Sanat

Bu Yıl İki Muhteşem YanYana: Tersane İstanbul ve Contemporary İstanbul

LinkedIn

Contemporary İstanbul’un bu yıl Haliç’te yapılıyor olması bana çok anlamlı geliyor. Bir çağdaş sanat fuarında yeni ve taptaze gençler “trendsetter” olmak istiyorlar, hevesliler, umutlular; sanatseverler ise değişik saiklerle eserleri incelerken diğer yandan yeni çehresiyle yaşam kültürümüzü zenginleştirecek olan Tersane İstanbul’u keşfediyorlar. Biz de Yıldız Holding olarak adeta bu zamanlar üstü mekanda, iki farklı kuşaktan iki önemli sanatçıyla; Ekrem Yalçındağ’ın düzenlemesiyle Burhan Doğançay ve Ekrem Yalçındağ’ın eserlerinden oluşan bir koleksiyon seçkisi sunuyoruz. Contemporary İstanbul Yıldız Holding standında iki farklı kuşaktan, iki önemli sanatçının dialoğuna tanıklık ediyoruz. Ekrem Yalçındağ’ın bir tür “bağlamsal” düzenlemesiyle sanat severlerle buluşan sergimiz hem neşeli, hem renkli, hem de sergileme pratikleri açısından da ilginç önermeleri hatırlamak için bir vesile oldu.

Bu sene fuarın Tersane İstanbul gibi muhteşem bir tarihi alanda yapılması çok hoştu. Size önerim bu tarihi doku içerisinde sanat gezinizi yaparken arada bir kahve için mola, verin, karşınızda tüm ihtişamıyla yatan tarihi yarımadayı, geçen yelkenlileri , ve Haliç’i izleyin. Eminim size iyi gelecek. Ali Güreli ve Fettah Tamince’yi kutluyorum. Yıllarınca uğraşısı ile sebatla bugün Contemporary İstanbul Sanat Fuarı 16 yaşında. Bu kez Haliç Tersanesi’nde konumlanan fuar, hem tarihsel, hem de kültürel açıdan çok katmanlı bir bölgede sanatseverlerle buluşuyor.

Tersane İstanbul  15.yüzyıldan kalma bir yapı. Haliç tersanesi yapıldığında çağının getirdiği tüm teknolojik imkanların zirvesindeydi. Bu bakımdan o devirde çağdaştdı. Yani Tersane İstanbul oluşumu gücünü geçmişten Tersanei Amire’den almışken ilham gelecekten… Gelecek ve geçmiş kavramlarının kesiştiği bu önemli proje kendini zamandaki yerini, tarihin ruhunu taşıyan mekanda çağdaş eserlerle güncel bir biçimde ortaya koyacak.

Biz ise Yıldız Holding olarak adeta bu zamansız mekanda, iki farklı kuşaktan iki önemli sanatçıyla; Ekrem Yalçındağ’ın düzenlemesiyle Burhan Doğançay ve Ekrem Yalçındağ’ın eserlerinden oluşan bir koleksiyon seçkisi ile fuara katıldık.

Sergiden bahsetmeden önce Tersane İstanbul’u detaylı incelemek isteyenler için faydalı olacağını düşündüğüm bir link paylaşıyorum. https://tersaneistanbul.com.tr/tr/blog/tersane-i-amirenin-kisa-tarihi

Bu kıymetli tarihi alan Fettah Tamince ve ekibinin yoğun çalışmaları sonunda Tersane İstanbul projesiyle beşyüzyıl sonra yeniden halka açılacak. Tamamlandığında otelleri,AVMleri, sinema, sergi ve müzelerden oluşan eğlence ve sosyal alanlarıyla tarihi yarımadanın değerini artıracak bir proje. Ayrıca 83bin metrekare tescilli yapı restore edilerek kamunun kullanımına sunuluyor. Özveri ve çaba gerektiren bir iş ama sonucun İstanbul’umuza iyi geleceğine inanıyorum. Altta Tersane İstanbul’un tarihinin kısa bir özetini veriyorum:

Tersane İstanbul’un Kısa Tarihçesi

Tersane-i Amire 1455’te yani fetihten iki yıl sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuş. Bu ilk tesis sayesinde de daha önce deniz erişimi sınırlı olan Osmanlı, çok kısa bir sürede Akdeniz’in süper gücü olma yolunda ilerlemeye başlamış. Hatta o dönemde eski Ceneviz kolonisi olan Galata’ya yakınlığı nedeniyle buraya “Galata Arsenali” de denirmiş. Fatih Sultan Mehmet Gelibolu tersanesinden gemi yapım ustalarını aileleriyle bu bölgeye getirdikçe çevresindeki Kasımpaşa mahallesi de gelişmeye başlamış ve hala devam eden Tersane-i Amire ile organik bir bağı kurulmuş.

