BENİMLE ROPÖRTAJ YAPALIM MI? (2)
Bunu size geçenlerde post etmiştim, takipçilerime sormuştum; benimle röportaj yapmak ister misiniz diye. Teşekkürler yüzlerce soru geldi, cevapladım çoğunu; toplam 523 yorum, 160bin de görüntüleme olmuş. Ama bazı soruları ve hatta sizin nezaketen sormadığınız hususları da katarak sordum ve cevapladım 70i aşkın soruyu…
İletişimci arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, cesur soruları için.
Önümüzdeki iki hafta bunları yayınlamayı düşünüyorum, demiştim. İşte 2. haftadayız.
Soru ve cevaplara devam ediyoruz.
Röportajın birinci kısmını okumak isterseniz:https://muratulker.com/y/murat-ulkerin-murat-ulkerle-roportaji-1/
36. 2023 yılında Kafa TV ile yaptığım röportajda “Fenerbahçe’ye bugüne kadar 500 milyon dolar verdim. Ama hak ediyor” dedim, ortalık yıkıldı. Daha sonra kişisel olarak değil şirket olarak verdim, diye açıklama getirdim. Fenerbahçeliyim ama gerçekten şirketimizden bir takıma 500 milyon dolar havadan verecek kadar Fenerbahçeli olamam. İşimize mutlaka bir faydası olması lazım. Bırakalım forma ürün sponsorluklarının, saha yanı reklamlarının, stat ve basketbol arena ismi sponsorlunun mutlaka Ülker ana markasının bilinirliğine ve diğer markalarının satışına katkısı vardır ama asıl mesele “yeşil sermaye” algısını Türkiye’nin en Atatürkçü hatta Kemalist topluluğa yaklaştırarak bu yanlış algıdan kurtulmak olabilir mi? Bunu da başarmış olabilir miyim?
Evet ne garip bir ülkeyiz, hep öküzün altında buzağı arıyoruz. İşten verilen para ticaridir. Gönülden verilen şahsidir. Hiç kimse de peki diğer takımlara ve spor branşlarına ne harcadın, diye sormadı bile.
Algılardan, yanlış algılardan kurtulmak gibi bir derdim yok. Zira adı üstünde algı hatta yanlış algı, bundan kurtulmak için doğru davranıp sabretmek yeterlidir. Bir de tabii iletişime başladık kurumsal ve bireysel. Hatta geçen izah etmiştim. Bir vakit emekli paşaların kendi şirketlerinin yararına hareket edeyim derken Oyak’a ne büyük zarar verdiklerini, linki buraya bırakıyorum (https://www.yenisafak.com/hayat/murat-ulker-oyak-ile-eti-ortakliginin-nasil-sona-erdigini-anlatti-4680507)
37.Diğer yandan Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor gibi kulüplere de sponsorluk yatırımı yapıyoruz. Ama bir Fenerbahçe kadar değil. Türkiye’de futbolun eğlence olduğu unutuldu, bazen işi taraftarlar hatta kulüpler arasında savaşa dönüyor. Fenerbahçe’ye daha fazla yatırım yapılması benim için bir risk oluşturmuyor mu? Bu yıl Fenerbahçe Stat isim sponsorluğunun süresi bitiyor. Yenilenmeyeceği açıklandı. Bu nedenle mi stat ismi sponsorluğunu bırakıyoruz? Yoksa stat ismini Atatürk stadı yapma konusu ile bir alakası var mı?
Ne güzel soru bu, diğer takımlara sponsorluğumuzu ama sonra yine diyorsunuz ki . Atatürk ile ne alakası var. Hakikaten çok garip, bir yanda spor bir yanda reklam derken, Allah iyiliğinizi versin. Ali Koç bey stat için isim değişikliği arzusunu belirttiğinde biz tabii ki, şeref duyarız dedik. Zira stadın şimdiki ismi Şükrü Saracoğlu tesisleridir. Biz zaten bunu muhafaza etmiştik. Zaten stadın damına şu anda desteklerimizle kocaman ATATÜRK yazıldı.
38. Son yıllarda Fenerbahçe’ye ilgim daha mı arttı. Ali Koç’un başkanlığı döneminde daha fazla görünür hale gelmiş olabilir miyim? Aziz Yıldırım bana kızıyor olabilir mi? Diyorlar ki “Murat Ülker dışarda olsa da Fenerbahçe’nin hep içinde olmayı beceriyor, ya her yönetim kuruluna bir adamını sokuyor ya da bir adamı sayesinde yönetim kurullarından haberdar oluyor”. Bunlar doğru mu? Nasıl hem bu kadar işin içinde olmayı hem de dışında kalmayı beceriyorum?
Ay yine komplo teorileri… Aziz beyin Ali beyle bile arası bozuk değilken benim Aziz abimle aram niye kötü olsun. Fenerbahçe yk üyesi olan tüm arkadaşlarım gayet muhterem insanlardır. Hür iradeleri vardır. Böyle yakıştırmalar bizi üzer. Ben Fenerbahçe’yi seviyorum. Sanırım sevgimiz karşılıklı!
39.Yönetim Kurulu Başkanlığı’nın bıraktıktan sonra Covid19 salgınının evde geçirilen zamanını da iyi değerlendirerek, farklı bir yola girdim. Önce Linkedin’de iş yönetimi üzerine yazılar yazmaya başladım. Sonra bunları bir bloğa taşıdım. Gün geçtikçe yazılarımı sanat, gezi, iş gezisi, tarih, psikoloji, yönetim olarak çeşitlendirdim. Daha sonra bu yazılar kitaplaştı, şu anda 6’ıncısı yayımlandı. Linkedin hesabım kısa sürede yüzbin takipçiyi aştı bugün 300 bin takipçiye geldi.
Fast Company’de aylık olarak sorulara cevap yazıyorum, Patronlar Dünyası’nda her Salı aklıma takılanlar köşesi yapıyorum, o da yetmedi Ali Koç, Bülent Eczacıbaşı, Ali Sabancı gibi ünlü isimlerle röportajlar yapmaya başladım, bu arada Instagram hesabımda 180 bin takipçiye ulaştı.
Yazar oldunuz diyene “değilim”, “gazeteci oldunuz” diyene “de olmadım” diyorum. Tüm bu işin “okuduklarımı, gezdiklerimi, gördüklerimi” paylaşıyorumdan öte bir şey olduğu artık çok açık. Ne olduğunu açıklar mıyım, ne yapmak istiyorum? “Lider İletişimi”nin kitabını yeniden mi yazmak istiyorum, birilerine bu iş öyle yapılmaz böyle yapılır mı diyorum?
Diğer yandan, niye bir marka bu kadar gündemde olur? Bu marka ben bu kadar önde olmadığınızda da gündemdeydi. Darbe diyorlardı Ülker, işçi diyorlardı Ülker, siyaset diyorlardı Ülker, Erdoğan diyorlardı Ülker, lezzet diyorlardı Ülker, reklam diyorlardı Ülker. Şimdi de global marka diyorlar Ülker, glikoz diyorlar Ülker, ucuzluk diyorlar Ülker, fahiş fiyat diyorlar Ülker, Sanat diyorlar Ülker, Spor diyorlar Ülker, Sosyal medya diyorlar Ülker… Ama artık ne diyorlarsa işin sahibi, ailesi, patronu şeffaf, teflon tava gibi üstüne ne çamur atılırsa yapışmıyor. Doğrusu ilk elden öğreniliyor. Bunu mu başardı Murat Ülker?
