İKİ ÖNEMLİ YILDÖNÜMÜ KUTLAMASINA NİÇİN KATILDIM?
İKİ ÖNEMLİ YILDÖNÜMÜ KUTLAMASINA NİÇİN KATILDIM?
Yıllardır hayatımızda olan markalar bizlere sanki biz onları fark ettiğimizde mi var olmuş gibi geliyorlar, belki bizden önce de vardılar ve bizden sonra da var olmaya devam edecekler. Bunu başarırlarsa tabii!
Bu markalar her şeyden önce tüketicisiyle dostluk ve güven ilişkisi kurmayı başarmıştır. Sanki onlarla uzun süren bir dostluğumuz ve hatta yaşanmışlıklarımız, anılarımız vardır.
Şükür dünyadaki sayılı bazı markaların sahibi ve bazısının meydana getirilişinin tanığı, hatta faili olarak daima markaların kimliklerine, yaşamlarına ilgim vardır. Bu yıl dünyaca bilinen iki önemli markanın yıldönümü kutlamalarına katılma şansım oldu. Biri Stefano Ricci’nin 50. Yıldönümünün Mısır’ın tarihi topraklarında, Luksor’da kutlanmasıydı, bir diğeri de 200 yıllık bir marka olan Louis Vuitton’un New York’daki “200 Trunks, 200 Visionaries (200 Sandık, 200 Vizyoner)” sergisiydi.
Ne mutlu ki Yıldız Holding’in global piyasalarda yüz yaşına yakın veya aşkın olan çok köklü markaları var; Crawfors (1813) 210 yaşında, Macfarlane Lang (1817) 206 yaşında, McVities (1830) 193 yaşında, Carrs (1830) 193 yaşında, Jacobs (1885) 138 yaşında, Verkade (1886) 137 yaşında, Biscuit Nantaise (1896) 127 yaşında, Demet’s (1898) 125 yaşında, Godiva (1926) 97 yaşında, Ülker (1944) 79 yaşında. Toplamı 1.500 yılı aşan koca bir deneyim tarihi.
Bir yazımda pladis’in çeşitli piyasalarda neredeyse 1500 yıllık deneyime sahip olduğundan bahsetmiştim. (https://www.linkedin.com/pulse/asl%C4%B1nda-d%C3%BCnyan%C4%B1n-en-zenginiyim-murat-%C3%BClker/) Onlarca, yüzlerce yıldır var olan bu markaların serüvenlerini tüketicilerine nasıl anlattıkları ve iletişimleri pek ilginç ve mühimdir. Gezip gördüklerimi sizlerle de paylaşmak istedim.
Marka yıldönümlerini kutlamak markanın öyküsünü tekrar vurgulamak, markayı tazelemek, paydaşlarla güveni ve itibarı inşa etmek, tüketicilerle ilişki kurmak ve çalışanlara hedeflerini yeniden hatırlatmak açısından marka uygulamacıları tarafından çok önemseniyor, hatta yıldönümlerinin sıradan törenlerle israf edilmemesini, özü tekrar hatırlamanın önemli bir aracı olarak kullanılmasını öneriyorlar (*). Bu yüzden birçok marka belli başlı yıldönümlerini kutlamaya hem de büyük yatırımlar yaparak kutlamaya özen gösteriyor.
İtalyan Modası Mısır Tapınaklarında!
Bir zamanlar İtalya’da bir kasaba terzisi olan Stefano Ricci markası da bunlardan biri ve 50. yıldönümünü Mısır’ın tarihi tapınaklarında düzenlenen bir tören ve defile ile kutladı. Mısır, Stefano Ricci’ye, M.Ö.1400 yılında inşa edilmiş tapınakları tarihinde ilk defa kullanma izni vererek, kapılarını uluslararası bir defileye açtı. Elli ülkeden dört yüz uluslararası misafir gibi ben de bu deneyime katılma fırsatı buldum.
Floransalı marka Stefano Ricci en iyi ve en lüks malzemelere ve deneyimlere yönelik çalışan bir marka. Ricci ailesi, İtalya mirasıyla o kadar gurur duyuyor ki, her sezonun koleksiyonu İtalya’daki hikayelerden, yerlerden ve tarihlerden ilham alıyor.
