Beslenme

Doğadaki Tüm Gıdalar Kimyasaldır!

LinkedIn

Evde Kesip Biçince Gıda İşlenmiş

Olmuyor Mu?

murat ülker

Bazı haberleri görünce gıda endüstrisinin, basının ve hatta bilimin nasıl eşeğin kuyruğu gibi sağa sola savrulduğunu görüyorum ve üzülüyorum. En son “yulaf sütünden yapılmış tuzlu karamelli, portakallı, kakao çekirdekli çikolataların piyasaya sürüldüğü” haberini okudum (1). Yine üzüldüm. Bu savruluşun, ideolojik amaçlarla bilerek ya da bilmeden “işlenmiş gıda endüstrisini” şeytanileştirenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü düşünüyorum. Zira yulaf veya badem vb yemişlerin suyla işlenerek elde edilen sıvıya süt demek insanları aldatmaktır. Bir de umum çikolatalardan %35 daha az şekerli nasıl bir ölçüdür!… Haberi okuduğumda, Georgia Üniversitesi’nde hala ders veren ABD’nin ünlü Gıda Bilimi ve Teknolojisi profesörlerinden Robert L. Shewfelt’in Türkçeye yeni çevrilen İşlenmiş Gıda Yanılgısı: “Ya düşündüğünüz gibi değilse?” isimli kitabını okuyordum (2). Açıkçası tam derde deva oldu. Hoca bu kitabı yazmak için niçin emekli (emeritus, yeni emekli olan ama bilgi ve birikimi nedeniyle hala kadroda olan hoca) olmayı beklemiş, anlamıştım, çünkü her şeyi cesaretle tüm açıklığıyla ortaya sermiş. 

Gıdanın, üzerine herkesin konuşmaya hakkı olduğunu düşündüğü, ancak her alanda olduğu gibi bu konuda da gerçekçi yorumlar uzmanlık gerektirdiği için havada kalan suçlamaların ve övgülerin başlıca konusu olduğunu biliyoruz. Bir yanda korku uyandıran komplo teorileri var, diğer yanda umut tacirlerinin ekmeğine yağ süren mucizevi listeler, ortada da ne yapacağını şaşırmış insanlar. Tüm bu tartışmanın ana zemini aslında kastedilenin çok da iyi tanımlanmamış olanı “ambalajlı” veya “işlenmiş” gıdalar. Bazıları “işlenmiş gıda” denildiğinde “öcü” gibi görmeye şartlandı. Peki ama ya düşündüğünüz gibi değilse? İşte Profesör Shewfelt, kitabında bilimsel bir bakış açısıyla işlenmiş gıda denildiğinde akla gelebilecek tüm suçlamalara, gıda endüstrisinde yapılan pazarlama stratejilerine  ve tüketicilerin kafasındaki soru işaretlerine ışık tutuyor.

Robert L. Shewfelt “pundit” dediği (bilge de denebilir ama hoca terimi ironik kullanmış gibi, hani çok okuyana, çok ders çalışana ‘çocuk alim oldu’ denir ya, işte onun gibi) i gıda âlimlerinin günümüz yaşam tarzına uygun olmayan bir Gıda Fantasyland (Hayali Gıda Diyarı) yarattıklarını söylüyor. Bu hayali Hayali Gıda Diyarı’nın gerçekmiş gibi gösterilen fantezileri ise şunlar: 

• Büyük-büyükannelerimizin gıda tüketimi imkanları bizimkinden daha iyiydi.

• Tarımın sanayileşmesinin toplum üzerindeki etkileri tamamen olumsuzdur.

• Mutfaklarımızda makineler olmadan da modern hayatlar yaşayabiliriz.

• Kimyasal madde kullanmadan yetiştiricilik yapabiliriz.

• Kimyasal bileşen içermeyen gıdalarla beslenebiliriz.

• Oksijen, su, protein, vitamin ve mineral gibi kimyasallara bağımlı değiliz.