Yine bir önyargı ile mi karşı karşıyayız?! Niye benim kendi hakkımda itirafım kabul görmüyor da yafta aranıyor. Malum bisküvi, çikolata yapıyoruz. Derdimiz mutluetmutluol.
Hem fena mı oldu, takipçilerimin teşvikleriyle ben de okur yazar oldum. Çok şey öğreniyorum.
40. Blog yazılarınızda Müslüman kimliğinizi açıkça ifade eden yazılar kaleme alıyorum. Bizim boyutumuzdaki bir global şirketin liderinin bu davranışı çok rastlanan bir davranış değil. Bir lider olarak itibarımızı ve her dinden global müşterilerinizle olan ilişkimizi nasıl etkilediğini düşünüyorum?
Ayrıca Türkiye’de birçok Holding 10 Kasım’ı, 29 Ekim’i resmen iletişim malzemesi olarak sahiplenirken, ben Müslüman kimliğimi ortaya çıkarmamın tüketicilerinizin bir kısmını olumsuz etkileyeceğini düşünüyor muyum?
Elon Musk siyasi bir yan alıyor ama dini açıdan kimlik bildirimi çok cesur bir davranış. Mesela rakiplerimizden biri bloğunda Hristiyan ya da Yahudi kimliğini ortaya çıkaran yazılar yazsa ne düşünürüm?
Ay yine önyargı, takiyye mi yapayım. Adam diyor ki namaz kılar mısın, ne diyeyim, kılarım diyorum. Ama kimse görsün diye kılmam zira ibadet Yaradan içindir. Ben propaganda yapmıyorum; enstantaneler paylaşıyorum. Zaten aksi sabit olsa onbinlerce kişiyi nasıl istihdam eder, huzur içinde çalıştırabilirim.
Bir de 29/Ekim, Atatürk, Müslüman, bir de ben ekleyeyim Türk tüm bunların bir arada olması kimi niye rahatsız ediyor, düşünmek lazım!
Rakiplerime gelince Allah hayırlarını versin.
41.2015 yılında Ayşe Arman’la yaptığım bir röportajda namazımı vaktinde kılmadığımda sinirli olduğumu ifade etmiştim. Hala aynı sinir devam ediyor mu?
Şükür berdevam. Zaten istikrar bu değil mi?
42.Bir Şehir Üniversitesi macerası yaşadık. Şehir Üniversitesi 2008 yılında kurucusu olduğum Bilim Sanat Vakfı tarafından Yıldız Holding’in desteğiyle kuruldu. 2015 yılına kadar taahhütlerimizi yerine getirdik. Üniversitenin kurucuları arasında liseden arkadaşım Ahmet Davutoğlu da vardı. 2015 yılında onun başbakanlığı döneminde üniversitenin özellikle mali açıdan gidişatını beğenmeyerek Mütevelli Heyet Başkanı oldum ve bir rektör atamak istedim. Bu eylemim büyük tepki topladı, atamak istediğim rektör aleyhine “mason, fetöcü, başörtüsü düşmanı” diye büyük bir kampanya yapıldı, kısa bir süre sonra atadığım rektör de istifa etti, ben de Mütevelli Heyet Başkanlığı’nı bıraktım.
Bir süre sonra da tüm taahhütlerini yerine getiren Yıldız Holding üniversiteden desteğini çekti. Şehir Üniversitesi Dragos’taki kampüsünü yaparken Halkbank’tan özelleştirmeden bedelsiz aldığı kampüs araziyi teminat gösterip kredi almıştı. 2018 yılında söz konusu mahkeme arazinin devrini iptal edince Halka Bankası Şehir Üniversitesi’nin varlıklarına el koydu. Bu olayı Ak Parti’den ayrılıp gelecek Partisi’ni kuran Davutoğlu’na siyasi bir komplo olarak nitelendirenler oldu. Şehir Üniversitesi mali durumu kötüleşince garantör üniversiteye devredildi. Muhafazakar-dindarların Boğaziçi Üniversitesi olarak görülen Şehir Üniversitesi kapanınca büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Murat Ülker verdiği desteği çekmese asla kapanmazdı, dendi. Şehir Üniversitesi konusunda vicdanım müsterih mi? Perde arkası nedir? Ne düşünüyorum?
Öncelikle şunu söyleyeyim: Üniversite kurmak fikri bana ait değil, arkadaşlarla istişare sonucunda varılan bir neticedir. Benim fikrime göre, nasıl tarihte şehirler sırasıyla kaleleriyle surlarıyla ve sonra tapınakları ve hatta üniversite, kütüphane ve müzeleriyle anılmışsa bizim kurmamız gereken şehrimiz İstanbul gelecekte nasıl anılacaksa yani çağın lüzumuna ve trende göre o kurumun ne olacağını bulup tesis etmemiz gerektiği idi. Fakat olamadı. Adında TC yazan bir kurumun özerk olması kabil değilken cari kuralları eleştirmek kabil değil. Ama ben bir toplumsal sorumluluk olarak gördüğüm üniversiteyi destekledim. Ama ayağı yere basmayan ve liyakatsiz çalışmalar işi çıkmaza soktu ve nihayetinde proje bir kara deliğe dönüştü. İkazlarım sonucunda iş bana ihale edildi. Ama verilen sözlerin tutulmaması ve yanlışların devamı sonucunda beni devletle karşı karşıya getirdiler. Ben de havlu attım. Şimdi suçlu aranıyor ve işin siyasi boyutu olduğu öne sürülüyor. Destekleyen ve muhalif siyasiler zaten hep vardı.
43. İş yaşamında aşırı kontrolcü müyüm? İdareyi elinizden kaçırdığınızda ya da işler sizin istediğiniz gibi yapılmadığında işlerin kötü yapıldığını mı düşünürüm? Bu yüzden de hala mikro yönetimi mi tercih ederim?
Hayır, kontrolcü değilim, liyakat sahibi insanlara güvenirim. Yönetim şekli aslında işin ölçüsüne uygun olmalıdır. Şahsımın bu konudaki gelişim yolculuğumu linkte bulabilirsiniz (https://muratulker.com/y/yonetim-tarzim-yillar-icinde-nasil-ve-nereye-evrildi/.)
44. Başkalarının dediklerinden, okuduklarımdan, benim hakkınızda konuşulanlardan etkilenir miyim? Kimlerin? Sakin güç gibi duruyorsunuz. Gerçekten bu kadar sakin misiniz?
Herkes etkilenir. Şımarmamak için tevbe eder, kızmamak için kendi kendime konuşurum, sakinleşirim.
45.. En çok hangi Murat Ülker’i seviyorum? Eş, Baba, Dede, amca, başarılı iş insanı, yönetim kurulu başkanı, yazar, gazeteci, seyyah, Türkiye’nin en zengini, denizci, arkadaş? Neden?
İnsan kendini sever, yaratılışı böyledir. Ben kendime güvenirim. Bazen de olan bitene, yaptıklarıma sonradan kendim de şaşarım. Asla mükemmel değiliz, saydıklarınız kişinin çeşitli halleridir. Tekamüle açık olup, hep yolunu aramak gerekir.