İtalya bu konuda kuşkusuz pek zengin, Ricci ailesinin de hala İtalya’dan esinleneceği çok şey olduğuna eminim. Ama söz konusu 50. yıl gibi ikonik bir kutlama olunca marka bu sene hem artan küresel varlığını göstermek hem de eşi benzeri görülmemiş bir görkemi yaşatmak istemiş olacak ki mekan olarak Mısır’ın Luxor tapınaklarını seçmiş.
Toplam 400 müşteri ve gazetecinin katıldığı etkinlik Mısır’ın güneyindeki antik Luksor şehrine bir yolculukla başladı. Üç tapınak tamamen bu etkinlik için hazırlanmıştı. Antik Mısır’daki en büyük ve en önemli dini merkez olan Luksor Tapınağı misafirleri karşılamak gayesiyle sunulan akşam yemeği için seçilen mekandı. O gece sadece davetlilere hususen ziyarete açılmıştı ve soft ışıklar, yerel folklor gösterileriyle gizemli bir ihtişama bürünmüştü.
Yemek de bu etkinliğe yaraşır şekilde hazırlanmıştı. Michelin yıldızlı şeflerin Kahire Four Seasons restoranıyla oluşturduğu menü zaten pek ilginç ve lezizdi. Ama işin asıl etkileyici yönü bir tapınakta hem de 4500 yıllık tarihi olan bir tapınakta böyle tam tetematıyla sunulan yemekti. Sıcaklar sıcak, soğuklar soğuk, masanın tertibi ise mükemmeldi. Sunumlar ve gösteriler olmasına rağmen hiçbir aksaklık da yaşanmadı.
Sonraki gecenin ana etkinliği ise Hatshepsut Tapınağı’nın içinde gerçekleşti. Bocelli, defineyi dolunay manzarası eşliğinde Aida operasından “Celeste Aida”nın heyecan verici bir yorumuyla açtı. Kıyafetler ise tam bu görkemli antik ortama uygun ve fakat inovatif kreasyonlardı.
İtibar inşa etmek tam olarak böyle bir şey işte! Stefano Ricci ve ailesinin son 50 yılda inşa ettiği itibarın ne kadar büyük ve hak edilmiş olduğu etkinliğin her anında hissedildi.
Tabii işe iki taraflı bakmak lazım. Mısır Hükümeti de tapınakları bu etkinliğe açarak önemli bir ilke imza atmış. Sahne ışıklarının altında gerçekleşen bir defile, gayet nezih sofralarda yenen lezzetli akşam yemeği, şahane bir müzik şöleni… Herhalde Stefano Ricci markasının kutlaması ve Mısır antik tapınaklarının tanıtımı bundan daha iyi yapılamazdı.
20 Yıl Sonra Gerçekleşen Hayaller
Benim Stefano Ricci ile tanışıklığım İstanbul’da alışveriş yaptığım ve uzun yıllardır bayisi olduğu gibi Stefano’yu da yakından tanıyan Çelen ailesi vasıtası iledir. Markaların yıl dönümü kutlamalarına olan merakım ise etkinliğe katılım sebebim olmuştu.
Bizim de hatırı sayılır yaşlarda markalarımız var. Hal böyle olunca kim ne yapıyor, bu özel yıllar nasıl kutlanıyor merak ediyorum. Çünkü bunların hiçbiri basit bir kutlama değil aslında, başta da belirttiğim gibi markanın öyküsünü tazeleme, paydaşlar arası güven itibarını tekrar var etme ve markaları yeni kuşaklarla tanıştırma çabasının çok önemli bir ögesidir.
Çok ilginç bir husus ise tüm bunların 20 yıl önce kurulan bir hayale dayanmasını öğrenmem oldu. Yıllar önce Mısır’dan ilham alan bazı tasarımlar kullandığını ve bugün kendisine şans getiren yerde kutlamak istediğini söyledi 50.yılı Stefano Ricci20 yılı aşkın bir süre önce Mısır’ı ilk kez ziyaret etmiş, Mısırlı bir arkeolog ve Eski Eserlerden Sorumlu Eski Devlet Bakanı Dr. Zahi Hawass’ın yardımıyla Luksor isimli bir kitap yazmaya karar vermiş ve bu muhteşem şehirde yapılacak bir defilenin hayalini kurmuş.
Böyle bir hayalin peşinden gitmesine ve sonunda gerçekleştirmesine tanık olmak bana da ilham verdi. Geleceğimizi, başarılarımızı kutlarken geçmişten koparsak gerçekten başarmış olur muyuz diye düşündüm. Büyümek, gelişmek elbette herkesin hedefi ama bunları yaparken yola çıktığımız yeri unutursak bir şeyler eksik kalmaz mı?