• Bir gıdanın içindeki bileşenlerin sayısı, niteliklerinden ve işlevlerinden daha önemlidir.

• Uzun ve telaffuzu zor ifadeler kötü şeyleri temsil eder. 

Diyor ki Hoca: “Yaşamımız için elzem olan gıdalarımızın keyfi bir dizi kurala veya abur cuburların aşırı tüketimine indirgenmesi beni endişelendiriyor.” Haklı aslında gıdalar ve beslenme hakkında kafamızı en çok karıştıran, değişen bilimsel görüşler. İnsanlar bilimden kesin ve anlaşılır yanıtlar bekliyor. Ancak bilim gerçeğin ta kendisi demek değil; bilim gerçeğe her gün bir adım daha yaklaşmak demektir. Geçmişte doğru kabul edilen bir şeyin bugün yanlış olduğunun kanıtlanması, birilerinin bizi kandırdığı anlamına gelmiyor. Aksine bilimdeki gelişmelerle bir adım daha ileri gittiğimiz anlamına geliyor. Ancak gıda işine bu pencereden bakmak sözde gıda alimleri ve  medya için de prim yapan özellikler değildir. Fizik ve kimya gibi alanlarda kesinlik gösteren deneyler tasarlanabilir. Ancak beslenme ve gıda bilimlerinde bu o kadar kolay değil. Gıda incelemeleri , bize sunulmasını istediğimiz evet/hayır, iyidir/kötüdür, sağlıklıdır/sağlıksızdır dünyasından çok daha karmaşık. Karmaşıklık ise kafa karıştırıcı bir hadise, bu nedenle medyada bilim adına duyduğumuz çoğu şey münferit bir araştırmanın sonuçları arasından cımbızlanan bir ifadenin fazlaca basitleştirilmiş, abartılmış ve farklı bilgilerle çelişen halidir. Bu da kafamızın karışmasına gıdalarımızla, yediklerimizle aramızın bozulmasına neden oluyor.

Kim her yönüyle sağlıklı beslenmek istemez ki; fakat bugünün yaşam temposunda bunun her zaman mümkün olamadığını kabul etmek gerekir. Günlük yaşam temposunda istediğimiz gıdaları hazırlayacak zamanı bulamıyoruz ve aynı zamanda sağlıklı gıdanın ne olduğunu anlamamızı sağlayacak bilgileri de tüm bu kirletilmiş bilgi yığınından ayıracak imkanımız da yok. İlgilenmesek dahi sürekli iyi ve kötü gıdalara ilişkin mesaj bombardımanı altındayız. Profesör Shewfelt’in deyimiyle “hangi tavsiyelerin titiz çalışmalara veya basit araştırmalara veya yanlış tahminlere veya içgüdüsel duygulara dayandığını, gizli kişisel veya ticari çıkarlar için olduğunu anlamak çok zor.”

Aslına bakarsanız mucize ilan edilen gıdaların çoğu iddia edildiği kadar faydalı olmadığı gibi sağlıksız diye reddedilen ürünlerin çoğu belirtildiği gibi zararlı değildir. Her ne kadar “işlenmiş gıda” karşıtları kategorik olarak tüm işlenmiş gıdaları kastetseler de aslında evimize soktuğumuz gıdaların tümü neredeyse işlenmiştir; işlenmemiş olanları ise genelde biz mutfakta işleriz. Mesela aramızda şişe su içmeyen yoktur; ama bu ürün hem işlenmiştir, hem de ambalajlıdır.

Profesör Shewfelt bugünün dünyasında sürekli karışımıza çıkan şu 3 iddiayı, kitapta bilimsel kanıtlarla çürütüyor: 

  1. İşlenmemiş gıdalar daima işlenmiş gıdalardan daha iyidir.
  2. Doğal iyidir, yapay kötüdür.
  3. Bilim ve teknoloji, gıdalarımıza burunlarını sokmamalıdır.