46. Bütün kişisel paramı katılım bankalarında mı tutuyorum? Faizli banka kullanıyor muyum? Şirketlerimiz borç alıp faiz verince biz de faiz vermiş olmuyor muyuz? Borç alıp, faiz verip o parayla da üretim yapınca ürünler helal oluyor mu?
Kişisel tasarruf hesabım yok. Neme lazım diye bir miktar para koyarım kenara, hatta cebimde bile üç kuruş param olsun derim.
İslam’da helal ve haram bellidir. Neler yenir içilir tanımlanmıştır. Din kolaylıktır. Bunlar peygamberimizin (SAS) sözleridir.
Faiz haramdır, almakta vermekte haramdır; azı çoğu olmaz.
Kaçınamıyorsak tevbe eder, pişman oluruz. Benim işimi finanse edecek faizsiz finans sistemi an itibariyle yok. Ben öncelikle faizsiz sistemi tercih ederim.
İşimizin ve ticaretimizin aslı helaldir. Faize dayanmaz. Neticede tüm ödediğim faiz, harç, vergi ve haraçlar tahsil ettiğim faizden çok olmaktadır.
47.Liderlik Anlayışımı Nasıl tanımlarım? Çalışanlarımın bu konuda ne düşündüğünü biliyor muyum?
Liderlik tarzım konusunda yine size bir yazımın linkini vereceğim (https://muratulker.com/y/yonetim-tarzim-yillar-icinde-nasil-ve-nereye-evrildi/).
Çalışanlarımızın bu konuda ne düşündüğü çok önemlidir. Feedback ve feedforward yöntemleri ile bunu takip ediyoruz. Açık iletişim ve 360 derece ölçüm sistemi ile bunu sağlıyoruz.
48. Gelecekte Murat Ülker olarak nasıl anılmak istiyorsunuz? Bu miras için bugünden ne yapıyorsunuz?
Anılmak şart değil, insanın unutulmaya hakkı olmalı bence. “iyi” insandı deseler yeter.
49.Aileye ne kadar önem verdiğinizi yazılarımdan biliniyor. Çocuklar büyüdü, biraz konular tersine döndü, evlenenler oldu, torun var, gelinler var. Çocukların bize yeterince zaman ayırdığını düşünüyor muyum? Ayırmaları için “otorite” kullanıyor muyum? Genç nesille iletişim kurarken zorlandığım oldu mu? Onların beklentilerini anlamakta zorlanıyor muyum?
Sanki bu soruyu kişisel bir deneyime dayanılarak sorulmuş gibi. Cevabım hepsine evet. Ama mutluyuz. Yeni ilişkileri keşfederek yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.
50.Şu anda tüm aile üyeleriyle birlikte yapmaktan en hoşlandığım şey nedir? Aile bağlarını güçlendirmek için yaptığım özel bir şey var mı? Aile geleneği olarak sürdürebildiğimiz ritüeller hangileri? Sürdürmek isteyip de sürdüremediğimiz ritüeller neler?
Biz küçük ve genç bir aileyiz. Bir arada olmak yetiyor bana.
51. Eşim Betül Ülker’in medya görünürlüğü yok. Çocuk gelişimi konusunda eğitimi olduğunu yazılarımdan biliyorsunuz. O da ablam gibi, iş yaşamına girmeyip muhafazakar aile yaşamının tercihleriyle evinin kadını, çocuklarının annesi olmayı mı seçti, yoksa bu tercihi “mahalle baskısıyla” şekillendi. Benim bu konuda etkim oldu mu? Bugün kadınların iş yaşamında daha fazla görünür olmaları için bir çok etkinliğe destek veriyor, yazılar yazıyorum. Bu bir çelişki değil mi?
Hayır bir çelişki yok. Hatta bizim ailede baskı aksi yöndeydi. Evliliğimizin ilk yıllarında mezun olduktan sonra eşim mesleğini gönüllü olarak Çocuk Esirgeme Kurumunda yaptı. Sonra da rehber öğretmen olarak çocuk yuvasında çalıştı. Hatta çocukları o yuvaya vermiştik. Şimdi baktım torunumda aynı yuvaya gidiyormuş. Ama sonra üç oğlan büyütmeye kendini hasretti. Bu benim de desteklediğim ama sadece onun kararıdır.
52.Çocuklarımın benim liderlik tarzımdan veya kariyerimden ilham aldığını düşünüyor muyum? Nasıl? Başarılar karşısında kendilerini ezilmiş hissediyor olabilir mi? Ne düşünüyorum?
Niye böyle düşünülüyor bilmiyorum. Ama benim onlara bir faydam oluyor mu bilemiyorum. Fakat geçen gün olan şu olay ilginçti. Babanın kitaplarını okuyor musun, bak şu konuda neler yazmış, diye sorulduğunda Mustafa: ben onunla yaşıyorum, yetmez mi, diye cevap verdi.
53. Hem Tüsiad üyesi hem de Müsiad üyesiyim. Türkiye’de kutuplaşmanın doğurduğu bu ikili yapı hakkında ne düşünüyorum? Siyaset Türkiye’nin aynası mı, yoksa kutuplaştıran siyaset mi? Devlet ya da iktidarlar iş dünyasını nasıl görüyor? Nasıl görmeli? Siyaset iş dünyasına mı hizmet etmeli, iş dünyası siyasete mi?
STKlar amaçlarına hizmet etmeli ve istikrarlı olmalı. Ani çıkışlar zararlı oluyor. Niye bu kuruluşların yapacaklarının takvimi ve sonra yaptıklarının değerlendirmesi yapılmıyor. Netice siyaset ve iş dünyası Ve STKlar halkın refahına hizmet etmelidir.
56.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ülker bayiliğine yaptığı ve 2005 yılında hisselerini başka bir ortağa devrettiği biliniyor. Erdoğan’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde birkaç ödül töreninde bir araya geldik ama ondan başka hiç ziyaretine gittiğim medyada okunmadı, birlikte bir fotoğrafımız dahi görülmedi. Diğer holdinglerin patronlarıyla Cumhurbaşkanı buluşuyor, fotoğraf veriyor. Üstelik ben Türkiye’nin en zenginiyim. Küs müyüz? Yoksa gizli gizli buluşuyor da kameralardan mı saklanıyoruz?
Bunları nereden çıkarılıyor. Evet tanışıklığımız eskiye dayanıyor, ailecek görüşürüz. Ama bizim devletle bir işimiz yok, hızlı tüketim sektöründe faaliyet gösteriyoruz. Şükür bir talebimiz de yok; onçin siyasilerle herkesin olduğu anlarda görüşmek ihtiyacında olmuyoruz. Ama şunu da teslim etmeliyim: Cumhurbaşkanımız daima ekonomi ve ülkesinin lider marka ve şirketleriyle ilgilidir. Bir arzımız olduğunda bizden ilgisini esirgemez ve biz de bilvesile kendisine şükranlarımızı sunarız.
