Sanat

25 Yöneticimizle Sanat GOYA’sı

LinkedIn

GOYA SANAT İÇİN Mİ? YOKSA SANAT GOYA İÇİN Mİ?

Geleneksel Contemporary GOYAmızı Yaptık.

Contemporary İstanbul’un bu sene 17ci edisyonu Tersane İstanbul’da Haliç’in o güzel manzarası eşliğinde yapıldı. Ülkemizin ve şehrimizin sanat adına etkili bir tanıtımı olan bu Çağdaş Sanat Fuarı’nı her sene mutlaka ziyaret ediyorum. Bu sene de bu geleneksel sanat goyamızı iş arkadaşlarımla, biraz da kalabalıkça gerçekleştirdik, tam 25 kişiydik. Hepimizin ayrı ayrı gözlemleri oldu. Eğer gezemediyseniz ya da biz nelere dikkat ettik okumak isterseniz bugün size anlatacağım. İnsanlığın kolektif hafızası ve buluşma noktası sanat aynı zamanda hepimiz için bir teneffüs oluyor.

Contemporary İstanbul’un 17ci edisyonunda dünyanın dört bir yanından 66 çağdaş sanat galerisi ve inisiyatiflerin temsilciliğinde 558 sanatçının 1476 eseri bir araya gelmişti. Dünyanın dört bir yanı derken toplamda 22 ülkeden ve sanat için oldukça önemli merkezlerden bahsediyorum aslında. Bu sene de Paris, Londra, Bükreş, Dubai, New York gibi farklı şehirlerden çağdaş sanat galerileri vardı. Tersane İstanbul’un yeni  yapılan ortamı ve Haliç manzarasında bu geniş seçkiyle buluşmak gerçekten güzel bir deneyimdi.

Contemporary İstanbul zaten oldukça öncü bir oluşum, düzenlenmeye başlandığında dünyadaki 21ci sanat fuarıydı, 2019 yılında ise bu sayı yaklaşık 350yi buldu. Biz goyamızı 21 Eylül Çarşamba günü yapabildik, iş çıkışıydı ve hava serindi, sergi alanı ise oldukça kalabalıktı. Çok hoşuma gitti bu ilgi doğrusu; ne de olsa insanlığın kolektif hafızası ve buluşma noktası sanat aynı zamanda hepimiz için bir ferahlanma değil mi.

Şimdi bu sene ilgimi çeken, işlerden bahsedeyim.

En çok konuşulan işlerden biri, Jeff Koons’un tasarımı BMW M850i xDrive Gran Coupé; zaten bu marka ve model meşhur ama bana biraz didaktik geldi.

Amerikalı heykeltıraş ve ressam Jeff Koons’un tasarladığı popüler kültür yansımaları barındıran BMW M850i bu sene çok konuşulan işlerden biriydi. Biraz da Jeff Koons’tan bahsetmek gerekirse, kendisi yaşayan en zengin contemporary art (çağdaş sanat) sanatçısı. Sanatında ise elektrikli süpürgeler, basketbol topları gibi gündelik hayatın içinden nesneleri betimleyen heykelleriyle meşhur. Geniş kitlelere yönelik çok büyük montanlarda üretilen, gündelik hayat içerisinde bizler için sıradanlaşmış bu nesneler sanat dokunuşuyla sıradanlıktan sıyrılarak ikonik şeyler haline dönüşüyor. Yani ticaret, reklamcılık gibi sektörlerden de beslenen bir sanatı var.

Kendisi bu arada IIona Staller ile 1991-1994 yılları arasında evliydi. Staller’ın sahne ismi Cicciolina idi, ilginç bir şahsiyet kendisi; porno yıldızı, politikacı, şarkıcı, ilginç bir cv…

Koons tasarımında 11 farklı renk boya kullanmış ve neo-pop imgeler, hepimizin çizgi romanlardan aşina olduğu o konuşma balonları, patlama imgeleri ve pop yazısı yer alıyor. Sanat eserine dönüşmesi 285 saat süren bu arabaya “hareket eden heykel” diyorlar ve 99 adet üretmişler, yani sergilenmenin ötesinde hayata karışan bir sanat & ürün birleşimi hedeflemişler. Fikir güzel, ben sanat ve marka  iş birliklerini ruh uyuşması olduğu sürece seviyorum. Bunu da seyri güzel ama “alır, kullanır mısınız” derseniz, bilemiyorum. Godiva’da daha önce Oli-B ile yaptığımız tasarımları çok sevmiştim. Kim bilir belki Türk bir sanatçıyla önümüzdeki dönemde güzel bir iş birliği nasip olur. Ama tabii “sanatı markalara bu kadar alet etmemek lazım” diyenler de var, onları da saygı ile işitiyoruz.  

Bir diğer çarpıcı iş de geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Komet’in Türk halısına yaptığı eseriydi.