1515’te ise Sultan I. Selim Tersane’yi Galata surlarından Kağıthane Nehri’ne kadar genişletmiş ve Osmanlı donanması için her tür ahşap gemi inşasına elverişli, “çeşm” (göz) adı verilen üstü kapalı kızaklar ilave edilmiş. Donanmanın merkez üssüyse Gelibolu’dan Haliç’e taşınmış. Hatta burası sayesinde İnebahtı Deniz Muharebesinde 170 gemisini kaybeden Osmanlı donanması Haliç tersanelerinde 5-6 ayı gibi bir sürede yepyeni bir filo inşa ederek kısa sürede kendini toparlamış ve Akdeniz’deki üstünlüğünü korumaya devam etmiş.

Uzun yıllar Osmanlı’nın denizlerdeki hakimiyeti de devam etmiş. Avrupalı güçlerle yaşadığı şiddetli çatışmalara rağmen, Akdeniz 17. yüzyılın büyük bölümünde “Türk gölü” olarak kalmış.

Osmanlı tarihinin en şaşaalı devlet törenlerinden bazılarına tanık olmuş bu yapılar. 1720de Sultan III. Ahmet’in dört oğlunun sünnet kutlamaları haftalarca devam ettiği; bu sırada Padişah’ın maiyetiyle beraber Aynalıkavak Sarayı’nda kaldığı ve Levni’nin Surname-i Vehbi minyatürlerinde tasvir edilen, su üzerindeki muhteşem gösterileri bu saraydan izlediği biliniyormuş. Yyani Osmanlı Halici dev bir sahne gibi kullanmış. Halk ile hanedanın birleştiği kutlamalar, mutluluklar hep burtada su üzerinde her iki yakada toplanan halk ile paylaşılmış. Lale Devri burada geçiyor…

III. Selim dönemine denk gelen 1773 tarihinde gemi yapımcıları, haritacılar ve donanma kaptanları yetiştirmek üzere tersane bünyesinde Mühendishane-i Bahri-i Hümayun (Deniz Mühendisliği Okulu) kurulmuş. Osmanlılar için çalışan yabancı gemi inşa mühendislerinin rehberliğinde Avrupa tarzında yeni gemiler inşa edilmeye başlanmış. 1805’te ise Sultan III. Selim’in modernizasyon hamleleri sırasında inşa edilen taş kızaklar (Valide Kızağı, Taşkızak ve Ağaçkızak), daha büyük kalyonların ve donanmanın ilk buharlı gemilerinin inşasına olanak sağlamış. Aynı yıl tersane bünyesinde 24 saat hizmet veren bir hastane ile ertesi yıl da bir tıp okulu kurulmuş.

Osmanlı devleti, 1827’de İngilizlerden ilk buharlı gemiyi satın aldıktan sonra; 1831-1839 yılları arasında Amerikalı gemi inşa mühendislerinin sağladığı bilgi birikimi ile Taşkızak’ta kendi gemilerini inşa etmeye başlamış. Demirden gemilerin gerektirdiği yeni inşa teknikleriyle beraber dökümhaneler ve büyük bacalarla ilk kez tanışan tersanelerin genel görünümü de değişmeye başlamış.

1821-1825 yılları arasında tersanede yerel mimarlar tarafından ikinci bir kuru havuz yapılmış ve o zaman dünyanın en büyük ahşap savaş gemisi ünvanını alan Mahmudiye kalyonu burada inşa edilmiş.

Sultan Abdülaziz döneminde ise deniz savaş teknolojilerinin yenilenmesine çok önem vermiş. Ancak onun dönemi hazinenin iflasıyla sona erince, modernize edilen donanma da Haliç’e çekilerek 1890’lara kadar çürümeye bırakılmış.