Tarih, Moda ve Sanat: Hepsi Bir Arada!
İkinci yıldönümü öykümüz New York’tan; 14 Ekim – 31 Aralık tarihleri arasında şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte bir Louis Vuitton sergisi açıldı. Louis Vuitton’ın iki yüzüncü doğum gününü kutlamak için “200 Trunks, 200 Visionaries (200 Sandık, 200 Vizyoner)” adıyla açılan sergi son durak olarak New York’a gelmiş. Sadece modadan ibaret olmadığı adından belli olan bu sergiyi markanın 200 yıllık tarihini düşününce Godiva ekibiyle goyalamak istedim. Hepsi birbirinden özgün yaratıcı eserleri gördüm, iyi ki görmüşüm dedim.
Sergi ilk olarak Asnières’teki Louis Vuitton ailesinin evinde açılmış, Singapur ve Los Angeles’tan sonra New York’un meşhur eski Barney’s konumunda bulunan Madison Avenue’ye taşınmış ve markanın ünlü seyahat sandıklarını kişiselleştiren bir dizi yetenekli isim tarafından yaratılan 200 eserle dört kata yayılmış.
Devasa sergi içerdiği daha önce hiç görülmemiş enstalasyonları, etkileşimli deneyimleri ve en önemlisi 200 vizyonerin tasarımı olan 200 çeşit sandıkla hem modaya hem de benim gibi sanata meraklı olanlara hitap ediyor. Louis Vuitton adını görünce aklımıza ilk gelen lüks ve moda olsa da sergideki her bir sandığın birer sanat eseri olduğundan emin olabilirsiniz.
Zaten sergiye girişte misafirleri karşılayan Legolardan yapılmış büyük bir doğum günü pastasının yanındaki Louis Vuitton’un kısa bir yaşam öyküsünü okuduğunuzda markanın “bir modaevinden” çok daha fazlası olduğunu anlıyorsunuz.
Kısaca bahsetmem gerekirse, daha 13 yaşındayken evden kaçıp Paris’e gelen Louis burada kutu yapımcısı ve paketleme atölyesinde çırak olarak işe başlamış ve kısa sürede bu işle ünlenmiş. Napolyan III’ün eşi Louis Vuitton’u “en güzel kıyafetleri zarif bir şekilde ambalajlamak” ile görevlendirmiş ve bu görev hayatı boyunca kraliyet ailesine ve seçkinlere hizmet etme imkanı bulmasına yol açmış. Nasıl bir yetenek keşfi değil mi?
1854’te kendi dükkanını Paris’te açan Vuitton, nakliye için uygun, daha kullanışlı tasarımlara sahip kare şeklinde sandıklar yapmış. Daha sonra da yuvarlak valizler çok yer kapladığı için daha kullanışlı, birbiri üzerine konulabilen yassı valizler tasarlamış. Bu valizler o kadar çok beğenilmiş ki Vuitton, İspanya Kralı XII. Alfonso’dan, gelecekteki Çar II. Nicholas’a kadar dönemin en ünlü insanlarının çoğunun bagaj tedarikçisi olmuş. Hatta Süveyş Kanalı’nın açılışı için Mısır valisi İsmail Paşa’ya dahi özel sandıklar yapmış. Yani markanın kurucusu bir tasarımcıdan öte kralların “bavulcusu”. Bugün bile bu öge reklamları süslüyor, bakınız son dünya kupasında Messi ve Ronaldo’nun Instagram hesaplarından aynı anda yer verilen postlar. https://www.instagram.com/p/ClJqVDBtRsq/?igshid=YmMyMTA2M2Y=
Sergide çağımızın vizyoner isimlerinden işte bu 1850’lerden kalma orijinal Louis Vuitton sandığının boyutlarına benzer “mecazi bir boş tuvali kişiselleştirmeleri” istenmiş; sergide sanatın, modanın ve tarihin bir birleşimini ile karşılaştım.
Her sandık, “Louis Vuitton’un yenilikçi mirasına devam eden bir saygı duruşu” olarak tasarlanmış ve tasarımcılar arasında Gloria Steinem, Pat McGrath, Willo Perron, Francesca Sorrenti gibi isimlerin yanı sıra adına bir oda tahsis edilmiş sanatçımız Refik Anadol da var.