Eser daha önce 1995 yılında Esma Sultan Yalısı’nın restorasyonu öncesinde sergilenmişti. 4.50 x 3.30 metre ölçülerindeki eser duvarda tüm görkemiyle oldukça çarpıcıydı. Ben de Instagram hesabımda Komet’i bir hatıramla anmıştım. Linkini buraya ekliyorum. https://www.instagram.com/tv/CjFWHZXoR6Y/?igshid=YmMyMTA2M2Y%3D

Arton standında Oktay Duran’la da sohbet etmeden olmazdı. Oldukça ilgi çekici işler vardı, Ufuk Yılmaz’ın video enstalasyonu, Oddviz’in Detroit fotogrametik sanal yerleştirmesi aklımda kalan işler.

Oddviz, Detroit, 2022. Fotogrametrik sanal yerleştirme 150 x 266 cm

Bu arada Güney Kore’nin en pahalı eserinin NFT’si de sergideydi.

Lg Oled Art ile ekranlarda karşımıza çıkan eser Kore’de soyut resmin öncülerinden Kim Whanki’nin aslında 1970’lerde tamamladığı 5-IV-71#200 Universe adlı eseri temel alınarak üretilen ilk NFT çalışmasıydı. Orijinal eser 2019 yılında Hong Kong’daki Christie’s’de yaklaşık 11 milyon Amerikan dolarına satılmış ve bu da Kore sanat tarihinde 10 milyon doları aşan ilk eser olarak kayıtlara geçmiş. Bambaşka bir kültürün bu kült eserinin zamanın ruhuna uyarak NFT’ye dönüştürülmesi, bu alanı bir televizyon markasının sahiplenmiş olması, ilginç… Hepsi görülmeye değer şeylerdi.

Bedri Baykam’ın Piramid Sanat standı ise yine kendi gibi farklı, kalıpların dışında, renkli bir seçkiyle karşıladı bizi; Görkem Candan’ın Einstein heykeliyle başlayan bu stanttaki Erdo Sam’ın ilgi çekici eserleri yine aklımda kalanlardan.

Bir de Bedri Baykam’ın bu eseri de dikkatimi çekti. “Maybe there is no answer” Türkçesi; “belki herhangi bir yanıt yoktur” günümüzün zorlu sorunları karşısında irkilen insanı teselli ediyor.

Canan Tolon’un “Evet! Açığız”ı da The Yard bölümünde yani açık alanda sergileniyordu. Eserin açıklaması için “Birbirini engelleyen, size içeri davet etmek için ardına kadar açık duran bir kapı alanıdır.” denmiş. İç içe geçmiş bu kapılar bana tercihlerimizi, hayattaki dönemeçleri anımsattı. Belki de kapı hep aynı yere ya da zaten çıkacağı yere çıkıyordur, kim bilir 😉

Seçkin Pirim’in eseri de yine oldukça dikkat çekiciydi. 150 katmanlı bir papercut işiydi.

Her şey sıralı giderken orta yerdeki terslikler hayatın da tam kendisi gibi değil mi. Seçkin Pirim’in eserleri daha çok “clean cut”, bu eserde yeni bir faza geçtiğini gördüm. Sanatçının dönüşümünü izlemek güzel…

Anselm Reyle’nin heykeli de, kendi de, hikayesi de oldukça dikkat çekiciydi. Fat Lava seramikler bir dönem Almanya’da her evde bulunurmuş, ancak sonrasında bunların fırınlanma evresinde sağlığa zararlı zehirli gaz çıkardığı ortaya çıkınca yasaklanmışlar. Reyle ise günümüz kuşağı için çocukluğunda ya da gençliğinde zihinlere kazınmış bu objeden yola çıkarak dev bir eser üretmiş. Hikayeler toplulukları ilmek ilmek ören, bizi bir arada tutan şeyler ve ben bu esere baktığımda aslında hikayelerin hiç yok olmadığını düşündüm, ama tabii farklı biçimlere bürünebilirler, tıpkı bu eserde olduğu gibi. Bir de bunun pandemi sonrası karşımıza çıkması da güzel, araştırmalar bize gösterdi ki bu zorlu dönemde hepimiz nostaljiden beslendik, bize iyi gelen anların çağrışımlarını aradık. Tıpkı çocukluğumuzda sevdiğimiz o pötibörü, çikolatalı gofreti yemenin o mutlu ana bizi geri götürmesi gibi bu eser de bir toplumun hatıralarına dönmesini sağlayan bir araç…

Hande Uğur’un siz yürüdükçe perspektifinizle beraber görüntüsü de değişen  4’lü  Walter Benjamin tabloları oldukça dikkat çekiciydi. Eser aslında hepimizin olaylara bakışı gibi, herkes başka bir şey görüyor.

Yves Hayat’ın dev jiletler üzerindeki figürleri de yine farklıydı. Seçtiği isimlerin de; Amy Winehouse, Kurt Cobain, Marilyn Monroe gibi kendinde yaralar açan ünlüler olduğunu düşünürsek pop ama keskin bir iş diyebiliriz.

