, politik ve etik alanlardan oluşuyor, temelinde kadın özgürlüğü var, önceki ve şimdiki toplumsal ilişkilere karşı eleştirel. Bir çok toplumsal cinsiyet ve cinselliğe ilişkin toplumsal inşa olduğuna inandıkları unsurları analiz etmeye odaklanmış. Yine çoğu feminist cinsiyet eşitsizliği ve kadın hakları ve sorunlarını araştırmaya yönelmiş. Feminist hareket içinde kadın ve erkeğin eşitliğini savunan gruplar olduğu gibi kadının biyolojik ve duygusal olarak erkeğe üstün ve erkeğin “tamamlanmamış kadın” olduğunu savunan daha radikal gruplar da yer almaktadır.

Feminizm “hak eşitliği, insanlık şerefi ve kadınlara karar verme özgürlüğü” amaçlarıyla aynı zamanda politik bir hareket. Feminizm, kadınlara cinsiyet hiyerarşisi baskısının sona ermesi ve toplumsal cinsiyet tutumlarının aynı değerde olması için toplumun değişimini amaçlıyor (2).

Bugün belki de şunu kendimize itiraf edip, gerçekten yana tarafımızı seçmeliyiz:
Kadınlar Roma’dan beri bir meta olarak görülüp, geleceklerini emniyet altına almak için nikahlandılar. Yani manevi dünyada dinlerin onlara tanıdığı eşitliğe maddi dünyada kavuşamadılar. Artık annelerimizi, bacılarımızı, eşlerimizi ve kızlarımızı, gelinlerimizi eşdeğer veya daha değerli görebilecek miyiz nefsimizden? Bence sevgi işte budur.

Şimdi gelelim Bitch; In Praise of Difficult Women (Kaltak: Zor Kadınlara Övgü) isimli kitaba ve yazarına. Kitabın Yazarı Elizabeth Wurtzel Harvard mezunu bir gazeteci. 1994’te yayınlanan ilk kitabı Prozac Nation (Prozac Toplumu) (3) büyük ilgi toplamış ve yazara ün kazandırmış. O zamanlar yirmili yaşlarının ortalarında güzel bir kız olan Wurtzel oldukça çekişmeli bir boşanmaya maruz kalarak büyümüş. Şiddetli bir depresyon geçirmiş ve o zaman yeni onaylanan prozac ilacını ilk kullanan kişilerden biriymiş. Bu sorunlara rağmen okulda başarılı olmuş, sonrasında ödüllü bir gazeteci olarak hayatına devam etmiş.  Harvard’da bir lisans öğrencisi olarak iki yılı oldukça çalkantılı geçmiş, intihara teşebbüs etmiş ama sonunda hayatını yoluna koymayı başarmış. Kitabında mucizevi bir şekilde nasıl kurtulduğunu anlatmış. Yayınladığı yıl 1998’de en çok satan kitaplar arasına giren Prozac Toplumu liberal yayınlar tarafından “kendine takıntılı bir vaka çalışması” diye çok hırpalanmış.

Prozac Toplumu’na yapılan eleştirileri kabul edenler de var etmeyenler de; “Özgürleştirilmişlerin çocukları için cinsel özgürlüğün çoğu zaman feci sonuçları olur” fikrinin güzel işlendiğini düşünenler de… (4)   

Kaltak ise Elizabeth Wurtzel’in ikinci kitabı. Burada İncil’deki öldüren cazibe Delilah’tan Prenses Diana’ya ve Kurt Cobain’in eşi kötü şöhretli Courtney Love’a kadar güçlü ve meydan okuyan kadınları övüyor. Edebiyat, ilahiyat, müzik dünyalarından ve filmlerde tasvir edilen güçlü  kadınlardan  kanıtlar sunan  Wurtzel, toplumun kuralları çiğneyen kadınları değersizleştirme eğiliminde olduğunu, güçlerini cinsel hilelere ve erkekleri manipülatif olarak yok etmeye yönelik kullanmaktan aldıklarını söyleyerek onları aşağıladıklarını böylelikle de erkeklerden aşağı konumlandırıldıklarını söylüyor. Kitabında güçlü, cesur kadınları anlatıyor ve onları savunuyor.

