Paylaştıklarım

SEÇİMDE “Z” KUŞAĞI NE YAPAR?

LinkedIn

Türkiye’nin pazarlama alanında bilgi paylaşma konusunda en üretken hocalarından biri olan profesör Yavuz Odabaşı’nın Postmodern Siyaset Pazarlaması kitabını merakla okudum, daha sonra da istek üzerine bir önsöz yazarak düşüncelerimi belirttim.

Kitabı bitirdiğimde bir kez daha anladım ki, temel sorunumuz bütün dünyaya aynı yerden, aynı gözlükle bakmamız. Bu da malum Batı dünyası ve Batı felsefesi. Halbuki Adem’in çocukları dünyaya ya- yıldıklarında o kadar farklılaştılar ki, Doğu’dakilerin bakışı çok farklı, sosyal gelişmeleri de çok farklı, dolayısıyla zihniyet gelişmeleri ve geliştirmeleri de çok farklı oldu. Bu nedenle Doğu’nun oluşturduğu medeniyeti Batı’nın düşünce sistemi ile anlayabilmek mümkün mü, emin değilim. Sanki bana bu konuda yeni düşünce araçları, yeni metotlar gerekiyor gibi geliyor. Tabii şu konuda da hakkı teslim etmeliyiz; global köy haline gelen dünyamızda, geniş iletişim şebekeleri nedeniyle her yerde her an aynı şeyler konuşuluyor ve moda oluyor. Bu nedenle postmodern anlayışı ve sonrasını globalleşmenin etkileri ile birlikte analiz etmek, “Globalleşmek Batılılaşmak mıdır?” sorusunun cevabı ile birlikte düşünmek şart.

Son bölümde Odabaşı Hoca Z kuşağının davranışlarına yer vermiş. Bence de Z kuşağı denilen yeni nesil bu seçimde farklı şekilde oy kullanacak, ideolojik ya da felsefi temelli bir rasyonellik içinde oy vermeyecek, tamamen güncelden beslenen pragmatik, faydacı bir tercihte bulunacak.

Akademinin görevi postmodern anlayıştan sonra ne olacağını tahmin etmek olmalıdır. “Sen busun!” dedikten sonra dünya “ben kimim?” arayışına girmişti. Yeniden “sen busun” anlayışına geri mi dönecek, yoksa daha öteye gidip, “ben neyim” diyerek daha büyük bir savruluşa mı gidecek?

Ama tüm dünyada yeni yükselen lider tipine bakınca, “politik anlayış geriye mi dönüyor, döngüye mi giriyoruz?” sorusunu sormadan edemiyorum.

Yavuz Odabaşı Hocamıza felsefe, pazarlama, siyaset, iletişim alanlarında doyurucu bir fikir jimnastiği yapmama vesile olduğu için teşekkür ederim. Size hararetle tavsiye ederim. Aşağıda kitaba yazdığım önsözün tamamı var. Ama lütfen bununla yetinmeyip kitabı edinip tamamını okursanız çok yararlanacağınızı düşünüyorum.

Biraz araştırınca Türkiye’nin pazarlama alanında bilgi paylaşma konusunda en üretken profesörlerinden biri olduğunu anladığım Yavuz Odabaşı’nın Postmodern Siyaset Pazarlaması kitabını merakla okudum. Açıkçası kitabın dili bana biraz ders kitabı gibi geldi. Beklentim sanırım daha popüler dille yazılmış bir kitaptı. Ama şunu da söyleyeyim, hocamız kitabın ilk bölümlerinde hem moderniteyi hem de postmoderniteyi o kadar iyi tanımlıyor, hap şeklinde anlatıyor ki, anlamamak imkânsız. Üstelik de çoğu akademisyenin yapmadığı üzere, bu kavramları Türkiye üzerinden de çok güzel tartışıyor. Kitabı okuduğumda bir kez daha anladım ki “postmodern” kavramının kesin bir tanımı yok. Nasıl modernizm tek seslilik, tek anlamlılık, tek gerçek, çoğunlukçuluk, hatta “Sen busun!” demekse postmodernizm de çok seslilik, çok anlamlılık, çok gerçek hatta hiç gerçek, çoğulculuk, “Ben kimim?” anlamına geliyor. Tabiatı gereği de postmodernizmin katı bir tanımı yok. Yarattığı kaotik ortam da aslında kesin tanımlanmasını engelleyen en önemli neden.