Şöyle bir yanlış beklenti var: Ben kendi işimi iyi bilirim ve elimden gelenin en iyisini yaparım ve bunu herkesle paylaşırım. Ama ben siyasetten anlamam ve ilgili değilim. Nasıl siyasiler bana kimi çalıştıracağımı ve ne iş yapacağımı söylemez. Ben de siyasi görüşleri ve hareketleri ancak şahsen değerlendiririm. Fikirlerimi kendime saklarım. Bazı kimseler gibi herkesin ne yapması gerektiği hakkında bir bilgim olmadığı gibi, benzer bir beyanda da bulunmam. Bundan hicap ederim.
Zaten devlet bürokrasisinin bir çalışma ve iletişim şekli var. Biz kendimizi buna uydurarak iletişimimizi yapıyor ve derdimizi anlatmaya çalışıyoruz.
57.Şirketler hızlı büyürken çalışan mutluğunu görmezden geliniyor deniyor? Çalışan memnuniyeti konusunda eksik yaptığımız bir şey var mı? Farklı ülkelerde çalışanların farklı beklentileri oluyor mu? Ülkeye göre farklı İK politikaları uygulamak global bir şirkette sorun yaratmıyor mu? ABD Başkanı Trump Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsayıcılık politikalarına savaş açtı. Ben de hemen yazılarımda yer verdim. Bu İK politikalarımızı nasıl etkiler?
Ben Başkan Trump’ın çekincelerinin farklı olduğunu ve reaksiyon verenlerin bir telaşla yanlış anladığını düşünüyorum. Tüm bunlar bizim yerel ve global insan kaynakları politikalarımızı değiştirmemizi gerektirmiyor. Zira bizim önceliğimiz çalışanlarımızın mutluluğu, refahı ve işimizi iyi yapmak.
58.Glikoz şurubu, aşırı şeker tüketimi, katkı maddeleri, palm yağı bilip bilmeyen herkesin sosyal medyada sağlıklı-sağlıksız diye fikir beyan ettiği konular. Haliyle pazar lideri Ülker de bu tartışmalardan fazlasıyla nasibini alıyor. Bu tartışmaları fırsat bilip, bir süredir “kamu çıkarına iş yapıyorum” argümanıyla para kazanma amacında olan bir hesaba niye doğrudan cevap verdim? Bu tavrım “Koca Murat Ülker niye böyle bir hesaba cevap verir ki” diye eleştirildi mi? Niye böyle mi yaptım? Devletin ilgili kurumlarının, mahkemelerinin bu hesabın kamu düzeninin bozucu etkilerini küçümsediğini düşünüyor muyum?
Farkında değiliz, ben kamu ahlakı veya kamu düzenini uzun dönemde etkileyecek bu tip liyakatsiz ve sorumsuz hareketlere karşıyım. Bence mesela doktorlar bile kendi ihtisasları dışında konuşmamalı ve mutlaka referans vermeliler ilgili literatür ve araştırmalara. Halbuki bizde herkes bir başkası namına karar veriyor ve kendi yargısını tek gerçekmiş gibi açıklıyor, hatta dayatıyor.
Neticede bu tip mühim konular ağızlarda sakız olup kamuoyu birbiriyle çelişen iddialarla doluyor ve önemini kaybediyor. İnsanlar böyle mühim konuları umursamaz oluyor. Aslında bu bir çeşit yalan habercilik; hani komplocu olsanız mahsus bu şekilde iş sulandırılıyor dersiniz.
59.Kısa bir süre önce de uzun bir yazı yazdım, gıda ile temel kavramları, araştırmaları açıkladım ve dedim ki “Ürünlerimizin sağlığı konusun da kanıtlanmış bir şey varsa kapsınıza kilit vururuz. “İnsanları hatta çocukları zehirlemeye yani öyle diyorlar, ne inancımız, ne ahlakımız ne de insanlığımız izin verir. Böyle kesin bir bilgi olsa o gün tüm işlerimizin kapısına kilit vurur, piyasadan çekilir, insanların mutluluğu için gereken neyse onu yaparız”. Bu çok büyük bir taahhüt değil miydi? Ne demek istedim?
Aynen dediğim gibi kasıtım da bu! Yani kendime, yaptığım işe bu kadar güveniyorum, diyorum.
60. Gıda sektörünün geleceği ile ilgili önümüzdeki yıllarda nasıl şekilleneceği, üretim ve tüketim şeklinde büyük değişimler olup olmayacağı ile ilgili düşünceleriniz nedir? Et sektörünün geleceği ile ilgili düşünceleriniz nedir? (Erhan Hubup)
Gıda sektöründe dijitalleşme, sürdürülebilirlik ve kişiselleştirmenin öne çıkacağını düşünüyorum. Bu konunun detayını linkini verdiğim yazılarımda bulabilirsiniz (https://muratulker.com/y/gelecekte-beslenmede-5n1k/; https://muratulker.com/y/sektorlere-gore-trendler-ii/)
Gıda teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde, kişiye özel ilaç gibi kişiye özel beslenme alışkanlıkları gelişiyor. DNA bazlı diyetler, fonksiyonel gıdalar ve sağlık odaklı ürünler öne çıkıyor.
Bitkisel bazlı etler, laboratuvar ortamında üretilen etler ve böcek bazlı proteinler, biz istemesek de küresel pazarda hızla büyüyor. Türkiye’de tüketici alışkanlıkları daha geleneksel olduğu için bu değişim zamana yayılabilir, ancak genç nesil yeniliklere daha açık.
Küresel ölçekte et üretimi, çevresel etkileri nedeniyle büyük eleştirilere maruz kalıyor. Hayvancılıkta karbon salınımını azaltmaya yönelik projeler ve daha sürdürülebilir yem üretimi önem kazanıyor.
Laboratuvar ortamında üretilen (hücre bazlı) et ve bitki bazlı etler, geleneksel etin yerini almak potansiyeline sahip. Türkiye’de bu alan henüz yeni olsa da, uluslararası pazarda büyük yatırımlar yapılıyor.
61. Türkiye’de rafta 15-20 tl olan bir gofret Irak’ta neden 5 tl? Türkiye’de içeriğinde palm yağı olan ürünlerinizin muadillerini Avrupa ülkelerinde PALM YAĞI yoktur diye koca koca yazarak satışa sürme sebepleriniz nedir? Ürünlerinizde ki içerik oranlarına bakıldığında yıllar içinde fındık, fıstık, süt vb.. maddeler azalırken şeker, palm yağı vb.. toplum sağlığını yok eden ürünlerin oranları neden artırılıyor? Ürün fiyatlarınız ekonomi bahane edilerek enflasyon oranından çok daha fazla neden artış gösteriyor? Göstermiyor diyebileceğiniz ürünlerde de gramaj ve kaliteli içerikler azaltılarak neden gizli zam yapılıyor? Sosyal medya ve benzeri platformlarda firmanız hakkındaki iddialardan aklımda kalanlar bunlardır. Sorunları cevaplarsanız seviniriz. (Mustafa Cilan)
Çünkü bir şirketin iç pazar ve yurt dışı rekabet stratejileri farklıdır. Irak pazarını Irak’ın vergilendirme sistemi, rakip sayısı, satın alma gücü çalışan maliyetleri, lojistik maliyetlerine göre değerlendirmek gerekir.
Öncelikle palm yağının zararları oldukça tartışmalı ve uluslararası ticaretteki cepheleşmelerin ürünü olduğunu belirteyim. Her yağı kendi özelliklerine göre üretim sürecinde kullanmazsanız hepsinde farklı zararlar ortaya çıkabilir. Gıda sektörü sağlıklı ürün elde etmek için oldukça gelişmiş bir teknolojiye sahip. Bir de hep dediğim gibi suyu bile çok tüketirseniz, yani ölçüyü kaçırırsanız vücuda zarar verir.