Wurtzel, olan bitenden erkeklerin sorumlu tutulmaları gerektiğini savunuyor. Kadınlar zayıf ve aşağı, erkekler güçlü ve üstünse, nasıl oluyor da küçük bir karakterin, aşağı bir varlığın baştan çıkarıcılığının üstesinden gelemiyorlar? Kadınlar erkekleri seks yoluyla aşağı çektikleri fikri, büyük bir aptallıktır, mesela tecavüz kurbanlarının adlarının verilmemesinin ama tecavüzcü oldukları iddia edilenlerin adlarının verilmesinin nedeni bu mudur, acaba erkeğin değil, kadının utanması gerektiğini mi ima ediyor, çünkü kadın onu bu ağır eyleme sürüklemiş. Kadın cinselliğine ve kadın gücüne bakışımızı yeniden tanımlamaya yönelik farklı bir mesaj içeren bir kitap ve güçlerini ve kendilerini kadınlık hilelerinin dışında tanımlamak isteyen tüm kadınların kulak kabartması gereken fikirler içeriyor. (5)

Wurtzel çok çarpıcı bir şekilde başlıyor kitaba: “Bir kaltak gibi davranmak, bir rol, bir simge, bir fikir olarak bazı anlarda havalı, bazen de anlamlıdır. Bazen son moda bir maskeye, oynanacak bir oyuna benzer.”

Wurtzel’in görüşlerinin özeti şöyle:

•       Bir kadın iyi olacak kadar nitelikliyse kötü olacak kadar da niteliklidir. Önemli olan kötüyü yola getirmek, düşkünlüğü sadakate çevirmektir.
•       Geleneksel iş kadınının giydiği gabardin tayyörün içine dantelli seksi ipek iç çamaşırı giydirerek, kusursuz kadına ufak tefek kötü ayrıntılar mal edildi.
•       Kadınların günlük hayatlarının izin vermeyip yasakladığı görünümler elde etmek için ruj kullandıklarını sezen kozmetik üreticileri malzemelerine verdikleri isimleri, kullanılan renklerden değil, genelde yaratılmak istenen görünümle ilgili düşünce ve ipuçlarından seçerler.
•       Bence kötü kızların sonunun hep kötü olmasının bir nedeni özgüven eksikliğidir: kendi kötülüklerinden ürküp yetiştirildikleri gibi cici kız olmaya çalışıyorlar. Bu çelişki sonunda onları mahvediyor. Kalbi ve kafası özgür, ne istediğini bilen bir kadın olmak için gerekli açık ve uzak görüşlülüğe sahip olmak gerçekten de çok güçtür.
•       Günümüzde insanlar yalnız ya da bedbaht oldukları, yatacak veya evlenecek birini bulamadıkları için değil, seks hoş ve ilginç bir şey olduğu için parayla seks satın alıyorlar.
•       Erkeklerin bize uyacak şekilde değişmesini isteyeceğimiz yerde, onların istediği gibi olmayı kabul ediyoruz.

Ve sonra yazar kaltak felsefesini şöyle tanımlıyor: “İstediğimi yapmak, istediğim gibi davranmak ve yalnızca kendime karşı sorumlu olmak niyetindeyim: işte bu kaltak felsefesidir ve bu felsefe, kadınların öyle yetiştirildikleri için kendilerini soktukları açmazlar karşısında, ferahlatıcı bir meltem gibidir. Dünya huysuzluk edip sağa sola emirler yağdıran erkeklerle ve bu yaratıkların emirlerini yerine getirmek için çabalayan kadınlarla dolu. Böyle bir düzenin içine tükürmeyi başaran birkaç kadın da, tabii ki, kahraman sayılmalıdır.”

Wurtzel peşinden “erkeği oyuna getiren kadın imajının” rasyonelini sunuyor:

“Temel Freudyen-feminist söyleme göre, toplumsallaşma sürecinin erkeklerin kadınlardan kaçmasına neden olduğunu biliyoruz. Erkeklerin yaşamlarının bir noktasında annelerinden
uzaklaşıp babalarıyla özdeşleşmeleri gerekiyor; bu kızların geçirmesi gereken değişimden çok daha çarpıcı, çünkü kızların kendilerini besleyip büyüten kişiyi, yani annelerini örnek almaları yeterlidir. Bu yüzden de onlar ayrılığa o kadar hevesli olmuyorlar ve ilişki kurmakta erkek çocuklar gibi zorlanmıyorlar. İşte bu, erkeklerin kadın düşmanlığının ve onları ele geçirmek için “kadınların her türlü hile ve düzene başvuracağı” inancını açıklıyor.”

“Güçleri erkeklerinkinden az olmasına rağmen kadınların yırtıcı olduğu inancı oldukça tuhaftır.” diyen yazar bu durumu şöyle açıklıyor:  “Bu yüzden de bir kadın bir erkeği “elde ettiği” zaman işin içine büyü karıştırdığına inanılır. Toplum kadını cinsel bir nesne haline getirmiştir, erkeklerden olsa olsa yakışıklı bir tip olur, ama kadınlar olmadık zamanda bu role soyunursa bu öfkeyle karşılanıyor. Gerçekte kadınlar tek silahlarının cinsellik olduğunu sık sık fark ediyorlar, zira kadınların erkeklerden daha çok ücret aldığı meslekler yalnızca mankenlik, striptizcilik ve fahişeliktir. Bu geçerli oldukça ki bir süre daha böyle olacağa benziyor, kadınlara akılları için değer verilse de, bedenlerinin çok özel bir şekilde değerlendirildiğini bilerek yaşamayı sürdüreceğiz. Bu benim fikrim değil; ekonomik bir gerçek.”             