Profesör Shewfelt işlenmiş gıdaya karşı suçlamaları tek tek çok eğlenceli ve aydınlatıcı bir şekilde çürütüyor. Bunlardan en çarpıcılarının başında kronik bir sorun haline gelen obezitenin nedeni olarak işlenmiş gıdanın gösterilmesi geliyor. Bu suçlamada namlunun ucunda genellikle fast food ve abur cuburlar var. Peki ama sorun tek başına bu ürünler mi yoksa onların aşırı tüketimi mi? Yoksa çeşitli içeceklerden aldığımız kaloriler için tokluk hissettirmiyor iddiaları mı? Kilo söz konusu olduğunda hep enerji dengesinden bahsedilir. Aldığımız enerjilerden suçluluk duyarken, bu kalorileri harcamak konusundaki çabamızın yetersizliği için ne diyeceksiniz? Kaçımız sürekli yeterince fiziksel aktivite yaptığını düşünüyor? 

Aslında bilimin geldiği nokta henüz obezitenin altındaki temel sorunları net olarak ortaya koyamasa da, bunun sadece bir enerji dengesi formülünden çok daha kompleks olduğunu bize gösterdi. Genetik de işin içinde. Kilolu ebeveynlerin çocuklarının daha kilolu olması ihtimaline ek olarak bir de annenin hamilelik dönemindeki beslenme biçiminin çocuğun hayatı boyunca obez olmasına yol açabileceğine ilişkin kanıtlar artıyor. Kitapta obezite savaşını kazanmak istiyorsak basit çözümlerin ötesine bakarak daha derin çözüm arayışlarına yönelmemiz gerektiği belirtiliyor. 

Yazar ayrıca neden işlenmiş gıdaların böylesine kötü bir üne sahip olduğunu da irdeliyor. Şöyle diyor: “İşlenmiş gıdaları karalayan birçok söylemle karşılaşsak da aslında işlenmiş gıdaları tanımlayan çok az kaynak var. Bir de formüle edilmiş gıdalar kavramı var. Isıtma, dondurma, kurutma, mayalama veya konsantre etme gibi basit işleme adımlarının hepsi gıdanın işlenmesine örnektir. Öte yandan formüle edilmiş ürünler, birleştirilince gıdanın bütününü oluşturan maddelerin bir araya getirilmesi diye tanımlanabilir. Peki ama bunlar bizim eskiden beri evlerimizde yaptığımız ,işlemler değil mi?” 

Profesör Shewfelt çoğumuzun bir paket dolusu mini havucu, işlenmiş bir gıda olarak değil, taze bir ürün olarak kabul ettiğimiz örneğini veriyor ve şöyle açıklıyor; “Aslında bu mini havuçlar ülke genelinde pazarlara gönderilmeden önce birincil işlemden geçen büyük havuçlardan kesilmiş küçük parçalardır. Bir mini havucun tarladan pazara kadar attığı adımlar; hasat, tarladayken yaprakların yolunması, işleme tesisine taşınması, toprağından arınmak için yıkanması, klorla dezenfekte edilmesi ve buzlu suda soğutulması şeklindedir. Kalınlığa göre sıralama yapıldıktan sonra, havuçlar 4 cm’lik parçalar halinde kesilir, kabaca soyulur, cilalanır, tartılır, paketlenir ve buzdolabına koyulur. Her ne kadar bunlar da sağlığımızı ve iyiliğimizi gözeteceğinden kuşku duyduğumuz büyük şirketler tarafından üretilen işlenmiş ambalajlı ürünlerse de niyeyse bizde bir korku yaratmaz.” ;-))