Buna rağmen tarihi olaylar yine burada yaşanmaya devam etmiş ve 1886’da Sultan II. Abdülhamit’in emriyle dünyanın ilk denizaltılarından ikisi alınmış ve montajları Taşkızak’ta yapıldıktan sonra denizcilik tarihinde su altında torpido ateşleyen ilk denizaltı olmuş.

Lozan Antlaşmasının ardındansa askeri önemini yitirmiş ve 1930’da Gölcük’e taşınılmış. Geride kalan tershaneler eski ihtişamına da bir daha kavuşamamıştı. 60’lı yıllarda yeni bir Galata Köprüsü’nün inşası büyük gemilerin Haliç’e girişini engellemiş ve tarihi donanma tersanelerinin gemi inşa kapasitesini kaybetmesine neden olmuş. Haliç sahili, 80’lerden sonra plansız şekilde gelişen sahil parklarıyla bir rekreasyon alanı oldu.

2001’de Camialtı ve Taşkızak tersaneleri şehrin çeperindeki yeni sanayi bölgelerine taşınırken, tarihi kızaklar ve binalar ülkenin sanayi mirasının bir parçası olarak koruma altında kaldı.

Şimdi bir düşünün Tersane İstanbul ve takiben kıyı boyu yürüdüğünüzde, Perşembe Pazarını geçerek, tabii bugünkü haliyle kalmayacağını düşünüyorum, Galata Port ve Sarayburnu, Gülhane Parkı ve Topkapı Sarayı etrafı cami ve müze ve kütüphanelerimizi takiben Divanyolu ile 10km yürüyüş sahasında iddia ediyorum, dünyadaki en zengin tarihi eser ve kültür dokusuyla buluşacaksınız.  Sergiden bahsetmeye önce kendi fuar alanımızdan başlayalım.  T6’ya girdiğinizde hemen sağınızda Ekrem Yalçındağ’ın zemini üzerinde üç eserle karşılaşıyorsunuz; Burhan Doğançay’ın Akşama Babacığım …, Blossom – Gonca (bence Çikolatalı Kurdeleler) ve 761 Farben isimli eserleri.

Soldan Sırasıyla;
Burhan Doğançay, “Akşama Babacığım …”, Tuval üzerine karışık teknik. 155 x 105 cm. 2012.
Burhan Doğançay, “Blossom –  Gonca”. Tuval üzerine akrilik boya. 127 x 91 cm. 1985.
Ekrem Yalçındağ, 761 Farben’ , Kanvas üzeri yağlı boya, 100×100 cm. 2009.

İç kısma adım attığınızda ise sol baş köşede sizi Burhan Doğançay’ın Dans Eden Kurdeleler eseri karşılıyor.

Dancing Ribbons-  Dans eden Kurdeleler, Tuval üzerine akrilik boya. 102 x 204 cm. 1984.

Sonra bir yan duvarında ise Ekrem Yalçındağ’ın Magenta, Orange eseri var.

Ekrem Yalçındağ, ‘Magenta-Orange’ ,Kanvas üstü yağlı boya, 210×170 cm. 2015.

Yine Aynı Duvarda sırasıyla bir Yalçındağ bir Doğançay eseri daha karşılıyor bizi.

Ekrem Yalçındağ, Kontrastlar, Kanvas üstü yağlı boya. 220 x180 cm. 2017. Bu eser “tümü birarada, küresel” benim için “pladis”i tarif ediyor.

Burhan Doğançay, Untitled #147 – Isimsiz 147, Aubusson Duvar Halısı.222 x 177 cm. 2000

Raymond Picaud atölyesi Fransız geleneksel Aubusson duvar halısı tekniği kullanılarak 1983 ile 2000 yılları arasında Doğançay’ın “Kurdele” serisinden 16 ayrı eser üretmiştir.

Böylece geleneksel bir teknik ve çağdaş yaratıcılık birleştirilerek her iki dala yeni soluk getirilmiştir.

Yandaki duvarda ise “Red and Red” var.

Ekrem Yalçındağ, ‘Red and Red’ ,2017 , Oil on Canvas, 220×180 cm.

