Sanat

Kavramsal Sanata Verilen Parayı Tartışmak Abes!

LinkedIn

Geçen Contemporary İstanbul gezimin çıkışında tuvalete uğramak ihtiyacı hissettim. Tam giriş kapısının karşısında pastel  turkuaz zemin üzerine tuvalet ikonlarını gördüm. Kadın tuvaleti sağda, erkek tuvaleti solda idi ve engelli tuvaleti yukarıda ikonu konmuştu, üst katı gösteriyordu. Haliyle sol tarafa yöneldim, tuvaletin kapısından girdim, kurumsal iletişim direktörümüz Tuğçe Hanım “Murat Bey ne işiniz var burada yanlış!” diye uyarmasıyla kendimi dışarı attım. Ve geri dönüp baktığımda bu kez geride yukarıda binanın duvarına sabitlenmiş siyah zemin üzerindeki ikonlara göre erkek tuvaleti sağda, kadın tuvaleti solda idi ve erkekler tuvaletine sağ salim ulaştım.

Contemporary Art, Lütfi Kırdar Sergi Salonu, 2021.

Bu niye önemli, çünkü bana göre o an bir sanat fuarında yaşandığı için kavramsal bir komedya idi. Sanki bir enstalasyon içinde geziyordum. Günümüzde gerçek hayat ile sanat ve kavramsal sanat arasında hassas bir çizgi var ve farketmeden zihin o çizginin üzerinden geçip gidebiliyor.Öyle olunca tabelalar, tablolar, imlenenler, zihnimde iç içe geçip bulanıklaştı, bir an için aklımın karıştığını farkedince, ‘hatamı düşündüm”, bir anlam ürettim, birinin bir kararıyla bir taraf erkek bir taraf kadın tuvaleti oluyordu. Ya da birinin kafasını karıştırabiliyordunuz. 

İşin gerçeğini gösterge bilimcilere sormak lazım belki veya Ali Güreli beye sormak da bir fikir, belki açıklayabilir. Bu bazımız için bir anlam ifade eden kavramsal sanatı anlatmak için bir fırsat oldu. Örneğin Marcel Duchamp / Fountain, Bedri Baykam/Boş Çerçeve gibi, Banksy’nin çoğu eseri gibi… Bana bu konuda en çok sorulan soru “niye” oldu. Boş Çerçeve onun en değer verdiği eserlerinden biriydi, eserini ortaya koyarken belki bir resimde anlatılamayacak pek çok detayı sanat severin doldurması ve zihninde canlandırması nihai amaçtı, anlaşılması zordu ve şart da değildi. Ama boş çerçeveyi siz kendiniz arzunuzca doldurabilirdiniz. Birçok kavramsal sanat eseri için aynı şey söz konusudur. Bakış açınız ve muktesebatınız ondan ne anlayabileceğinizi tayin eder.

Bu eserin daha iyi anlaşılması için yine bir Contemporary’de 2016da Boş Çerçeve ile Yıldız Holding koleksiyonumuzdan Santiago Torres’in interaktif sanal mekanlı touch screen dijital ekranını birleştirip sanat severlere deneysel bir öneride bulunduk. Bir enstalasyon kurguladık. Katılımcılar boş çerçevenin içine girip touch screen dijital ekranı kullanarak istedikleri objeyi meydana getirip anı tespit etme fırsatı elde ettiler. Bir yandan ekranla haşır neşir oldular, boş çerçeveden baktıklarını unuttular. Her ziyaretçi ekranla oynarken kendi sanat yolculuğunda çerçevenin bir parçası oluyordu. Böylece Çerçeve her katılımcı bireyin kendi sanatını gösterdiği bir alan olmaktaydı, boş olmaktan çıkmaktaydı. Aslında herkes kendi sanat eserini yaratıyordu. Bunu söylemişken yazımı kavramsal sanatın en önemli temsilcilerinden Joseph Beuys’un sözleriyle bu anı kısmını bitirmek isterim.  

