Sabri Ülker Vakfı’nın 7-8 Aralık’ta beşincisi düzenlenen Beslenme ve Sağlık İletişimi’nin bu yılki konusu “Pandemi Çağında Sağlık İletişimi” idi. Bu yıl konferans yine online olarak gerçekleştirildi. “Bilim haberciliği” atölyesi ise yüzyüze yapıldı. Konferansta yerli ve yabancı akademisyenler, uzmanlar biribirinden bilgilendirici konuşmalar yaptılar. Bir bölümünü merakla izledim, bir bölümünü ise arkadaşlarımın verdiği notlardan takip ettim. Geçen yıl yaptığım gibi de konferansın kısa bir videosunu ve yapılan konuşmaların özetini sizlerle paylaşmak istedim; çünkü pandemi iletişimi konusunda yapılan hataları, yapılması gerekenleri hepimizin bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Daha önce de yazdığım gibi artık geleneksel hale gelen bu konferans Sabri Ülker Vakfı’nın misyonunu çok iyi yansıtıyor. Sağlık profesyonelleri, akademisyenler, beslenme ve diyetetik bölümü öğrencileri, medya profesyonelleri başta olmak üzere ilgi çok yüksek oluyor. Bilgi de mutluluk gibi paylaştıkça çoğalıyor
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı ve Aşı Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Serhat Ünal “COVID Pandemisi, Nereden Geldi Nereye Gidiyor?” başlıklı konuşmasında şunları söyledi:
“Mevcut kanıtlar zoonotik bir bulaşmayı düşündürüyor. Var olan bilgilerimize göre virüsün laboratuvardan çıkmış olma ihtimali bilimsel olarak ispatı mümkün olabilecek bir durum değil. Haliyle genel teori bu virüsün yarasalardan bir ilinti ile geldiği genetik imza takibi ile gösterilmiş halde. Bu virüs bu bölgede zaten var ve esasen yarasaların gastrointestinal sistemlerinde bulunuyor. Buradan aracı hayvanlara bulaşı ve bu aracı hayvanlarla yakın temas eden insanlara bulaşı ile çoğaldıkça insana adapte olarak dolayısıyla virüs çoğaldıkça insandan insana bulaşan ve kısa sürede pandemi halini alan bir durum öngörülüyor.
Mutasyonda her zaman pandemiyi kötüye götürüyor ve bitmesine engel de diyemeyiz. Mutasyon olduktan sonra varyant dediğimiz kavram ortaya çıkıyor. Virüsün tek amacı daha iyi hücreye tutunmak ve canlı hücreye girdikten sonra çoğalmak. Haliyle virüsün çoğalması ve bulaşına engel olursak pandemiyi engelleyebiliriz. Bulaşma oranı daha yüksek olan delta varyantının Hindistan’dan çıkma nedeni de aşının olmaması ve bulaşmanın çok olmasıydı. Delta varyantı hücreye daha iyi yapışıyor olmasının avantajı ile Hindistan’dan bütün dünyaya yayıldı. Toplumsal bağışıklık veya sürü bağışıklığı kavramı demek virüsün herkese bulaşması ve böylece kendi kendine yok olması anlamına geliyor.
Aşı bulaşmaya engel olmuyor, bu sürede varyantlar ortaya çıkıyor ve aşılama yaygın ve eşit şekilde yapılmıyor, hastalığı geçirenlerde de bağışıklı sonsuz değil; haliyle toplumsal bağışıklık neredeyse imkânsız duruyor. Örneğin Danimarka kontrollerin iyi olduğu bir ülkedir. 2021’in 11 Eylül’ünde %71 aşı oranı ve tedbirler ile ölümleri ve vaka sayılarını oldukça düşürdü ve ardından kontrolleri kaldırdı. Kuralları gevşetir gevşetmez tekrar vaka sayıları arttı. Haliyle aşı ve kontrollerin devamlılığı bu pandeminin yönetimi ve son bulması için olmazsa olmaz. “
Galatasaray Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ali Ergur ise “Covid-19’un Toplumsal Etkileri: Sağlık Çalışanlarının Deneyimleri Üzerinden Salgını Anlamak” başlıklı konuşmasında sağlık çalışanları ile şu noktaları vurguladı:
“Covid 19 Pandemisi sonucunda güven sistemlerinin zayıfladığını gördük. Pandemi bunu görünür kıldı. Bir çok eşitsizlik ortaya çıktı. Virüs konusunda herkes eşit fakat sonuçları karşısında herkes eşit değil. Tüm bunların sonucumda 2 önemli etkisi oldu; ilki katalizör etkisi: mevcut eğilimler açığa çıktı, teknolojik eğilimler de buna dahil. İkinci etkisi de turnusol kağıdı dediğim açığa çıkarma etkisi. Birçok sektörde, alanda, eylem ve ilişki biçimimizde ahlaki sınav niteliği kazandı.