Kitapta bir de “gıdalar bağımlılık yapar mı” sorusu ele alınıyor. Doktor Howard Moskowitz’in ilk olarak makarnalar için domates sosları üretirken tanımladığı “mutluluk noktası” bu eleştirilere zemin hazırlamış. Büyük üreticileri eleştirenler lezzeti optimize etmek için tuz, şeker, yağ gibi bileşenlerin oranı olarak tarif edilen “mutluluk noktası” konseptini; endüstrinin tüketicileri kendi mallarına bağımlı kıldıklarına bir kanıt olarak gösteriyorlar. Tüketicilerin beğenisini kazanmak için birçok araştırmaya ciddi yatırımlar yapıldığı bir gerçek. Gıda bilimcileri, tüketicilerin beğenilerini test etmek için araçlar geliştirmişlerdir; buna en yaygın örnek “tat panelleri”dir. Peki insanların yiyecek içecekle mutlu olmalarında ne sakınca var ki? İnsanlara siyasi seçimlerde kendilerini yönetecek insanları seçerken güveniyoruz ama kendilerini mutlu edecek yiyecekleri tüketirken “dozunda tüketmeleri” konusunda güvenmiyoruz? Medyada yapımcılar dizilere izleyicilerini mutlu edecek ögeleri koyacaklar, mimarlar evlere insanların istediği ayrıntıları ekleyecek, araçlar insanların istediği konforda olacak yani her ürün insanları mutlu edecek şekilde tasarlanacak ama yiyeceklere gelince tuz, şeker, yağ onların damak tadına göre ayarlanamayacak! Neden? Çünkü insanlar yemeyi seviyorlar ve sürekli yemek istiyorlar. İnsanlar bu bilinç seviyesini geçeli çok oldu, parasını ödeyerek mamül ve hizmet alan müşterilerimize böyle davranamayız. Onlara öğreteceğimiz tek şey var o da ölçüsünde yemeleri, dengeli beslenmeleri. Bu konuda bilgilenmek isteyenlerin Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Enstitüsü’nün ilgili yayınlarına bakmalarını öneririm.  (https://sabriulkerfoundation.org/tr/TamZamanindahttps://www.yemektedenge.org/)

Kitapta yer alan diğer yanılgı ise işlenmiş gıdaların katkı maddeleri ve diğer kimyasallarla dolu olduğu. Bu da bir başka jenerik suçlamadır. Gıda katkısı terimi kısaca “bozulmayı önlemek, görünümü güzelleştirmek, tadı veya kıvamı iyileştirmek veya besin değerini artırmak için gıdalara eklenen çeşitli maddeler” şeklinde tanımlanabilir. Gıda etiketlerinde direkt katkı maddelerinin listelerine yer verilmesi gerekir. Öte yandan açıkta satılan ambalajsız gıdalarda ne olduğuna yönelik bir beyan bulunmaması hatadır, bu onlarda katkı olmadığı anlamına gelmez. Asıl dikkatten kaçan anlaşılamayan, işlenmiş olsun veya olmasın doğadaki tüm gıdaların kimyasallardan oluştuğudur. (Bu konuda yazı içinde verdiğim fotoğraflar konuyu daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır (3)).

Mesela en yakından tanıdığımız kimyasal H2O yani sudur. Bir diğeri tuz yani sodyum klorür, alt tarafı tuz, ama kimyasal deyip “sodyum klorür” diye tanımlayınca endişelenenler var. Askorbik asit C vitamini, alfa tokoferol ise bildiğimiz E vitamini. Profesör Shewfelt bizi yeni başlayan “temiz etiket” (clean label) akımına karşı da uyarıyor. İnsanlarda    “kimyasal” olarak algılanan uyarılara karşı korku yaratıldığı için bazı üreticiler etiketlerinin temiz görünmesi için daha risksiz olarak görünen şekilleriyle  içeriklere yer veriyorlar. Örneğin MSG (mono sodyum glutamat) yerine aynı fonksiyonu yerine getiren soya sosu yazıyorlar. Soya sosu temelde aynı kimyasal yapıya sahiptir ve umami tadı verir. Hoca “temiz etiket” taktiğinin  iyi niyetli olmayan işletmeler tarafından yanıltıcı olarak kullanılabileceği konusunda da uyarıyor.