Kitabı bitirdiğimde bir kez daha anladım ki, temel sorunumuz bütün dünyaya aynı yerden, aynı gözlükle bakmamız. Bu da Batı dünyası ve Batı felsefesi. Halbuki Adem’in çocukları dünyaya yayıldıklarında o kadar farklılaştılar ki, Doğu’dakilerin bakışı çok farklı, sosyal gelişmeleri de çok farklı, dolayısıyla zihniyet gelişmeleri ve geliştirmeleri de çok farklı oldu. Bu nedenle Doğu’nun oluşturduğu medeniyet ve Batı’nın düşünce sistemi ile anlayabilmek mümkün mü, emin değilim. Sanki bana bu konuda yeni düşünce araçları, yeni metotlar gerekiyor gibi geliyor. Tabii şu konunun da hakkını teslim etmeliyiz; global köy haline gelen dünyamızda, geniş iletişim şebekeleri nedeniyle her yerde her an aynı şeyler konuşuluyor ve moda oluyor. Bu nedenle de postmodern anlayışı ve sonrasını globalleşmenin etkileri ile birlikte analiz etmek, “Globalleşmek Batılılaşmak mıdır?” sorusunun cevabı ile birlikte düşünmek şart.

Kitabın başında da çok iyi anlatılan modernite, bütün dünyada, her felsefede ve tüm dinlerde aynı şekilde yaşanmadı. Evet, kitapta da etraflıca anlatıldığı üzere, bugün postmodernite revaçta. Her şey karmakarışık, herkesin kafası karışık… Tabii postmodernitede eksik olan, modernitenin her kavramının postmodern transferi yapılmışken modernitenin etkilemediği ya da yüzeysel etkilediği alanlarda, felsefe ve dinlerde böyle bir transferin yapılmamış olması, hatta bundan uzak durulmasıdır. Sorulması gereken şu: Postmodernizm şimdiye kadar derinden etkilenmeyen bu düşünce alanlarını, mesela dinleri de etkileyebilecek mi, dönüştürebilecek mi?

Yavuz Odabaşı’nın kitabı daha sonra postmodernizmin kavramlarını siyaset alanına taşıyor ve yine Türkiye açısından bu kavramların nasıl yorumlandığını çok güzel açıklıyor. Burada hocamızın dediği gibi “solun sağ, sağın da sol” olduğu düşüncesine yüzde yüz katılıyorum. CHP Osmanlı’dan beri gelen “Devlet babadır, ebed müddettir” kuramını savunur. AK Parti ise kuruluşuna bakıldığında aslında devrimci sola daha yakındır. Fakat şimdi geldiğimiz çaresiz siyasette (çıkmazda) CHP yeni bir anlayışla çeşitliliğe (diversity) ve içermeye (inclusion) soyunurken, AK Parti “Ben de devletim,” demekte ancak CHP’nin bu yeni tavrına tepki yine en çok muhalefetin kendi içinden gelmektedir. Bu postmodernizmin yansıması mıdır, yoksa insanın varoluşundan beri geçerli pragmatik düşüncenin yansıması mıdır, yoksa gücü eline geçiren çekiç olup her şeyi çivi olarak görme eğilimine mi geçiyor, çözemedim.

Hocamız son bölümde ise bu kez postmodern kavramlarla siyasal alana pazarlama nasıl uygulanıyor, siyasetin iletişimi artık nasıl yapılıyor, bu konuda kapsamlı açıklamalar yapıyor. Dijitalleşme ve dijitalleşmenin siyasal iletişim alanını dönüştürdüğü ve postmodern kaosun, postmodern şüpheciliğin ve gerçeklere dayalı değil duygulara hitap eden iletişim yaklaşımlarının nasıl egemen olduğuna vurgu yapıyor. Piyasada siyasal iletişimin nasıl, hangi aşamalardan geçilerek yapılacağını anlatan çok sayıda kitap var. Yavuz Odabaşı “Nasıl?”dan ziyade “Ne anlatılmalı?”, “Siyasal iletişim kampanyalarının arkasında nasıl bir iletişim felsefesi olmalı?”, bu konuyu masaya yatırıyor. Son bölümde de yine ona katılıyorum. Z kuşağı denilen yeni nesil bu seçimde farklı şekilde oy kullanacak, ideolojik ya da felsefi temelli bir rasyonellik içinde oy vermeyecek, tamamen güncelden beslenen pragmatik, yararcı bir tercihte bulunacak.

Son söz olarak şunu ifade etmek istiyorum, bence akademinin görevi postmodern anlayıştan sonra ne olacağını tahmin etmek olmalıdır. “Sen busun!” dedikten sonra dünya “Ben kimim?” arayışına gelmişti. Yeniden “Sen busun” anlayışına geri mi dönecek, yoksa daha da öteye gidip, “Ben neyim ki?” diyerek daha büyük bir savruluşa mı gidecek?

Açıkçası tüm dünyada yeni yükselen liderlere bakınca, “Acaba politik anlayış geriye mi dönecek, döngü mü oluyor?” sorusunu sormadan edemiyorum.

Yavuz Odabaşı Hocamıza felsefe, pazarlama, siyaset, İletişim alanlarında doyurucu bir fikir jimnastiği yapmamıza vesile olduğu için teşekkür ederim. Size de tavsiye ederim.

YORUM YAZIN