Her bir katılımcıya Louis Vuitton bagajıyla aynı ölçülere sahip bir tahta kutu verilmiş ve yine her birine Louis Vuitton’ın görüntü stüdyosuyla veya tek başına çalışma seçeneği sunulmuş, yaratıcıların hepsi kendi kültürlerini, tarihlerini, bireysel yorumlarını ve markayla ilişkilerini sandıklarına eklemiş ve sonuç olarak ortaya tahmin edeceğimden çok daha etkileyici işler çıkmış.
Dünyanın dört bir yanından sanatçılar tarafından Vuitton’un imza sandığının 200 yeni tasarımını gördüğümde gerçekten yetenekli sanatçıların ellerinde sıradan bir nesnenin, bir sanat eserine dönüşebileceğinden bir kez daha emin oldum.
Örneğin; Fransız pilot Franky Zapata’ya adanmış, uçan sandıkların (duvarlara yansıtılan) yer aldığı alan, efsanevi sihirbaz Harry Houdini düşünülerek mimar Peter Marino tarafından yapılan bir sandık, Louis Vuitton’ın podyum şovları için müzik listelerini düzenleyen DJ Benji B’nin sergi için seçilen şarkıların bir listesini gerçekten çalan eski moda bir plakçalar olarak hayal ettiği sandık ya da meşhur bir astrolog olduğunu öğrendiğim Susan Miller’ın Louis Vuitton’un verilerine dayanan bir çizelge ve 4 Ağustos 1821’de gezegenlerin nasıl hizalandığına dair bir modeli içeren sandığı…
Tüm bu çalışmaların hepsi birbirinden etkileyici olsa da benim favorim kuşkusuz Refik Anadol’un eseri oldu. İkonik Louis Vuitton tasarımlarında gelenek ve yeniliğin birleşmesi olarak anlattığı eserinde; sandık yüzeyinde ve odanın duvarlarında ekranlar arasında yüzen ve yapay zeka tarafından üretilen bir “Data Fabric” görüntüleyen ekranlarla dijital bir sandık yaratmış. Yine kendine özgü disiplinler arası bir yaklaşımla hazırladığı bu çalışma sadece benim değil sergiye gelen birçok kişinin favorisi olmuş.
Ayrıca, yine bir Türk sanatçı Gökçen Yüksek’e ait bir eser görmek de çok kıymetliydi. Hazırladığı kutunun iki mesajı vardı, biri Louis’i ve yaratıcılığını kutlamak, diğeri ise dünyayı, yani onun güzelliğini kutlamak. Bunu, imza bagajıyla yaklaşık aynı zamanlarda yaratılan “Alice Harikalar Diyarında” temasıyla vermiş. Bu renkli çalışma da serginin en çok dikkat çeken parçalarından biriydi.
Sürükleyici gezinin sonunda kültürel, eğitici ve sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapacak çok yönlü bir alan olan atölyeyi de keşfetme fırsatım oldu. Tabii bu kadar yaratıcı işi görünce insan ilham alıyor ve bir şeyler ortaya koyma arzusu artıyor. Burada isterseniz 3D olarak plastikten ikonlar yapabiliyorsunuz. Ancak bir gün sürdüğü için ben el işi atölyesine katılıp kartondan bir tane yaptım ve bana basit bir nesnenin sanatla nasıl muazzam bir hale geleceğini hatırlatsın diye yanımda getirdim!
Velhasıl bir marka yönetmek, tüketicisiyle duygusal bir bağ kurma sürecini yönetmek demek. İnsanların ihtiyaçlarını öngörebilmek, ona karşılık gelecek ürünleri ve hizmetleri onlarla buluşturmak demek. Hatta ileride o kuşakların bir anı defteri olabilmek… Dolayısıyla iyi bir gözlemci ve iyi bir yol arkadaşı olmak gerekiyor. Tam da bu nedenlerle bir ülkenin köklü markaları o ülkenin tarihine ve kültürüne dair de önemli ipuçları veriyor. Onların bu yolculuklarına bu etkinliklerde tanık olmak ben ve arkadaşlarım için güzel bir tecrübe oldu. #mutluetmutluol
(*) https://abigailsingrey.com/five-reasons-to-celebrate-your-brands-milestone-anniversary/, https://prophet.com/2019/07/using-anniversaries-to-reinforce-your-brand-purpose/; https://hbr.org/2012/11/anniversaries-are-not-to-be-wasted
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.