Peki işlenmiş gıdalar gerçek, doğal veya sağlıklı değil iddiasına ne demeliyiz? Gerçek ve doğal gıdaya örnek vermek gerekirse çiğ olan yumurtalar, balıklar, etler, meyveler ve sebzeler verilebilir. Peki bunların hangi aşamaya kadar doğal kabul edildiği sorgulanır mı? Yumurta çatlamış, elma yıkanmış, havuç dilimlenmiş, domates kurutulmuş ise artık gerçek değil midir? Eğer gıdalar haşlanmış, kızartılmış, ızgara edilmiş, soğutulmuş, kavrulmuş ise hala doğal mıdır? Peki hiç düşündünüz mü bunların fermente edilmeleri, konservelenmeleri, kurutulmaları, tütsülenmeleri, pastörize edilmeleri, homojenize edilmeleri veya dondurulmaları gıdaların durumlarını neden kötü etkilesin? Gıdaların evde hazırlanması yerine proseslerin büyük bir şirket ya da küçük bir aile şirketi tarafından yapılması onları daha az doğal yapar mı? Profesör Robert L. Shewfelt işte tüm bunları sorguluyor ve şu soruyla bitiriyor; “Haydi diyelim ki “doğal gıdaları” işlenmiş gıdalardan ayırabilmenin bir yolunu bulduk, bu o gıdaların daha sağlıklı olduğu anlamına gelir mi?” 

Gıdaların işlenmesine yönelik bir başka eleştiri de gıdanın besin değerinde kayıplara neden olmasıdır. İşlenmiş gıdalarda besin kaybının gerçekleştiği doğrudur ama niçin işlenmemiş “doğal gıdalardaki” besin kayıplarını göz ardı ediyoruz? Kaldı ki çoğu durumda işlenmemiş gıdalarda besin kaybı çok daha hızlı ve fazla olur. Mesela ıspanak taze ve ambalajlanmış halde veya işlenmiş, dondurulmuş hatta konserve biçiminde bulunabilir. Ispanak tarlada toplanır, suyla soğutulur ve taze dağıtım için paketleme tesisine, işlenecekse fabrikaya götürülür. Pazardan veya manavdan aldığınız taze ıspanağın size ulaşana kadar yaklaşık 7 günlük bir yolculuğu vardır ve bu esnada besin değerini de kaybetmektedir. Dondurulacak olanlar ise hasattan en geç 8 saat içerisinde yıkanır, sınıflandırılır, muhtemelen kıyılır, enzimleri etkisiz hale getirmek için ısıtılır ve yüksek teknolojiyle, besin değerinin kaybolması engellenecek şekilde şoklanarak dondurulur. Buzluğunuzdaki şoklanarak dondurulmuş ıspanak genellikle pazardan alıp eve getirdiğinizden daha yüksek besin değerine sahiptir yani daha tazedir, doğaldır.

İşlenmiş gıda karşıtlığının ihmal ettiği en önemli nokta, tüketmeyi veya kaçınmayı seçtiğimiz her bir gıda seçiminin bir başka değişime sebep olacağıdır. Yani birini yemez isek bir diğer besini tüketeceğiz. Her seçimimizin avantajları ve dezavantajları vardır.“Doğru seçimleri yapabilmek için güvenilir bilgilere sahip olmalıyız. Bizlere yön veren ne pazarlama amaçlı abartılar ne de sözde uzmanların ideolojik çağrıları ve içgüdüsel hisleri olmamalı” diyor Profesör Robert L. Shewfelt.

Buraya kadar hep duymaya alışık olduğunuz suçlamalardan bahsettim, bir de yazarın ışık tuttuğu yeni nesil suçlamalara örnekler vereyim. Bunların arasında en orijinali “gerçek doğal gıdalar büyük ninelerimizin yedikleri besinlerdi” yaklaşımı. Bunu savunan eğitimli ve modern bir kesim sağlıklı beslenmek için menülerinin bu şekilde tasarlanması gerektiğine inanıyor. İşin ilginci yine bu kesim, aslında bırakın büyük ninelerini, annelerinin bile gıda olarak bilmedikleri avakadoyu, kinoayı, chia tohumunu mutfaklarından eksik etmiyorlar!

“Gerçek gıdalar fabrikalarda üretilmez tarlada yetişir söylemi” de bir yanılgıdır. Büyük gıda üretim tesislerindeki fırınların, karıştırma ekipmanlarının boyutunun, evlerdekilerden çok daha büyük olduğu doğru, ancak uygulama ilkeleri neredeyse evdekilerle aynıdır. Üstüne üstlük fabrikalardaki proses aşamaları genellikle evlerdekilerden çok daha hassas ve hijyenik koşullarda yapılır. Gıda endüstrisindeki ekipmanların mutfağımızdakilere kıyasla tek üstünlüğü büyüklüğü de değildir; ayrıca kullanılan teknoloji de daha ileridir. Eğer sizi haksız yere korkutan teknolojik gelişmelerin kendisiyse, bunların birçoğunun tereddüt etmeden yemek yediğiniz restoranlarda da kullanıldığını bilmeniz gerekir. 

En ciddi ve şaşırtıcı suçlamalardan biri her yıl milyonlarca insanın gıda zehirlenmesi sebebiyle hastalanması ve hatta bazılarının hayatını kaybetmesidir. Halbuki burada çözüm gıda endüstrisinin doğru uygulamalarıdır. Gıda biliminin en önemli misyonu gıda güvenliğinin sağlanmasıdır. Gıda zehirlenmelerinin çok büyük çoğunluğu işlenmemiş ve açıkta satılan gıdalardan kaynaklanır. Buna hijyenik koşulları sağlamayan veya yeterince kontrol altına almayan restoranlar, satış noktaları, üreticiler ile evde kendi yaptığımız gıda güvenliği ihlallerini de eklemek gerekir.

Yazarın daha çok üzerine kafa yormamız gereken bir deyimi var: “Sorumlu Beslenme”. Bunu şu şekilde tanımlıyor “Sorumlu beslenme; tüketmeyi seçtiğimiz gıdanın sürdürülebilirliği, güvenliği, sağlıklı olmasını, toksisitesini, miktar ve tazeliğini dikkate almayı gerektirir.” Gıda seçimlerimizde mümkün olabildiğince bunları göz önünde bulundurmak en doğru davranış olur. Sonuçta günümüzün en moda ve havalı kavramlarından “sürdürülebilir seçenekler” maalesef genellikle en güvenli, en sağlıklı, en az toksik ve en taze alternatif olmayabiliyor. Tabi tüm bunları her defasında kıyaslayarak seçim yapabileceğimizi iddia etmek çok gerçekçi olmaz. Ancak tüm bunlara ilişkin farkındalığımızın artması, bizi daha rasyonel kararlar almaya itecektir.

Gıda endüstrisinin amaçlarını şöyle tanımlıyor Profesör Shewfelt:

(1) raf ömrünü uzatmak

(2) beslenmede güvenli, sağlıklı ve uygun fiyatlı gıda çeşitliliğini artırmak

(3) gerekli besinlerin teminini ve devamlılığını sağlamak

(4) işletmenin karlılığı.

Bu amaçları sorumlu üretim ve tüketime yönelik ihtiyaçları karşılayacak şekilde yapan firmalar her zaman bir adım önde olacaktır. 