Avrupa pazarında tüketici talebi doğrultusunda palm yağı içermeyen ürünlere yönelim daha fazla. Palm yağı, özellikle Batı Avrupa’da sağlık değil çevresel kaygılar nedeniyle bazı tüketiciler tarafından tercih edilmiyor.
Avrupa Birliği’nde gıda regülasyonları ve pazarlama stratejileri farklı. Avrupa’daki fiyatlandırma politikaları, tüketicinin daha yüksek maliyetleri kabul edebildiği bir yapıya sahipken, Türkiye’de bu durum farklı işliyor.
Ürünlerin lezzet ve raf ömrünü koruyabilmek için formülasyon değişiklikleri gerekebiliyor. Ancak, içeriğin tamamen tüketici sağlığını gözeterek ayarlanması önemli bir sorumluluk. Zamanın ruhuna göre daha sağlıklı içeriklere yönelen tüketiciler için alternatif ürünler de sunuyoruz, örneğin ÜLKER GO Ahead.
Fiyat artışları sadece enflasyonla değil, hammadde fiyatlarının küresel ölçekte yükselmesiyle de doğrudan bağlantılı. Örneğin, kakao ve fındık gibi temel içeriklerde fiyat artışları enflasyonun çok üstüne çıkabiliyor. Üretim tesislerinde kullanılan enerji maliyetleri, işçilik giderleri ve lojistik masrafları son yıllarda ciddi oranda arttı. Bu da fiyatlara yansıyor. Her firma fiyat belirlerken rekabeti de göz önünde bulunduruyor. Fiyat artışlarının sadece firma kârını artırmak için yapıldığı düşünülmemeli; sürdürülebilir üretim için maliyetler karşılanmak zorunda.
Shrinkflation (Gramaj Azaltma Stratejisi) tüm dünyada görülen bir uygulamadır. Büyük fiyat artışları yapmak yerine, gramaj azaltarak tüketiciye daha uygun fiyatlı alternatifler sunulabiliyoruz. Çünkü bunu yapmazsanız tüketicinin sevdiği ürüne ulaşabilmesi mümkün olmuyor. Önemli olan gramajı yazarak yanıltmamaktır. Biz daha büyük gramajlı ve daha ekonomik paketler de sunuyoruz. Hem herkesin ürünlerimize ulaşmasını sağlıyoruz hem de tüketicilere farklı seçenekler sunarak, tercihlerine göre ürün almalarını sağlıyoruz.
Sosyal medya ile ilgili sorunuzun cevabını 58’inci soruda vermiştim.
62. 2009 yılında Burhan Doğançay’ın Mavi senfoni isimli eserini müzayeden 2.2 milyon ABD dolarına satın alarak sanat piyasasına “koleksiyoner” olarak hızlı bir giriş yaptığım düşünülüyor. Son 15 yıldır sanat piyasasında Yıldız Holding’in adı ön sıralarda geçiyor. Hem şirketlerde edinilen tablolar sergileniyor, hem sergiler açılıyor, değişik sergilere sponsorluklar yapılıyor. Bizim gibi holdinglerin sanata olan ilgisi kişisel bir tutkudan mı geliyor yoksa aileleri topluma yakınlaştırmak için sanat iyi bir araç mı? Yoksa sanatın iş yaşamında ilham veren gücüne mi inanıyor bu zenginler? Temel motivasyonları nedir ki biz de onların peşine takıldık?
Ben kimsenin peşine takılmadım. Hep dediğim gibi koleksiyoner de değilim. Yani 2009 Türk sanat dünyası için bir merhale sayılabilir; ama benim sanata ilgim gençliğimden beridir. Bugün eserlerimizden seçkilere çeşitli şehirlerden, müzelerden sergileme talepleri geliyor, değerlendiriyoruz. Biz sanatı, mutluluğu paylaşmak için bir vesile kılıyoruz. Tüm eserlerimizi ofislerimizde çalışanlarımızın beğenisine göre daimi sergiliyoruz. Sanat toplumda estetik anlayışını geliştirir ve pek çok başka faydaları vardır. Sair holdingler de benzer faaliyetlerde bulunuyorlar. Fakat benzer saikle mi, bilemiyorum.
63.Ülker’e giriş 1984, İcra Kurulu başkanlığı 2000, Yönetim Kurulu Başkanlığı 2008, Başkanlığı devrediş ve Yönetim Kurulu üyelikleri. Son 25 yılda hiç durmamışım, sürekli aksiyon, sürekli al, sat, büyü, yeni alan aç… Bir de o arada, hobiler, seyahatler… Atlantik bile hızımıza dayanamamış 9 günden geçmişiz. Sonucunda 1 milyar dolarlık şirket, olmuş 15 milyar dolarlık şirket. Müthiş bir başarı… Ne fazla acaba? Testestoren mu, dopamin mi? Yoksa adrenalin bağımlısı mıyım? Bu motivasyonun kaynağı ne? Neyi aşmaya, neyi kime ispatlamaya çalışıyorum?
Denildiği gibi değil, şükrediyorum olan bitene, takdirler için de teşekkür ediyorum. Belki şanslıyım biraz: İşin gereğini, yaşadığım anı değerlendirdim. Başardıklarımı ekibimden, konjonktürden, haydi diyelim şansımdan bildim. Lütfa müteşekkir oldum. Başaramadıklarımı da kendimden bildim. Hakikaten kabiliyetli ve becerikli ve çok çalışkan olsaydım, çok başka şeyler başarır, tatmin olurdum.
64. İstegelsin ile gıda e-ticaret kategorisinde oyuncu olmaya çalıştık ama kısa sürede enerjinin Cep’te Şok’a verilmesi konusuna ikna olup vazgeçtik. Bu deneyimden ne öğrendim? Önemli olan bir “start-up”ta işten ne zaman çıkacağını bilmek mi? Kaça patladı?
Zararın neresinden dönülse kardır. Linkini verdiğim yazımda belirttiğim gibi bir devrin sonuna gelmiştik (https://fastcompany.com.tr/dergi/murat-ulker-isletmeler-gercek-kar-pesinde-olmali/). Artık net kar şartı geçerli piyasalarda değer yaratmanın yanında. Eski, geçerli bir atasözümüzdür: Zararın neresinden dönülse kardır. Bu işten ben şahsen neler öğrendim, bana kalsın. Kaç para batırdım, size ne. Zaten bunu açıklamamak için halka açık değiliz. -))
Ama yine de deneyeceğim ben, tam bilmediğim işleri, yeni trendleri zira başka türlü nasıl öğrenebilir ve yeni şeyleri başarabiliriz ki?
Şunu da belirteyim. Zarar eden biziz yani aile, holding. Ama bu zarar ekonomiye çarpan ve istihdam olarak yansıyor.