Pandeminin başlarında sağlık çalışanlarının yani bu mücadelenin merkezinde olan kişilerle görüşerek bir araştırma tasarladık. 16 ilden – 23 ayrı sağlık kuruluşu, 1 ebe, 16 hemşire, 10 uzman, 14 öğretim üyesi uzman, 6 asistan, 1 klinik şefi, 1 aile hekimi olmak üzere 49 yüz yüze görüşme yaptık (ekran+uzaktan). Bu şekilde görüşmeler çok hızlı bir şekilde bitti. Covid mücadelesinde çalışan yani tüm sağlık çalışanları değil, araştırmaya dahil ettik.
İlk saptadığımız olgulardan biri olağanüstü durumların, toplumsal normları nasıl askıya aldığı oldu. Bu deneyimlerde çok somut olarak gözlemledik. Sağlık alanı, piyasacı politikalarla şekillendirilmişti. Bu sistem pandemi ile kırılgan hale geldi. Yine pandemi mevcut çelişkileri görünür hale getirdi. Pandemiyle birlikte çalışma ortamı düzensizleşti.
Covid ile mücadele tıbbi bir mesele olmaktan çıkıp toplumsal bir mücadeleye döndü. Mücadele bir yandan bütünleştirici etkiler yaparken bir yandan da ayrıştırıcı etkiler yaptı. Bütünleştirici, çünkü bilinmeyen bir hastalık karşısında o güne kadar katı bir hiyerarşinin temeli olan tıbbi bilgi ve teknoloji birdenbire anlamsızlaştı. Bir dayanışma grubu olmanın deneyimlendiğini görüyoruz. Diğer yandan ayrıştırıcı etkisi oldu. Bu süreçte uzmanlık alanı olmadığını söyleyip geri çekilen meslektaşlar arasında çatışmaları da tetikledi.
Araştırmanın başlıca sonuçları olarak; liyakat sorunu, hiyerarşiyi görevden kaçmak için kullanmak, teşvik ödemeleri ve istifalar sayılabilir. Bir bu araştırmayı tamamlamaya başladığımızda istifa yasağı kalktı ve istifa eden 19 hekim ile görüştük. Burada ciddi bir dayanma sınırının sonuna geldiklerini, görevden kaçma değil, adaletsizliğe dayanamadıklarını bu nedenle istifa ettiklerini öğrendik.
Pandeminin sonuçlarından bazı dersler çıkaracağız; En başta yapısal sorunlara ilişkin dersler çıkaracağız; tüketim, kendimizi doğanın efendisi sanmamız… Herkes aynı dersi çıkarmayacak. Böylece özellikle gençlerin nezdinde küresel bilincin gelişmesini umuyorum. Elektronik bilincin önem kazanacağını düşünüyorum. Neoliberalizm bize yalnız kal ve tüket diyordu, pandemiden ders çıkaracaksak örgütlenmenin ve üretimin önemini anlayacağımızı düşünüyorum”
Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü Başkanı Prof. Erkan Yüksel “Küresel Salgınlar ve Medya” başlıklı konuşmasında herşeyin başı iletişim derken; sağlık iletişimi konusunda medyanın rolünü anlatarak şu sonucu verdi :
“İletişimin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Etkin yönetim anlamında medya ve kriz yönetiminin geliştirilmesi gerektiğini ve medya okur yazarlığı seviyemizin geliştirilmesi gerektiği çok ortada. Yine toplumun sağlık okur yazarlığı eğitimi geliştirilmeli ve yaygınlaştırılmalı. Kimlere iş düşüyor? Sivil toplumun daha etkin rol alması gerektiğini düşünüyorum. Sağlık TV’miz olsaydı pandemi döneminde her şey daha farklı olabilirdi. Sosyal medyanın daha etkin bir şekilde kullanılmasının önemini vurgulamak istiyorum.”
Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Fatoş Adiloğlu Görsel Sağlık iletişimi başlıklı konuşmasında sağlık iletişiminin görsel yönünü analiz etti ve araştırmalara dayanarak şöyle dedi:
“Görseller metinlere rağmen etkiyi arttırıyor. Mesaj kaynağı, içerik, reklamlar (TV ve gazete), youtube paylaşımları kamu sağlığı etkileşimini arttırmaktadır. Medya planlaması görsel etkileşimi etkileyen en önemli faktörlerdendir. Görsel iletişim sürecini, mesaj tasarımı ve çekicilik son derece etkilemektedir. Bu sebeple görsel paylaşımlarda etki faktörünü daha fazla incelememiz ve ele almamız gerekmektedir. İletişimin hedef kitleye ulaşımı için görsel analizler yapılmalıdır.
Toplumsal ve sağlıkla ilgili problemleri daha çok incelememiz gerekiyor. Özellikle pandemi konularını daha öncelikli hale getirerek hedef kitlelere ulaşmalıyız. Görsel materyallerle yapılan çalışmalar iletişimin etkileşimini arttırdığından görsel analizler mutlaka programda olmalıdır. Disiplinler arası bir sağlık iletişimi kurularak görsel iletişimler etkili hale getirilmelidir. “
İletişim Akademisyeni Prof. Yasemin Giritli İnceoğlu “Pandemi ve Sağlık Haberciliği” başlıklı konuşması medya için önemli uyarılar taşıyordu:
“Gazeteciliğin temel ilke ve görevlerine bakarsanız sağlık konusunda sansasyonelden kaçınılması insanları korkuya sevk edecek haberler yapılmaması, ilaç konusunda mutlaka uzmana başvurulması gerektiği, hastaneden bilgi ve görüntü alanların kimliğini iletmeleri ve hastanenin yetkilileri ve hastanın akınlarının onayı alınması. Kamu yararı adına yaptığı görevi yerine getiren gazetecinin karşı karşıya kaldığı zorluklar da anlatılmalı. TR de gazetelere baktığımızda çalışmanın tamamın okunmadan, veri toplama metodolojisi dışında verilere körü körüne inanarak gelen bültenler üzerinden kopyala yağıştır haberciliği yapıldığını görüyoruz.
Aşılarla ilgili gerçekleri anlatmalı medya. Diğer yandan ekolojinin önemi ve tahribatının sonuçları herkese anlatılmalı. Bunu anlatacak bilim insanlarıdır tabii ki ama onların sesini duyuracak olanlar medyadır. Ana akım medyanın karşısında yer alacak alternatif medyaya çok rol düşüyor. Ana akım medya tüm dünyada hükümetlerin bir uzantısı hegemonik bir aleti oldu. Alternatif medya bunun karşısında gerçekleri anlatan, sorgulama yapabilen bir rolü olmalı. Aşı karşıtlarına yaygın aşılama olmadan bu pandeminin bitmeyeceğini anlatmak medyanın görevi. Burada aşı karşıtlarının da sosyal medyayı etkin kullanıp karşı fikirlerini yaydıklarını gördük. Mizaha da başvurmak, virüsten etkilenen deneyimleri, hastaların yakınlarının yaşadıkları da haber konusu olabilir ama bu haberlerin etik ilkelere uygun, ajitasyon ve korku yandırmaktan uzak, kişilerin bu haberlerden nasıl etkileneceğini düşünerek yapılması gerekiyor.
Koronavirüsün yayılmasını önlemek için kamu spotu filmler sürekli yayınlanmalı. Bu virüs sadece sağlık değil, ekonomik, toplumsal hukuki bir sorun. Bu yönleriyle de ele alınmalı. Yurttaş olarak da çarpraz okuma yapma ve bilgileri sorgulama sorumluluğundayız. Aşı kararsızlığı veya aşı karşıtlığı kişilerin sayısı toplum sağlığını tehlikeye atacak seviyeye ulaştı. “
İstanbul Üniversitesi Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü Koordinatör Yardımcısı Dr. Elif Kahraman “Savaş ve Barış: COVID-19 ve Aşı Bağlamında Türkiye’de Siyasal Söylem” başlıklı konuşmasında ilginç sağlık iletişimi ile ilgili bir ilginç bir noktaya değindi:
“Toplumu ikna etmek ve toplumsal davranış değişikliği için savaş kelimesinin sıkça kullanıldığını görüyoruz. Bir anlamda çok gariptir ki görünmez bir düşman var (covid-19) ve hayali bir coğrafya (vücudumuzda göremediğimiz bir mücadele ortamı) var. Salgın hepimiz için yeni ve mücadelede ve yönetiminde bu nedenle sorunlar yaşayabiliyoruz. Bu tarz durumlarda tek günahı da virüs almış oluyor, böyle de bir durum var. Halbuki sağlık alt yapımız gibi durumlar da mücadele ve yönetimi etkileyebiliyor. Zafer vaadine baktığımızda yaygın aşılama ve vakaların azalması olduğunu görüyoruz.”