Farklı açılardan baktığımızda her gıdanın avantajları ve dezavantajları olduğunun farkına varırız. Bunlar arasındaki dengeye göre verdiğimiz karar kendi sorumluluğumuzdadır. Yazar Profesör Shewfelt şöyle tanımlıyor: “İşlenmiş gıda, sağlık sorunlarının ne sebebidir ne de çözümüdür. Bunlar bazı zamanlarda en uygun gıdalarken başka zamanlarda ise bir tehdite dönüşebilirler. Doğanın cömertliğini teknolojinin faydalarıyla birleştirerek, sağlıklı yaşamı destekleyen beslenme tarzları geliştirmek adına aklımızı kullanmamızın zamanı artık geldi.”

Çoğu kararımızda olduğu gibi gıdalara yönelik kararlarımızın temelinde genellikle bilimsellikle harmanlanmış rasyonel yaklaşımlardan ziyade ideolojimiz, duygularımız, geleneklerimiz, çevremiz, yetişme tarzımız, iletişim, ulaşılabilirlik gibi etkenler yatar. Bilimde keskin çizgiler yokken duygular bizleri gıdaları iyi veya kötü (sağlıklı veya sağlıksız) diye sınıflandırmaya iter. Halbuki bu gibi bir ayrımın, daha sağlıklı bir hayattan ziyade, dengesiz beslenme ve stres kaynaklı sağlıksız bir yaşamı beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Hayatlarımız koşuşturmaca içerisinde geçerken, üzerinde düşünüp araştırmak zahmetliyken; birilerini dinlemek, kestirme yollar, yasak listeleri ve mucizeler peşinde olmak daha kolay geliyor çoğumuza. Halbuki gıda ve beslenme konularında şimdiye kadar bilimin geldiği noktada birilerinin bize ne yeyip ne yemememiz gerektiğini söyleyebilmeleri mümkün değildir. Kaldı ki bu konuda herkese uyacak tek bir çözüm yok. Dolayısıyla gıda seçimi ve beslenme düzenimize yönelik kararlarımızın kendimiz için en doğrusu medyadaki haberler, kişisel anekdotlar ve moda diyetler değildir, bilakis mümkün olduğunca bilimsel olmalıdır. Endokrinologlar ve diyetisyenler bu konuda bizim bünyemize en uygun şekilde bize yardımcı olacaklardır.

Kitapta çok fazla tekrar olması eleştirilebilir, ayrıca Profesör Robert L. Shewfelt büyük gıda firmalarının meşru pazarlama ve reklam çabalarını eleştiriyor ama “pundit” (sözde bilge) diye tanımlayarak eleştirdiği gıda alimleri bir açıklama yaptıklarında, medya bunları haber yapmaya bayılıyor ve bu konuda hiçbir regülasyon yok. Halbuki gıdalarımızı işleyen hazırlayan işletmelerin her adımı regülasyonlarla kontrol altındadır ve aykırı davranışları anında cezalandırılıyor. Bu nedenle toplum vicdanının bu konuda harekete geçmesi gerekiyor. Bilim adamı kisvesiyle hiç kimsenin uzmanı olduğu konu haricindeki beyanlarına itibar edilmemelidir. Bilimsel değeri olmayan, teferrüt eden araştırmalar yayınlanmamalıdır. Medya kuruluşları bu konulardaki bilimsel kriterlerini tespit edip yayınlamalı ve eylemlerini murakabe edecek bir bilim danışma kurulu oluşturmalıdırlar. Aksi takdirde bunun zararı olarak insanlarımızın yaşam kalitesinde stres seviyesi artmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiyemizin bir rekabetçi üstünlüğü olan gıda üretim ve işleme endüstrimizin gelişimine ket vurmuş olacağız.

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.

————————————–

(1)  https://ukfoodanddrink.co.uk/startup-happi-launches-oat-milk-chocolate-range/

(2)  Shewfelt, L. R (2021). İşlenmiş Gıda Yanılgısı (çev: Ece Ç. I ve Akdağ E.), The Kitap Yayınları, 448 sayfa.

(3)  https://jameskennedymonash.wordpress.com

Comments are closed.