“Beuys için önemli olan, şu ya da bu tür bir estetik hazdan ziyade seyircinin sanat üretim sürecine bizzat katılmasıdır. Seyirci seyircilikten sıyrılıp sanatçılığa soyunmalı, sahneye inmelidir. Dünya gerçek bir sahne, her insan da sanatçıdır; yeter ki farkına varsın, niyet etsin” (1) .

Eğer @boscercevedopdolu isimli instagram hesabına (2) girerseniz Beuys’un sözünü ettiği, benzerliği görebilirsiniz. Bu enstalasyon, Contemporary İstanbul’da (ci2016) yoğun ilgi görmüştü, daha sonra da bu ikili Baykam ve Torres’in sanatını görebileceğiniz bir enstalasyon haline gelince yurt dışına satmıştım.

Kavramsal sanat akımından biraz bahsedecek olursak; geleneksel sanatta sanatçının çalışmasının sonunda ortaya çıkan ‘nihai ürün’ önemlidir ve bu ürünün estetik bir değer taşıması da gerekmektedir. Kavramsal sanatta ise ortaya çıkan nihai ürün değil üretim sürecinin kendisi daha önemlidir. Yani başka bir deyişle; biri estetiğin sanatıyken, diğeri kavramın sanatıdır. Buna göre, her türlü malzeme ve yöntem, kavramsal sanat için kullanılabilir.

Örnekler üzerinden gidersek;

Kavramsal sanat akımının en önemli ismi olan Marcel Duchamp (Banksy yazımda kendisinden bahsetmiştim) (3), Duchamp dünyadaki diğer pisuarlardan hiçbir farklı olmayan bu eseriyle kendinden önce sanat tarihinde Yerleşik Sanat tanımını yeniden sorgulamak istemiş ve ‘sanat nedir’ sorusu üzerine tüm sanat dünyasına bir nevi meydan okumuştu…

Marcel Duchamp’dan sonra geleneksel sanat kalıplarını kıran son yüzyılın en provokatif isimlerinden biri olarak anılan Joseph Beuys’a göre ise; önemli olan estetik hazdan öte seyircinin yaratıcı sürece bizzat katılmasıdır. Beuys’un sanat çalışmasından kastı ‘Sürece Yayılmış Eylem’dir. Sanatçı yaptığı gösteri niteliğinde belki de tiyatro niteliğindeki bu çalışmaya Toplumsal Heykel demektedir (4).

Sanatın başka alanlarında da bu akımın yansımaları oldu. Mesela müzikteki bir örneği oldukça konuşulmuştu; John Cage “Everything we do is music” (yaptığımız her şey müziktir) diyerek 1959 yılında dört dakika otuz üç saniye, bestecisinin deyişiyle dörtotuzüç eserinde 3 bölümde müzisyenlerin enstrümanlarını hiç çalmamaları gerektiği belirtilmektedir. Sanatçı burada etraftaki herhangi bir sesin de müzik meydana getirebileceğini somut olarak bizlere gösteriyor (5); derler.

Meret Oppenheim, ‘Le Déjeuner en fourrure’ 1936. Fincan 10.9 cm, Tabak 23.7 cm, Kaşık 20.2 cm, Toplam yüksekliği 7.3 cm.