Kitabın 324’üncü sayfasına gelindiğinde Wurtzel konu şöyle özetlenebilir diyor ve şunları yazıyor:   “Yalnızca bir eş olmak yetmiyor. Birbirlerini terk etmeseler bile kadınlar sıkılmaya başlıyorlar, erkekler de onlardan sıkılmaya başlıyor. Yaşam zaten yeterince sıkıcı. Biz evlilikleri uzun sürmeyen, ayrılan, terk eden, aldatan bir toplumuz. Boşanma oranının yüzde elli dolaylarında duraklaması iyimserlik nedeni sayılıyor.”

Daha sonra da şu örneği veriyor:

“Bütün zamanını bir eş olarak harcamanın akıllı kadınları delirtebileceği tarihte kanıtlanmıştır. İnsan aklını meşgul etmeli! Bu söz benim düşüncelerimi güzel bir şekilde özetliyor. Erkek, kadın herkesin yapacak bir şeylere ihtiyacı var, zorlanmaya ve parlamak için bir şansa ihtiyacı var. Bu olmazsa zeki bir kimse delirir. Kadınlar eş ve anne rolüyle sınırlandırıldıklarında, hep erkekler onları oraya tıkıyor gibi görünür, oysa bu aşamada, bizim, beni içine kapatmaya çalıştığın kutuya göre ben daha büyük, daha akıllı, daha iyi, daha gelişmiş ve daha genişim diye karşı çıkmanız gerekir.

Yazar daha sonra günümüz feminist kadınlarının çelişkilerine dikkat çekiyor:

•       Feminizm  öncesi kavramlardan en kalıcı, en dirençli ve en yapışkanı olan gelin olma düşü öylesine garip ve parlak bir önem kazandı ki, çoğu kadına Marie Curie olup da bekar kalmak mı yoksa herhangi bir erkekle evli bir kadın olmayı mi istersin diye sorulduğunda, Nobel Ödülü’nün lafı bile edilmiyor. Bir eş olma hayalinin düşsel ve etkileyici bir yönü var.
•       Genç feministler, aralarında seksi görünmek, ruj kullanmak ve acaba evlenecek miyim gibi konuları tartışır oldular.
•       Silah ve şiddete olan hayranlığınız bu kadar belirginse, kadın güzelliğine duyduğumuz hayranlığın yaygınlığını belirtmeye gerek bile yoktur.
•       Bugün vardığımız noktada, tecavüzün güçlülerin suçu olabildiği gibi, aynı zamanda da bir cinsellik fantezisi olduğunu herkesin anlamış olması gerekir…

Yazarın mutluluk, inanç bağlantısını kurduğu nokta ve verdiği örnekler ise oldukça ilginç, ama bana tatminkar gelmediği için buraya almadım. Kitabın sonunda ise yazar bir paragrafta adeta günah çıkarıyor:

“Bunları yaşamasaydım daha iyi olurdu. Bir daha yaşamamak için elimden geleni yapacağım. Erken yaşta evlenen kızlar belki kendilerini bu duygulardan koruyor, belki de onlardan kaçıyorlar, ama ben bunu yapamadım. Bu yüzden kendimden nefret ediyorum. Bekar kalmama yol açan bütün diğer nedenlerden ötürü gurur duyuyorum ama kendimi bir aşktan  diğerine atmakla aptallık ettim. Erkeklerin bu konuda güçlü olduğuna inanıyorum. Onlar içgüdülerine uyarak hala kaçarken kadınlar içgüdülerinin esiri olup aşka doğru koşuyor.”

Yine kitabın sonundaki şu paragraf ise aslında kitabın tezini özetliyor:

Kadınlar doğaları gereği cinsel ve erotik yaratıklar olarak görülür. Feminizm sonrasında bile erkekleri, bir tanesinin bile size neler yapabileceğinin bilinmesine rağmen, cinsel nesne
olarak görebilmek hala olanaksızdır. Erkeklerin cinselliği tek bir organa bağlıdır oysa kadınlar bütün bedenleriyle cinselliği somutlaştırırlar. Bu yüzden bir erkeğe bağlanıp cinsel enerjileri güvenli bir şekilde yönlendirilmediği sürece kadınlar, göz ardı edilemeyen cinsellikleri yüzünden bir tehdit olarak görülür. İşte bu yüzden, özgür bir kadın hep küçümsenir ve adeta bir karabasanmış gibi korku uyandırır. Tabii bekar kadınlar toplumumuzda en korunmasız toplumsal sınıfı oluşturmaktadır.