65. Türkiye’de global bankacılık ve finans piyasalarını bizden daha iyi bilen yoktur. Bu piyasalarda Türk şirketlerinin borç bulması zor mu? Ülke itibarının bu konu ile ilgisi var mı? Ben yabancı olsam Türkiye’ye yatırım yapar mıyım? (Kendime sorduğum en eğlencelinin sorunun bu olduğunu kabul ediyorum)
Finansman bulmak zor değil, hikayeniz varsa, işiniz gerçekse ama lokasyon bazlı pahalılık ve ek şartlara maruz kalabiliyorsunuz. Mesela biz global bir şirket olarak %2+ maliyetle 12 yıllık finansman sağlarken yurtta bu %6 beş yıl gibi olabiliyor, yabancı para kur riski de cabası!
Türkiye’ye yatırımlarımız devam ediyor. Son beş senede her sene istihdamımızı 5bin kişi artırdık. Tüm işlerimizde organik büyümemiz var. Makine, tesis yatırımlarımız devam ediyor. İhracatımız milyar dolara ulaşıyor. Ayrıca ödediğimiz yedi milyar dolara yakın borç da sisteme giren taze para olarak bir yatırımdır.
64. Türkiye’den global marka yaratmak zor diyenlere önerilerim ne olur? Türkiye ekonomisinin durumu şu an global marka yaratmaya engel mi? Ne olacak bu Türkiye ekonomisinin hali? Geleceği nasıl görüyorum?
-Herşey mümkün, bunu yeni İEL mezunları arkadaşlarım sormuştu, anlattım (https://muratulker.com/y/turkiyeden-dunyaya-nasil-acildiniz-ve-global-bir-ise-donustunuz/).
Türkiye ekonomisi sorusu için şunu söyleyebilirim: Çar naçar fevkalade güzel görüyorum. Zira hepimiz aynı gemideyiz. Ve başka gemi de yok. Ben bunu kendi tecrübemle söylüyor. Çünkü gençliğimde babamın beni serbest bırakmasına rağmen Türkiye’de yaşamayı tercih ettim.
Belki pek alışık değiliz fakat hükümet bu defa yani Mehmet Şimşek hem söyledi hem de dediğini yaptı. Enflasyon yarıya düştü. Rakamları tartışabiliriz. Ama hangi rakamı söylerseniz söyleyin rakamlar yarısına düştü. Biz hem satın alma tarafında hem üretim hem de perakende tarafında yer aldığımız piyasalarda bunu açıkça görüyoruz Süratle düşen enflasyona karşı iş yapma şekillerimizi değiştirerek suyun üzerinde kalmaya çalışıyoruz.
Türkiye’de şu anda enflasyonu düşürmek için sıkı para politikası uygulanıyor ama tamamıyla buna güvenmek yeterli değildir. Mutlaka ekonominin gerektirdiği diğer tedbirlerin de alınması şarttır. Enflasyonun düşmesinin yanında ulaşacağımız düşük bir enflasyonun sürdürülebilir olması daha önemlidir. TR’de dönemsel ve periyodik olarak meydana gelen ekonomik krizlerin sebebi aslında yapısal sorunlardır. TR’nin her sahada kendine yeterli ve hatta aşkın üretimi olmadıkça ve ihracatta rekabetçi üstünlüğü sağlamadıkça cari açık problemini halletmedikçe direk yabancı yatırımlarda ve harcama disiplini ile denk bütçe olmadıkça ileride yine ekonomik çıkmazlar kaçınılmaz olacaktır.
65. Sabri Ülker Vakfı çocuklara dengeli beslenmeyi öğretmek, bilimsel araştırmaları desteklemek, bilimsel yayınlar ve çocuk kitapları konusunda çalışan bir vakıf. Bu Vakıf bünyesinde Harvard Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi’ni oluşturduk ve yurt dışında metabolizma konusunda araştırmalara destek verdik, yurt dışında yaşayan genç bilim insanlarını destekliyoruz. Harvard Üniversitesi’ne yapmış olduğumuz bağış, bazı kesimlerce “Türkiye’de üniversite mi yok?” diye eleştirilere konu ediliyor. Niçin Türkiye’de bir Üniversiteyi desteklemedik? Harvard projesi devam edecek mi?
Bu tip projelere tabii ki devam edeceğiz. Bizim üniversitelerimiz de aynı şartlarla proje bazında performansa dayalı çalışmayı kabul ederlerse niye olmasın. Ama bunun için YÖK Kanununda değişiklik de gerekliymiş.
Sabri Ülker Vakfı’nın benim için anlamı nedir? Gerçekten yakından ilgileniyor muyum? İnternet sitesinde Yönetim Kurulu’nun kim olduğu dahi yok. Bir Murat Ülker Vakfına ne derim?
Sabri Ülker Vakfı konusunda uzman çalışmalar yapan, an itibarıyla benzeri olmayan bir kuruluştur; olsaydı zaten kurmazdık ki. Yoksa rahmetli babamın vasiyeti vakıf kurmamamız, olan vakıflarla çalışmamız yönünde idi. Zira vakıf işi anonim olmalıdır. Hayr işlerimizi de zaten mevcut STKlar eliyle yürütürüz.
Bir murat ülker vakfına tabii ki hayır diyorum, çünkü babam bize şöyle nasihat etti: “Çocuklar siz vakıf kurmayın. Vakıflar anonim olmalıdır. Vakıfçılık gönül işidir. Siz konusunda en iyi olan vakıflarla çalışın.”
66.Türkiye’de Borsa 1985 yılında 24 Ocak Kararlarından sonra kuruldu. Ülker Bisküvi 1996 yılında halka arz edildi. 2010 yılında Gözde Girişim’i kurdunuz. Bizim Toptan 2011 yılında halka arz olundu. Şok’u 2018, Penta’yı 2021 yılında halka açtık. Makine Takım’da diğer halka açık şirketimiz. Yani borsa işini, yatırımcı ilişkilerini de iyi biliyoruz. Türkiye’deki aile şirketlere borsaya açılmalarını önerir miyim?
Önermem. Çünkü bizde borsa güvenilir ve kalıcı, tahmin edilebilir durumda değil.
Borsa da özellikle küçük yatırımcı, X’te “Murat Ülker borsa işini işi iyi biliyor, elinde çok şirket var, allem ediyor, kallem ediyor, o şirketin külahının diğerine giydiriyor, küçük yatırımcıya fırsat tanımıyor” diye söyleniyor hatta bazen “Murat Abi bize de kazandır” diye yalvarıyor. Bu konuda ne düşünüyorum?
Evet herkes haklı diyebileceğimiz bir durumdayız. Zira bu krizde bırakın borsa performansını biz, şirketler hayatta kaldığı için kendimizi şanslı sayıyoruz. Halbuki küçük yatırımcı ise ne akla hizmetse tüyo ve analiz beklentileriyle hisse yatırımı yapıyor. Bence doğrusu fonlar aracılığı ile geniş yelpazede yatırım yapmak ve daha fazla riske maruz kalsanız bile tasarruf mevduatı faizinden fazla gelir elde etmektir. Şu anki faiz oranları ile bu mümkün mü bilmiyorum. Ama ileride normalleşme sonrası mutlaka olacaktır.
Bir de şunu belirteyim ben hiçbir zaman borsada kendi şirketlerime yatırım yapmam. Zaten yaparsam açıklamak zorundayım.