Konu kavramsal sanat olduğunda bir diğer akla gelen isim de Meret Oppenheim ve onun en ünlü eserlerinden biri olan Le Déjeuner En Fourrure’dür. Aslında sanat tarihi açısından oldukça önemli de bir kadın figür kendisi. 1850-1930 yılları arasında birkaç istisna kadın sanatçıya yer verildiği ancak kadınların hak ettikleri  saygın davranışlara pek maruz kalmadıkları söylenir (6). Bu erkek egemen dünyada modern sanat konusunda ilk iz bırakmış sanatçılarından biri, namı diğer dünyanın en ünlü modern sanat  müzelerinden New York’taki MoMa’nın koleksiyonuna kattığı ilk kadın sanatçıdır. İşlerinde Jung’un arketipinden de referans alan sanatçı dünyanın en ünlü sürrealist eserlerinden biri olan Le Déjeuner En Fourrure’ü yani kürk kaplı çay setine imza atmıştır. Öyküsü şöyle; 1936 yılında bir gün kafede Pablo Picasso ve Dora Maar ile öğlen yemeği yerken kürkle kalpı bir metal bileklik takıyormuş. Masadakilere bilekliği üzerine yapılan yorumlara karşı “İstersen her şey kürkle kaplanabilir, hatta bu fincan ve tabağı bile” diyen Oppenheim garsona dönüp “Garson biraz daha kürk lütfen” der ve o yemeğin ardından bir fincan takımı ve kaşık alır ve bunları ceylan kürkü ile kaplar. Fincan takımı onun için medeniyeti, kürk ise vahşi doğayı temsil eder. Yani insan ona dokunmak, onu kullanmak isterken o  fincandan çay içmek için fincanı ağzınıza götürmenin yaratacağı nahoş hissi düşünmek bile istemez. Burjuva sınıfının da böyle olduğunu söyler; kafelerde sohbetle hayatlarını geçirir, kendilerini kürklere sarar ve doğaya verdiği zararı düşünmezler bile… Başka bir bakış, görüş ise kürkün kadını temsil ettiği ve erotik anlamlar taşıdığıdır. Tüm bunların ardından bir daha esere bakarsanız artık gördüğünüz ne bir fincan ne de bir kaşık oluyor. Hele de biz Türkler için günlük hayatın sıradan bir parçası olan çay içtiğimiz bu objeler birden ‘medeniyeti, sınıfları, kimlikleri, erotizmi’ düşündürebiliyor.

Georgii Kuznetsov & Andrey Blokhin, “Sarcophagus”

Rus sanat ikilisi Georgii Kuznetsov ve Andrey Blokhin’in  “Sarcophagus” eseri bizi klasikleri yeniden düşünmeye davet ediyor. Recycle Group (7) dedikleri bir oluşumları var ve değişik, düşündürücü eserler yapıyorlar. National museum of Sweden’de sergilenen bu eserin içinde kimse yok yani mevtası yok. Çöpü ölümsüzleştirerek bir tür mizah yapıyorlar diyenler var.  

Bir  arkadaşım Ot Dergi’de çıkmış bir karikatürü yollamış, komik değil mi; işte böyle bir bakış açısı da var; dijital kaplumbağa terbiyecisi!

Tüm bunların bizlere hayal etmenin, düşünmenin gücünü, başkalarının bizleri sokmak istediği kalıplara girmek zorunda olmadığımızı, hayallerimizi anlatmanın rahatlatıcılığını, zeka dolu muzipliğin güzelliğini, olduğumuz gibi kabul edilmenin ve başkalarını kabul etmenin önemini hatırlatmasını dilerim. Bence kavramsal sanatta yapılan en iyi enstalasyonları rahmetli Tosun Baba Newyork şehri sokaklarında 1960larda sergilemişti (8). Anmadan geçmek haksızlık olurdu. Açıkçası beni tanıyanlar bilir, herkesten ve her şeyden öğrenilecek bir şey olduğuna inananlardanım.

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez

Kaynaklar:

  1. (Yılmaz, 2012, s.293).
  2. https://instagram.com/boscercevedopdolu
  3. https://muratulker.com/y/abartilmis-grafiti-sanatcisi%e2%80%8b-banksy-herkes-kendini-paylasma-derdinde-o-ise-gizem-pesinde/
  4. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/596375
  5. https://tr.wikipedia.org/wiki/4%2733%22
  6. Will Gompertz, “Pardon Neye Bakmıştınız? Modern Sanatın 150 Yıllık Şaşırtıcı, Sarsıcı, Kimi Zaman da Tuhaf Hikayesi” Yapı Kredi Yayınları
  7. http://recycleartgroup.com/info/biography/
  8. Bayraktaroğlu, Tosun Bekir (2018) “Amerika’da Bir Türk, Şeyh Tosun’un Hatıratı” Sufi Kitap Yayınları, 224 sf.

YORUM YAZIN