Elizabeth Wurtzel’e en sert eleştirilerden biri New York Times’da “Ruj Koşulu: Gerçek Dünyada Kadınlar, Seks ve Güç” kitabının yazarı Karen Lehrman’dan geliyor (6).

Şöyle yazıyor Lehrman: Wurtzel özetle, “Ben olduğum kişi olmak istiyorum” diyor. Kur yapma ve aşk uğruna dürtülerimizi kontrol etmemiz ve kendimizi bastırmamız gerektiği hissine hâlâ kapılıyorsak, feminizm neyi başardı? diye soruyor. Wurtzel, kadınlara duygularını, özellikle de kadın olarak kendilerine özgü doğallıkla değil, bir politik durum olarak davrandıklarında kendileri olmaktan çıktıklarını savunuyor.
“Açıkçası, ben olduğum gibi olmazsam ve dünyanın buna bir şekilde uyum sağlamasını sağlayamazsam, feminizmin çok işe yaradığını düşünmekte zorlanıyorum,” diyor Wurtzel.

Feminizmin amacı, kadınları gereksiz yasal, sosyal ve psikolojik kısıtlamalardan kurtarmaktı.
Wurtzel’in en önemli katkılarından biri, kadın cinselliğinin muazzam bir güç olduğu gerçeğini hiçbir mazeret olmadan kadınların bunu kullanmaya yetkili hissetmeleri gerektiğine inanmasıdır.

Ancak hafifçe dönerek yürümekle, kitabınızın kapağında göğsünüzü açığa çıkarmak arasında çok büyük bir fark var (yurt dışı baskıda kitap kapağı böyle) . İlki, cinsel kimliğinize olan güveni ifade edebilir; ikincisi, eksikliği. Wurtzel’in genellikle görmezden geldiği şey, gerçek şehvetin – gerçek kadın cinsel gücünün – teşhircilikten değil, onun zıddı olan incelik ve dingin tarafsızlıktan kaynaklandığıdır. Eskiden haysiyet denen şey buydu ve Wurtzel ilk bölümde bu kavramı karaladıktan sonra, kitabın geri kalanında onun için can atıyor gibi görünüyor, demek istiyorum.

Toplumun hala otoriter bir kadın gördüğünde hemen “vay kaltak” diye düşündüğü doğru mu? Ama aynı zamanda birçok kadının çok fazla güçten değil, güçten yoksunluktan “kaltak” davranışında olduğu da doğrudur, tıpkı kibirli erkeklerin en zayıf olma eğiliminde olmaları gibi. Kendine güvenen kadınların bunlara ihtiyacı yoktur.

Ne yazık ki Wurtzel, en zor kişi olarak gördüğü depresif kadınlara baktığında, bağımsızlığın önemini yanlış mı anlıyor? Bazı feminist yazarlar gibi, Wurtzel de kişisel gelişimi hafife alıyor. Zor kadınların çoğunun kendine hakim olmasına hayran olsa da, kendisi hiçbir şeyi kontrol etmek istemiyor, ne kadar pasta yediği, kaç tane Gucci çantası aldığı, kaç kişiyle yakınlaştığı … gibi.  Bunun gibi kurallar olmasaydı, “gerçekten özgür olurduk” diyor.

Ancak Wurtzel, son sözünde: “Acı çekmek ve bitkin olmak için pek çok neden varken, bazen hayatı kucaklamak ve sevgi tek cevapmış gibi geliyor,” diyebilmekte! Belki de onlar kendi ihtiyaçlarıyla ilgilenmek  ve başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmek arasında bir çelişki olması gerekmediğini asla anlamadılar.

Wurtzel daha sonraki kitabını yazamadan 2020 yılında göğüs kanserine yenik düştü ve ona bağlı menenjit hastalığı nedeniyle doğduğu yer olan New York’da 52 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Yaşasaydı ve dünyayı gezip tüm toplumlarda kadının sosyal hayattaki yerini inceleyebilseydi, daha neler yazardı bilemiyorum. Şimdi bizim x-y-z kuşağı genç kızlarımıza düşen kendi seçimlerini yapmak, nasıl bir insan olmak ve davranmak konusunda…

Tabii işin zor kısmı yine biz erkeklere kaldı, kadınları anlamak!


Kaynakça

(1) Wurtzel, E.(1998). Kaltak, İletişim Yayınları.
(2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Feminizm
(3) Wurtzel, E. (2005). Prozac Toplumu, İletişim yayınları. 
(4) https://feministbookreview.com/2019/08/10/feminist-book-review-bitch-in-praise-of-difficult-women-by-elizabeth-wurtzel/
(5) https://www.commentary.org/articles/margaret-schulman/bitch-by-elizabeth-wurtzel/
(6) https://archive.nytimes.com/www.nytimes.com/books/98/04/19/reviews/980419.19lehrmat.html?module=inline

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.

YORUM YAZIN