Tüyo ve fiyat konusuna gelince: Takdir edersiniz ki ben hem kendi şirketlerimi hem de borsadaki birçok başka şirketin durumunu iyi biliyor ve performanslarını takip edebiliyorum. Ama bu benim fiyatları bilebileceğimi göstermez, çünkü fiyat piyasada belirlenir ve buna etki eden pek çok değişken ve durum vardır piyasada!
67. Türkiye’deki teknoloji girişimleri ve karşılaştıkları zorluklar hakkında ne düşünüyorsunuz? 2. Ülkenin teknoloji ihraç eden bir konuma gelmesi ve katma değer açısından dünyada söz sahibi olması, tüm sektörler için ne kadar önemli? 3. Kamu ve özel sektörün startup ekosistemine yaptığı yatırımları yeterli buluyor musunuz? 4. Kamu desteklerine ulaşmaya çalışan girişimcilerin, bürokrasi içinde kaybolarak adeta bir kamu personeline dönüşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? 5. Büyük sermayeye sahip özel sektör yatırımcılarının, yeni nesil teknoloji girişimcilerini dinlerken egoları nedeniyle onların heyecanını nasıl kırdığına dair hikayeler duydunuz mu? 6. Sizce yatırımcılar girişimcileri dinlerken kapasiteleri mi yetersiz kalıyor, yoksa paraları onlar için her şeyden daha mı kıymetli? 7. Son yıllarda yabancı venture capital’lerin, Türk girişimcilere şirketlerini Türkiye dışında kurmaları şartıyla yatırım yapma teklifi vermesi Türkiye için bir kayıp mı? (Umut Tunç)
Türkiye oyun, fintech, e-ticaret, yapay zeka ve sağlık teknolojileri gibi alanlarda küresel ölçekte başarılı örnekler çıkardı. Onlara odaklanıp nasıl bu kadar başarılı olduklarını incelemek lazım. Girişimciler sermayeye erişim, ölçeklenmek ve uluslararası pazarlara açılmak konularında zorluklarla karşılaştılklarını düşünüyor olabilir. Ama ben iyi ve ölçeklenebilecek bir fikri gören akıllı bir yatırımcının hiçbir şekilde o yatırım fırsatını kaçıracağını düşünmüyorum. Tabi ki mevzuat, finansman ve yetenek yönetimi gibi temel sorunların çözülmesi de önemlidir.
Sadece yazılım ve dijital hizmetler değil, tarım teknolojileri, savunma sanayii, biyoteknoloji gibi alanlarda da küresel rekabet gücümüzün olduğunu görüyoruz. Katma değeri yüksek üretim yapamayan ülkeler, uzun vadede ekonomik bağımsızlığını kaybetmek riskiyle karşı karşıya kalır.
Hem kamu hem de özel sektör, girişimcilere sadece fon sağlamakla yetinmemeli, onları hızlandırıcı programlarla küresel pazarlara taşımalı, diye düşünüyorum.
Buradaki bürokrasiden çok haberim yok ama öyleyse girişimciler zamanlarını inovasyona ve işlerini büyütmeye harcamalı, dosya takibine değil.
Yalan söylemeyeceğim, duymadım. Geleneksel iş insanlarının, teknoloji girişimcilerinin vizyonunu anlamakta zorlanıyorsa, niye anlatanda sorun olmasın. Bir de böyle bakmak lazım. Önemli olan cesur olmak, azimli ve hevesli olmak.
Her yatırımcı farklıdır. Sadece kısa dönemli karlılığa bakan olduğu gibi uzun dönemli, vizyon ve strateji sunumuna önem veren de olur. Önemli olan girişimcinin girişimini tanıtırken kime konuştuğunu bilmesi önemlidir.
Bu kayıp da, fırsat da olabilir. Uluslararası pazarlara açılmak büyük avantaj. Türkiye’nin bu beyin göçünü engellemek için iş ortamını iyileştirmesinin gerekli olduğu ortada. Vergi teşvikleri, yatırımcı dostu düzenlemeler ve güçlü bir hukuk altyapısı oluşturulmalı ki girişimler Türkiye’de kalıp büyüyebilsin.
68.Hobilerim çok geniş bir yelpazede seyrediyor. Mesela bu yıl yazılarımdan ciddi bir off-road tutkunu olduğum anlaşıldı. Denize gemiciliğe olan tutkum ise bir başka tabi. Küçük bir sandalda kürek çekmekle başladığım artık biliniyor. Sonra tekne almak, tekne inşa etmek, aileyle Türkiye turu, dünya turu, arkadaşlarla Atlantik’i geçiş. En keyif aldığım hobimin denizcilik olduğunu söylemek mümkün mü? Pendik ve göcek marinaları da bizim… Bu sahiplikler bu ilgimin eseri mi? Yoksa tamamen yatırım iştahı mı? Satılacağı açıklandı, istemeyerek yapılan stratejik bir satış mı?
Tamam. Tutkularım, hobilerim var, sizin yok mu? Mesela şimdiye kadar kabaca saydım, 9 tekne yenilemişim ki bunlar hurda, yanmış, batmış, yarım kalmış filandı. En eskisi 73 yaşında hala beraberiz. 3 adet katamaran eskittim. Şimdi dördüncüsü 25 yaşında! Galiba ben yaş aldıkça kendim gibilerle, akranlarımla beraber olmak istiyorum. Bu arada sizin aşina olmadığınız hobilerim olduğunu da söyleyebilirim, ama kime ne? Hobilerimin işimle ilgisi yok. Her şeyin yeri ve zamanı ayrıdır. Hobi ve tutkularının esiri olmamalı insan!
Hobileri insanın iş hayatına da yön verir mi? Bence faydalı olan işini de hobi edinmek olur. Marina gibi yatırımlar hobilerim sayesinde aşina olduğumdandır. Ama bana göre değil, durağan işler, inovasyon heyecanı eksik!
69. Geldik bugüne. 66’ya merdiven dayandım. Borçları inanılmaz bir başarı ile 950 milyon dolara indirdik. Ciro 14 Milyar dolara sıçradı. 25’i yurt içinde 45 fabrika. 4 milyar insana ürünlerini sunmak potansiyeli. 56 yaşındaki Ali Ülker Yönetim Kurulu Başkanlığı’nda 5’inci yılını doldurdu. 32 yaşındaki Yahya Ülker 8 yıldır üst kademelerde yetişiyor. Oğullarım Mustafa ve Fatih üniversiteyi bitirip Holding’de çalışmaya başladılar. Ali Ülker’in kızları akademik hayatlarına, oğlu İbrahim ise ablamın diğer iki oğlu gibi kişisel yatırımlarına odaklanmış durumda. Şu haliyle ailede sayı çok kalabalık görülmüyor. Hep aile anayasasına karşı olduğumu söylüyor ve yazdığım yazılarda da ailenin duygusal, şirketlerin rasyonel kararlara dayandığını; bu özelliğin farkına varılması gerektiğini ifade ediyorum…
Şimdi herkesin merak ettiği konular şunlar:
Konu Ülker Ailesi’nin ve Yıldız Holding’in geleceği olduğunda duygusallığı yer vermeyen Murat Ülker’in yeni oyun planı (gizli gündemi) ne? Borç ödeme süresince ister istemez ara verdiğimiz yatırımlara devam edecek miyiz? Holdinge nasıl yeni bir vizyon çizeceğim? Daha fazla globalleşecek miyiz? Yoksa varolanı muhafaza mı edeceğiz? pladis’i yurt dışında borsaya açacak mıyız? Türkiye’de perakende de büyümeye devam edecek miyiz? Ali Ülker’in yerini Yahya Ülker alacak mı? Yoksa aile yönetimden çekilecek mi? En önemlisi Yıldız Holding’deki küçük ofisini büyütecek miyim? Sadece hissedar olarak mı yoluna devam edecek yoksa yönetim kurullarında başkan, üye olmaya devam edecek miyim? Yoksa yakın markaja dayalı “hep gözüm üzerinizde, aklım hizmetinizde” yönetim şekliyle bu kez hedef 50 milyar dolar mı? Peki ne olacak bu profesyonellerin hali? Tüm bunları açıklamanın zamanı mı, yoksa değil mi, değilse neden?
Yahu alemsiniz, işte niye gizli gündem olsun ki, zaten gizli olsa niye soruluyor, yani gizliyse niye açıklayayım. İçerde ve dışarda bir borsaya açılmak planımız yok, ihtiyacımızda yok. Tabii şirketler işlerini büyütecekler, ilk hedefimiz organik ve sinerjik büyümektir. Var olanla yetinmek kabil değil bu küçülmektir. Ama elli milyar dolarda çok fazla. Aileyi bir arada memnun olarak tutmak hedefimizdir; bunun için ve buna yönelik kurumsallaşma sürecek.
Hay aklınızla yaşayın, yakın markaj, “hep gözüm üzerinizde, aklım hizmetinizde” yönetim tarzı tarifi de bir ilginç geldi bana, bunu düşüneceğim. Ben çalışmayı seviyorum. Müdürlük bile yaparım. Ama eskiye dönmem.
70.Yıldız Holding literatüründe çok sayıda tekrar tekrar kullandığımız Murat Ülker sloganları var: Mutluetmutluol, GOYA, G0AL 21, MOVERS, OFCOURSE, TÜYO. Bunlar neye yarıyor, yaradı? En çok hangisini seviyorum?
Ben bunlara akrostiş diyorum. Global bir organizasyonda, hele yüzü aşkın pasaport sahibi onbinlerce kişiyle çalışıyorsanız, iletişim kurmak için bunlara ihtiyacınız vardır.
MUTLUETMUTLUOL: İş yapış felsefemiz, manası açık. Kimseye itiraz etmek lüksü vermiyor, mazeretiniz olamaz. Önce paydaşınız yani müşteriniz, tüketiciniz mutlu olacak ki sizin de mutlu olmaya hakkınız olsun. Bu felsefemiz tüm dünyada her millet ve coğrafyada revaç buldu.
GOYA: Bu ise iş yapış şeklimiz. Bunu duyanlar önce bir irkiliyorlar. Ama sonra oyuna dahil oluyorlar. Bu oturma yerinde gez, dolaş, işinin başında ol demektir.
G0AL 21: Tüm işlerimizde, tüm Pazar ve kategorilerde dünya çapında benimsediğimiz hedefimiz.
Açılımı şöyle:
G: Gez, oturma yerinde artık
O: Sıfır hata yap
A: Alignment: Ortak amaç birliği
L: Leader: Lider olmak
21. sektöründe ya birinci ya ikinci olmak. Üçüncüyü kimse hatırlamıyor.
OFCOURSE: Bu bizim beraber çalışacağımız kişilerde aradığımız özelliklerdir. Açılımı şöyle: …
O Organize (Organize ol), F Focus (Odaklan), C Co-Partners (Tüm paydaşlarla işbirliği yap), O Outstanding (Pazarda mükemmeli yakala), U Update (Güncelle, güncellen), R Rejuvenete (Yenile, yenilen), S Set (% 110 Performans Belirle), E Ethics (Ahlaklı Ol).
MOVERS: İşte bu da stratejik önceliklerimizin özetidir. Stratejilerimizi hazırlarken gözönünde bulundurmamız gereken hususlardır.
Açılımı şöyle:
M-Money (İşin maddi değeri) O-Objectives (Hedefler açık olmalı) V-Value (Var ettiğimiz değer) E-Evaluate (Etüt et,Tehdit ve Fırsatlara Hakim Ol) R-Rivals (Rekabetçi Avantaj Nerede) S-Sustainability (iş ve çevresel açıdan sürdürülebilirlik)
TÜYO: Tüketiciye yakın ol.
İşte bu sayede hizalanmasak da, tek tip olmasak da aynı hedefe koşabiliyoruz. Farklı olmamıza rağmen bunu başarabiliyoruz, çünkü amaç birliğimiz var! Zaten farklılığımız bir gerçek ve bu bizim zenginliğimiz, hatta rekabetçi üstünlüğümüz olabiliyor.
71.Bir holdingin, finansal ve ticari gücünü toplumsal fayda sağlamak için kullanırken şirketin birer ”aktör” değil de “aktüel” bir parçası olduğu bir dönemde toplumun dönüşüne katkı sağlamak adına etik sorumluluklarınızı nasıl tanımlıyorsunuz? Hangi ölçütlere göre, sosyal projelerinizin ne kadar değişim yaratıp yaratmadığını değerlendiriyorsunuz. Bu projelerin toplumun var olan sistemik yapıları üzerinde bir yıkım değil derinlemesine bir yeniden yapılanma sağladığına nasıl emin oluyorsunuz? (Yasin Küçük)
Bizim anlayışımıza göre, bir şirket yalnızca ticari kazanç elde eden bir ‘aktör’ değil, aynı zamanda toplumun bir parçasıdır ve ona değer katmakla yükümlüdür. #Mutluetmutluol mottomuzu bu anlayışımızı en iyi şekilde yansıttığı için seçtik. Etik sorumluluklarımızı, toplumun ihtiyaçlarını anlamak ve bu ihtiyaçlara kalıcı çözümler üretmek üzerinden tanımlıyoruz. Örneğin, okullarda dengeli beslenme eğitime, Sabri Ülker Vakfı’nın gıda araştırmalarına verdiği destek, sürdürülebilir tarım projeleri, kadını güçlendirmek için projeler, uygun fiyatlı çocuk kitaplarını çocuklu ailelerle buluşturmak, metabolizma araştırmaları, yetim çocuklara ve muhtaç ailelere destek gibi pek çok alanda toplumsal fayda sağlamaya yönelik çalışmalar bizi mutlu ediyor.
Projelerimizin etkisini belirlemek için iç değerlendirmeler, araştırmalar yapıyoruz. Ayrıca üniversiteler ve bağımsız kuruluşlarla araştırma projeleri yürütüyoruz. Sosyal etki ölçümleme yöntemleri ve iş birlikleri ile projelerimizin gerçekten bir fark yaratıp yaratmadığını sürekli gözlemliyoruz. Şok Marketlerde, Kerevitaş’da yerel üreticileri destekleyen programlarımız, yalnızca ekonomik kalkınmaya değil, kültürel ve sosyal sürdürülebilirliğe de katkı sağlıyor.
72.Servetim bana kalsın, tam olarak kaç lira nakdim var? Bu para nerede?
Nakit param yok, bir miktar neme lazım parası haricinde!
73.Akşama babacığım artık Ülker getiremiyor. Annemi, babamı, çocukluğumu özlüyor muyum?
Özlemez miyim, ya siz?!
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.