Ekrem Yalçındağ’ın yeni dönem eserleri bambaşka; her zaman alıştığımız desenlerini daha makro bir görüntü içerisinde harmanlamış. Yeni dönem ürettiği diğer eserlerini de görme merakı ve isteği uyandırdı bende bu yeni tablosu.

Julian Opie’nin tablolarını oldukça beğeniyorum. Kendisi ürettiği eserlerinde çok sade ama renkli çizgiler kullanıyor ve eseri size zihninizde tamamlatıyor. Siz de eserin bir tamamlayıcı unsuru oluyorsunuz böylece.

Daha önce kendisi hakkında uzunca bahsettiğim Karin Kneffel’in de bir işi yine sergide karşıma çıktı. https://muratulker.com/y/karin-kneffel-ben-mutfak-degilim-i-am-not-a-kitchen/ Bruno Taut’un evinin içini jaluzilerin arasından size gösteren bu resim bende o an içinde olduğum izleme edimime dair bir hatırlatma hissi gibiydi. Bir başka arkadaşım esere bakarken birinin evini dikizliyormuş hissinden bahsetti… Biraz zaman kayması hissi de yaratıyor bu eser çünkü evin içi tam da günümüz evlerini anımsatmıyor insana. Bilmem size ne düşündürdü/hissettirdi…

Yves Hayat’ın eserleri ilgi çekiciydi. Klasik resimlerle, reklamları birleştiren, şeffaf ve çok boyutlu parçaları kullanıyor. İmgelerle hem sanatsal hem de toplumsal mesajlar veriyor.

Bu goyanın ardından Fişekhane’de kısa bir yemek molası verdik ve sonrasında sergide  bize eşlik eden Yıldız Holding sanat danışmanı İdil İlkin’in Contemporary İstanbul Vakfı ev sahipliğinde düzenlediği “Cennetsi” sergisini goyaladık. Küratörlüğünü Ekmel Ertan’ın yaptığı sergi, İdil Hanım’ın uzun zamandır hayali olan bir çalışmaydı aslında.

Ben sanat ve bilim iş birliklerini takip etmeyi seviyorum. Burada da toprak-insan ilişkisi çerçevesinde bu konunun ele alınışı ilgimi çekti. İnsanın bu dünyada ilk bağlantı kurduğu şey aslında doğaydı, insan ve doğa arasında çok eskilere dayanan, düzenli bir özen ve sorumluluk ahlakı ilişkisi söz konusudur. Bugün bile dünyanın keşmekeşinden kaçmak istediğimizde hepimiz için bir kaçış yerimiz olan doğa, toprağın bereketiyle bizi yaşatan doğa, elhamdulillah. Peki bunun sanatla ne ilgisi var? Serginin tanıtımında “izleyicileri biyolüminesansı insan ve bitki arasındaki bir iş birliği olarak düşünmeye ve bu iş birliğinin sunduğu olanakları ışıyan canlı bitkiler eşliğinde keşfetmeye davet ediyoruz” diyor. Peki nasıl derseniz İlkin’in kendi serüvenini anlatışı şöyle; “Bu konuyu işlerken, özellikle sera etkisine doğrudan neden olan enerji sektörü başta olmak üzere ilgilenen herkesi biyo-ışımayı alternatif bir geleceğin parçası olarak düşünmeye davet ediyorum. Cennetsi’yle uğraşırken, bütünüyle soyut bir sürecin içine girdim. Kullanmayı bilmediğim kimyasallardan çıkan sonucu beklemek tuhaftı. Gözle görülmeyen bu moleküller, bilim sınırlarından sanat sınırlarına atladı. Elli mikronluk nano parçacıklar birer ışıma ajanı haline geldi. Bu süreçte gözle görebildiğim tek şey sıvı bir karışım oldu. Karışımı bitkilere verince, bitkiler ışıdı, ben de bu tepkimeyi sanatıma taşıdım.”

Tüm bunların ötesinde ışıldayan bitkiler göz yoluyla ruha iyi gelen bir deneyim. Kendi gözünüzle görmek isterseniz Fişekhane Cocoon sanat alanında 16 Ekime kadar görebiliyorsunuz.

Sanat ve kültür her şeyin ötesinde insanlığın ortak bilinci, geleceğe kolektif mirası. Sanat bize yanıtı olmayan sorular soruyor/sorduruyor, bazen bizleri alıp dünyanın başka bir yerine ya da başka bir zaman dilimine sürüklüyor, ruh halimize sirayet ediyor ve nihayetinde bir ferahlanma oluyor. Yıldız Holding’den 25 yöneticimizle bu goya turumuzda keyifle paylaşılan bir akşamın ötesinde, sanat ile ferahlayıp öğrendiklerimizi de cebimize koyduk. Farkındaysanız bu yazımda birçok yerde cümlelerimi üç nokta ile bitirdim, düşünüp kendi bulduklarınızı bizimle paylaşmak size kalmış.

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.

YORUM YAZIN