San Diego State Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Brian H. Spitzberg “Pandemi ve Yanlış Haber, Eksik Haber, Yalan Haber ve Komplo Teorileri Dinamiği ” başlıklı konuşmasında kuramsal bir çerçeve çizerek önerilerde bulundu:
“Dezenformasyon viraldir, pandemiden ya da hastalıklardan daha hızlı yayılır. Meşru bilgilere göre yanlış bilgiler daha uzağa daha kapsamlı bir şekilde yayılabiliyor. Dezenformasyonu belli yerlerde durdurabilirsek genel etkisi azaltabiliriz. Bazı kanıtlara göre botları, algoritmaları kontrol etmek dezenformasyon önlemektir. İnsanda sınırlı bilişsel kapasite bulunuyor. Bu bilgilerin hepsini insan işleyemiyor ve bilgi fazlası ortağa çıkıyor. İnsanın bilgi ekosistemine giren sınırsız sayıda bilgi var fakat bunları işleyebilmek için sınırlı kabiliyeti var. Bu neticede insanlar aşırı derecede bilgi yüklemesi yaşıyorlar.Kanıtlara göre haber kaynaklarından daha çok sosyal medya mecralarına güveniyoruz. Çok sayıda kişi online haber kaynakları yerine sosyal medya mecralarını tercih ediyor, bu mecralardan bilgi ediniyor. Doğru bilgiye ulaşmak için çok az çaba ve zaman harcıyoruz.
Tarihsel olarak bakacak olursak dezenformasyon yeni bir olgu değil. 1800’lü yılara baktığımız zaman çiçek hastalığı ilgili olarak bilgiler farklı şekillerde yayılmıştır. 1930’larda ise suçiçeği için ön yargıları olanlar, şüphe duyanlar, bilgisiz olan insanlar vardı. Günümüzde de Covid-19’a pandemisinde de bunları yaşayan insanları görüyoruz. Sonuç olarak dezenformasyon yeni bir olgu değil farklı şekillerde karşımıza çıkabilir. Problem heterojen bir problem bu yüzden çözümlerde heterojen olmalıdır. Daha çok araştırma yapılmalı, daha çok eğitimler verilmeli ve daha iyi teoriler benimsenmelidir. “
Çevre ve insan sağlığı üzerine araştırmaları ile tanınan “Covid19 Pandemisinde Risk İletişimini iyi Kullanmak” kitabının yazarı Dr.Erik Rifkin “Riskleri Topluma Anlatmak” başlıklı konuşmasında pandemide halka iletişimin net ve basit olması gerektiğini savunarak şöyle dedi:
Covid-19 pandemisine baktığımız zaman kamuyla iletişimin eksik olduğunu görüyoruz. Doğru ve basit bir yaklaşım ile bilgiler kamuyla paylaşılmalıdır. Bu iletişim esnasından görseller kullanılmalıdır. Covid-19 ile ilgili bilgiler çoğu zaman bilimden uzak, yanlış ve taraflı olabiliyor.
Kamu ile paylaşılan analizler, grafikler ve istatistiklerin anlaşılması zor olmamalıdır. Sosyal medyada paylaşılan bilgiler ise çok dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır. Dikkatli şekilde alınmazsa sosyal medyada bu bilgiler tehlikeli olabilir.