Burhan Doğançay, Mavi Senfoni – Symphony in Blue. Tuval üzerine akrilik boya, guaş, fümaj ve kolaj 164 x 287 cm. 1987.

Burhan Doğançay “Koniler” serisinden olan Mavi Senfoni isimli başyapıtını, sanatçı    1987 yılında, New York’ta Metropolitan Museum of Art’ta açılan ve arasında Topkapı Sarayından gelen eserlerinin de sergilendiği ”Muhteşem Çağ” sergisinden ilham alarak ilk İstanbul Bienali’nde sergilenmek üzere “Muhteşem Çağ” ve “Mimar Sinan” tabloları ile beraber üretmiş ve Osmanlı İmparatorluğunun zirve dönemine atıfta bulunmuştur.Doğançay bu eserinde  Sultan Ahmet Camii’nin içinde bulunan İznik Çinileri ve 17. yüzyılda kullanılan Osmanlı motiflerini kolaj ve fümaj teknikleriyle yorumlar.   

2012 yılında Yıldız Holding sponsorluğunda gerçekleşen ‘Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi’ sergisinde de yer alan eser için, aynı yıl Kamran İnce tarafından bir beste yapılmış ve sergi kapsamında Hüseyin Sermet tarafından ilk kez icra edilmiştir. Eseri dinlemek isterseniz linkini buraya bırakayım: https://www.youtube.com/watch?v=n5qlodgrO-A

Burhan Doğançay, Big Bucks – Büyük Metelik.Tuval üzerine akrilik boya, fümaj ve kolaj. 127 x 127 cm, 1990

Koniler arasına yerleştirilmiş olan Amerikan dolarları ile Burhan Doğançay, sanat eserlerini ticari değeri ile ölçen anlayışı işaret eder.

Dünyada artan materyalizmin sanattaki yansımasını “üzerindeki para kadar değeri var” imasında bulunarak, fikrini tuvale taşımıştır.

Ekrem Yalçındağ, ‘Schloss Balmoral’ ,2016, Oil on Canvas, 160×140 cm

Sanat ve sanatçıyı takip ederken, çok ilgimi çeken bir husus da eser adları, hatta ismi eserlerdeki en subjektif taraf olan üslubun bile kimi zaman önüne geçebiliyor galiba. Sanatçının perspektifiyle izleyicinin perspektifi arasında, bazen kopukluk bazen de transferans olabiliyor, ne de olsa her bireyin ‘bencesi’ benzersiz. Eserin karşısında eser ismini bilmeden aklımdan geçenler ya da eser ismine baktıktan sonra zihnimde canlananlar keyifli bir çağrışım zinciri kuruyor. Hatta bazen “bence ismi bu” oyunu oynuyorum,  siz de aynı şeyi yapıyor musunuz?  Bu sergimizde bazı eserlere bir de  “bence” bir ad koydum. Hani insan en sevdiklerine bir ad takar ya, işte öyle. Örneğin afiş tasarımı yapılan Kontrastlar adlı eserin bence adı “pladis”, Burhan Doğançay’ın Big Bucks/Büyük Metelik isimli eseri “Yükselen”, Red and Red’in “Türküler”, Schloss Balmoral In “Trafik”, Magenta-Orange “Trakya” ve Dancing Ribbons adlı eserin ise “bence” adı “Çifte Kurdela” ve rahmetli Burhan Doğançay’ın Blossom – Gonca’sı bence Çikolatalı Kurdeleler.

Özetlersem, CI T6’da Ekrem Yalçındağ’ın düzenlemesiyle sanat severlerle buluşan Yıldız Holding sergimiz hem neşeli, hem renkli, hem de sergileme pratikleri açısından da ilginç önermeleri hatırlamak için bir vesile… Contemporary İstanbul Yıldız Holding standında iki farklı kuşaktan, iki önemli sanatçının dialog kurmasına tanıklık ediyoruz, sadece bizim sergi bile bu kez CI’ı kaçırmamanız için çok önemli bir neden ki daha fuarda neler var.  Fuar bu sene gerçekten çok çarpıcı bir içerik sunuyor, bu vesileyle sizinle ilginç bulduğum bazı eserleri de paylaşmak isterim:

PG Art Gallery de eserlerini gördüğümüz Ayşe Gül Süter çalışmalarında bilim ve teknolojiden yararlanıyor. Geleneksel sanat tekniklerini yeni medya teknolojileri ile harmanlayan sanatçı hareket, ışık, zaman ve mekân arasındaki algı ve gerçeklik boyutlarını ve izleyicinin bu deneyimdeki duyusal sürecini aktarıyor. Çalışmalarında bakteri, göz yaşı, kristal, plankton, bitki ve ışık gibi öğeleri inceliyor.

Ayşe Gül Süter, Mikro küreler/ Microspheres. Karışık teknik (özel yapım reçine, pigmentler) – 2021

Server Demirtaş’ın ise hareket halindeki heykeli dramatik derecede gerçekçi. 12. Yüzyılda daha önce bir yazımda sözünü ettiğim El Cezeri’nin robotları gibi değil mi?   (https://muratulker.com/y/bin-yil-once-yasamis-bir-artuklu-sanatci-muhendis-cezeri/) , 15. ve 16.yüzyılda Leonardo da Vinci’nin makinelerine ve 20.yüzyılda Jean Tinguely’nin kinetik heykellerine kadar uzanan bir yolculukta bilim ile sanat, teknoloji ile insan gibi ilişkiler üzerine yeniden düşünmeyi salık veren sanatçı, günlük hayatın hızı içinde yakalanamayan ve gittikçe mekanikleşen bir takım insani duyguları, mekanik heykellerinde adeta ağır çekime alarak etkileyici bir gerçeklikle izleyiciye aktarıyor.

Server Demirtaş, Mobil heykel, Motor, silikon ve kumaş.

Ardan Özmenoğlu ise hicivle eserlerinde Türk ve küresel popüler kültüre ait ifade ve imgeleri altüst edişiyle tanınan bir sanatçı. Özellikle post-it notlar ve neon ışıklar kullanarak ürettiği eserlerinde, malzemenin beraberinde getirdiği anlam yüküyle beraber, kültürel tarih ve gündelik hayatın üst üste bindiği özel bir dil geliştiriyor. Çalışmaları, ayna, neon tüpler ve post-it gibi farklı malzemeler kullanarak kendine has baskı tekniklerini uyguladığı, mimarlık ve heykeltıraşlığı birleştiren, mekâna özgü enstalasyonlardan oluşuyor.

Ardan Özmenoğlu, Para Verseler De Asmam, 2019. Tuval üzerine neon yerleştirme 145 x 130 x 12 cm.

Halil Vurucuoğlu ise  özgün kağıt kesme tekniğinde uzmanlaşmış bir sanatçı. Suluboya ile renklendirip elle kestiği kağıtlardan meydan getirdiği resimlerle bu tekniğin öncüsü oldu. Kağıt kesme işleriyle tanınsa da bunun yanı sıra suluboya ve sprey boya gibi farklı teknikler kullanarak da üretimlerine devam ediyor. Bu sergide de dikkatimi en çok çeken eserlerden biri de kendisinin Euphoria eseri oldu.

Halil Vurucuoğlu, Euphoria III, 2021, Sprey boya ve kesilmiş kağıt. 7 x 30 x 21 cm

Onur Hastürk, klasik Osmanlı minyatür sanatında ve bu sanatın geleneksel tekniklerinde uzmanlaşmış bir görsel sanatçı. Sergideki eseri de sakin bir derinliği olan, insanın baktıkça bakası geldiği bir eser.

Onur Hastürk, Rose, 2021. El yapımı kağıt üzerine 23K altın tozu. 53 x 41 x 2.5 cm

Fotoğraf Sanatçısı Hasan Deniz’in sergide yer alan “Canavar Meselesi serisinden “isimsiz” isimli  eseri ise  “Onur Hastürk beyi dinlemeniz onun duru anlatımı size eserleri hakkında etkileyici bilgiler sağlayacaktır.

Hasan DENİZ, İSİMSİZ (Canavar Meselesi serisinden), 2009. Arşivsel pigment baskı. 91×132 cm

Çok güzel kompozisyon ve çekimler bunlar, serinin ismi ve tafsilatı da …

Lütfen gidiniz, geziniz. Hem İstanbul’umuzu hatırlayınız, hem de ufkunuz çağdaşlaşsın.

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez

YORUM YAZIN