ÇOK ÇALIŞMAMIZ LAZIM ÇOK,
ANCAK O ZAMAN YENİ YÜZYILIMIZ MUHTEŞEM OLUR.
CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!
100 yıl oldu Cumhuriyet kurulalı, ilk yüzyılda çok muvaffak olduk. Bugün Türkiye dünyanın ilk 20 ekonomisi içindedir. Hele artık ikinci yüzyılda bu üstel büyüme nereye varacaktır, kimbilir…
Bizim için bu başarılı sonucu yaratan eğitim kademelerindeki okullaşma oranımızdır. Eğitimin tüm kademelerinde okullaşma oranları % 99un üzerine çıkarıldı. Şimdi Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında dünya müthiş bir değişimin eşiğinde ve tüm insanlar için ekonomik büyüme, refah sağlayacak beceriler, yetenekler değişiyor. Eğitim sistemimizi geliştirmeliyiz.
Benim ikinci yüzyılımızda devrim yapmamız gerektiğini düşündüğüm bir alan da tarım alanıdır.
Peki işletmelerimiz ne ölçüde kuşaklar boyu yaşamlarını sürdürebiliyorlar?
İkinci yüzyılımızda nasıl kanun ve düzenlemelerle bürokratik despotizm ve ticari kurnazlıkların önüne geçebileceğiz?
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” prensibi ile Türkiye bölgede bir güven ve refah vahası olmalıdır.
…
Kısaca yazdım aşağıda.
Nice 100’üncü yıllara Türkiyem!
Bugün ikinci yüzyılını idrak ediyoruz Cumhuriyetimizin, ilk yüzyılda Türkiye’nin kazanımları çok büyük oldu, çok şükür. Bugün Türkiye 80 milyon nüfusu ile dünyanın 20inci büyük ekonomisidir. Bir sıra düşse iki sıra yükselir, ama Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) büyüklüğü ve kişi başına düşen GSYH açısından Türkiyemizin geldiği yer yadsınamaz. Hele artık ikinci yüzyılda bu üstel büyüme nereye varacaktır. Tabii mevcut gelişmiş ülkeler de yine ilerlemelerini sürdüreceklerdir.
Bizim için bu başarılı sonucu yaratan eğitim kademelerindeki okullaşma oranımızdır. Eğitimin tüm kademelerinde okullaşma oranları % 99un üzerine çıkarıldı. Okullaşma oranlarımız, okul öncesi dahil tüm ilk, orta, lisede %99u aştı. 2021de %44,4 olan yükseköğretim net okullaşma oranı, 2022de %44,7’ye yükseldi. Bunlar büyük başarılar. Hele bir de meslek liseleri meselemizi çözebilirsek…
Ama Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında dünya müthiş bir değişimin eşiğinde ve tüm insanlar için ekonomik büyüme, refah sağlayacak beceriler, yetenekler değişiyor. Dijitalleşme, bilgisayarların gelişimi, yapay zekanın her alanda uygulanması daha farklı yeteneklerde insanlar yetiştirmek gerektirmektedir. Tüm bu gelişmelerin altında matematik ve istatistik eğitiminin içeriğinin değişmesi, insanımızın daha analitik düşünebilme kabiliyetine ulaşması gerekiyor. Bu nedenle ikinci yüzyılda tüm eğitim seviyelerinde müfredatı geliştirerek, eğitimin niteliğini arttırmamız, çağın getirdiği yeni mesleklere uygun insanlar yetiştirmemiz gerekiyor.
Benim ikinci yüzyılımızda devrim yapmamız gerektiğini düşündüğüm bir alan da tarım alanıdır.
Bu alanda verimliğin arttırılması, yeni yöntemlerin tarlalarda, bahçelerde uygulanması gerekmektedir. Bu yine çağın gerektirdiği analitik düşünen ve bilgisayarların ve yapay zekanın olanaklarından yararlanan insanlar yetiştirmekten geçiyor. Ama yapısal sorunların da öncelikle ortadan kaldırılması gerekiyor. Ben bunu çok bilinen ve Osmanlı’dan beri uygulanan şu vecize ile hatırlatmıştım: “Toprak İşleyenin, Su Kullananın Olmalıdır.”
Cumhuriyetimiz için yeni insan tipini yetiştirirken yaratıcılığı tetikleyen sanat ve kültür hayatını unutmamak; bakmayı, yenilikleri görmeyi, inovasyon için yaratıcı düşünebilmeyi özendiren bir sanat ve kültür toplumu olmak; daha küçük yaşta sanatla, edebiyatın, yazının türleriyle haşır neşir bir nesil hedeflemek gerekiyor.
Peki işletmelerimiz ne ölçüde kuşaklar boyu yaşamlarını sürdürebiliyorlar?
Türkiye’nin en büyük 500 işletmesi listesinde yer alan ilk 429 şirketin ortalama yaşam süresi 42 yıldır. En eskiler 87-132 yaş arasında, en gençlerde yaşam süresi 3 ile 8 yıl arasında. McKinsey’e göre S&P 500de listelenen şirketlerin ortalama yaşam süresi 1958de 61 yıl iken, 2016’da 18 yıldan daha az süreye düşmüş.
Ama Japonya’da 100 yılı aşkın geçmişe sahip işletme bulmak zor değil. Belki inanmayacaksınız, 35. nesil bakkal var Japonya’da. Bir veri bankasına göre Japonya’da 100 yılı aşkın işletme sayısı 33.259 imiş. Tüm kayıtlı işletmelerin % 2.27’si yani. Japon işletmelerinin köklü olmasını sağlayan yönetim felsefesinin Sanpo-Yoshi olduğu söyleniyor. Bu fikirse iş kararlarını sadece işin kendisi için değil, diğerleri yani satıcı, alıcı ve onu çevreleyen dünya için de almaktır. Gelenekten kopmadan yenilikçiliği sürekli kılmak, uzun vadeli düşünüp, sadık çalışanları muhafaza etmenin bu fikrin temel taşları olduğu görülüyor.
Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre 100 yıldan fazla ayakta kalan şirketlerin neredeyse hepsi aile şirketleri. İnternet sitelerindeki misyon, vizyon ve değerleri incelenmiş ve burada iki önemli özelliğe vurgu göze çarpıyor: Kaliteli Ürün ve Yenilikçilik.
Anadolu’ya geldiğimiz 1071den bu yana savaşan millet, Türkler olarak son birkaç asırdır tenhalaşan İpek Yolu’nun bekçiliğini terk edip üretime yöneldik. Ama kuşaklar öncesinden gelen imalathanelerimiz ve markalarımız yok. Ne yapmalıyız?
İkinci yüzyılımızda bürokrasimiz tarafından yapılması gereken, kanun ve düzenlemelerde tıpkı dinde olduğu gibi, Tanrı’nın koyduğu yasakları belirtip neyin, nasıl, ne zaman, niçin yapılacağını insanların örf ve adetlerine bırakmaktır.
On yıllardır etrafımızı saran ateş çemberinden ustalıkla sıyrılan Türkiyemiz, yeniden “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” prensibi ile bölgede bir güven ve refah vahası olmalıdır. Artık Türkiyemiz, Mondoros Mütarekesinin bir devamı olan Lozan Anlaşmasında tarif edilen teslim olmuş ve bağımsızlık bahşedilen bir Türkiye değil, fakat tam bağımsız, iradeli ve dünya ile uyumlu bir ülke olarak Dünyada yerini almalıdır.
Başarmamız gereken demokrasimiz gelişirken, İNSANLARIMIZIN VE KURUMLARIMIZIN CUMHURİYETİMİZİN İKİNCİ YÜZYILINDA TOPLUMUN BELİRLENMİŞ AMAÇ VE HEDEFLERİNE UYGUN SERBESTÇE YARIŞABİLMESİDİR. Aksi takdirde insanların akıl ve iradelerini teslim almak ve devlet namına bürokrasiye emanet etmek bana doğru görünmüyor. Çünkü böyle olursa bürokratik despotizm ve ticari kurnazlıkların önü açılıyor.
Demek istediğim; markaların, şirketlerin gıda dahil tüm sektörlerde kuşaklar boyu yaşaması kendi iç yapılarına, misyonlarına, vizyonlarına, kurumsallaşmaya, ailelerin ise birbirlerine güvenine, gelenekçi ve aynı zamanda akılcı davranmalarına bağlıdır. Ama bu konu da çevresel koşullardan, makroekonomik gelişmelerden azade değildir.
Bu vesileyle Kurtuluş Savaşımızı gerçekleştiren fedakar ve kahraman halkımızı ve Cumhuriyetimizi kuran Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını saygıyla anıyorum. Nice 100’üncü yıllara Türkiyem!
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.