Konferansın “Pandemi ve Toplum Algısı” konulu panel bölümünde ise ise Bahçeşehir İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr Kemal Suher Prof. Hasan Kemal Suher: “Pandemi başladığında medya bunu bilimkurgu filmi gibi algılayıp işin magazinsel boyutuna odaklandı. Çipler, uzaylılar içerikleriyle çok ciddiye alınmadı ama işin ciddiyeti arttıkça işin uzmanları ortaya çıktı ama bu arada verilen zarar önemliydi. İnsanlar ciddiyeti algılayamadı. Devamında alınan önlemlerde halk algısı yönetilmeye çalışıldı. Bununla birlikte karşı söylemler de çıktı. Söylemlerin karşı söylemleri tam olarak yönetilemedi bu da bugünkü tabloda 12 yaş altı yaş grubunu çıkardığımızda Türkiye’de aşılama oranının yüzde 50-60 oranında kalmasına sebep oluyor. Oysa detaylıca anlatıp insanların algısı yönetilmeli ve aşı oranı 80-90’lara çıkarmalı çünkü aklınızda soru işaretleri olsa bile tek bir gerçek var:. Aşı bizi bu hastalığa göre koruyor. “ diyerek önemli bir soruna parmak bastı.
Türkiye Gazetesi Sağlık Editörü Ziyneti Kocabıyık ise yanı panelde : “Covid’i medya yönlendirdi diyebiliriz. Çin’de sokakta yürürken pat diye ürüyen resimler vardı, magazinsel boyutu korku saldı. İşin ciddiyeti anlaşılınca bilim insanları da geleneksel ve sosyal medya aracılığı ile bilgi yaydı. Aşı ve ilacın bu kadar kısa sürede geliştirilmesi de infial yarattı bir ilk olduğu için – kuduz aşısı 4 kızamık 9 yılda geliştirilmiş. Covid öncesi aşı karşıtlığı Türkiye’de o kadar kuvvetli değildi ama Covid aşısına karşı bir önyargı var bunun da en büyük sebebi tüm gelişmelerin, tüm faz çalışmalarının detaylıca medyanın önünde gerçekleştirilmesi oldu. Bu da bilgi kirliliğine neden olup akıllarda soru işareti ve direnç yarattı. Sosyal medyada aşı karşıtlığını destekledi aşı kararsızlığını artıran bir bilgi kirliliği oldu. Hocalar da yayınlara katıldıkça yeni bir şey söylemek zorunda oldukları için tek araştırmalı kesin olmayan sonuçları kesin bilimsel bilgiymiş gibi verdiler İnsanların korunma yöntemlerine yönelik algılarını da etkiledi bu. Medya ilgi çekmek için korkuyu da kullandı. Medyada endişe hep en üstte tutuluyor. “ diyerek farklı bir balış açıaı ortaya koydu.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Sibel Güneş yanlışlıklar konusunda sadece medyayı odağa almak yerine bütünsel bakmak gerektiğine vurgu yaparak şöyle dedi: Bu sürecin algı yönetimi tek başına medya ile ilerlemedi. DSÖ, tüm kurumların tüm yanlışları ve sorumsuzlukları da anında haber oldu. Medya tabii ki burada etkin rol oynadı ama tek sorumlu değil. Virüsün ilk çıktığında konuşulan kaynak hala net değil, DSÖ bile kendi verdiği bilgiyi 3-4 kere değiştirdi. Bu bilgiler şu an aşı karşıtı olarak tanımlanan insanlarda sağlık otoritelerine karşı güvensizlik oluşturdu. Bizim şanssızlığımız sağlık editörlerimizin en az olduğu dönemdeyiz. Emekli askerlere, öğretim üyelerine, “kelle paça için” diyen akademisyenlere yer verildi. Bilginin yerine şov yapmanın geçtiği zamanlar da oldu. Sağlık Bakanlığının iletişimi de bu süreci tetikledi. Sağlık Bakanlığının paylaştığı bilgilerin nasıl ve nereden toplandığı ile ilgili kaynak belirsizliği de paylaşılan bilgilere karşı özgüvensizlik oluşturdu. Bu toplantılara sağlık habercileri katılmadığı için halkı bilgilendirecek doğru sorular da sorulamadı.“
Konferanstan ben çok şey öğrendim. Ama kısa bir sonuç çıkar derseniz şöyle diyebilirim: Aşı, maske, mesafe hala çok önemli. Ama çok daha önemlisi doğru bilgiyi doğru kaynaktan alabilmek, ya da kaynak olarak doğru bilgiyi verebilmek. Sorumlu, planlı, etkili iletişim şart!
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez