Galataport açıldı, haydi gelin! Sanat tarihimize bir yolculuk yapalım!
Zamanında ünlü mimarımız Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanan 5 No’lu antrepo ve antrepoya bitişik ofis bölümü yıkılarak Emre Arolat tarafından tasarlanarak Resim ve Heykel Müzesinin taşındığı bu yeni yapıya dönüştürülmüş. Emre Arolat ülkemizin önemli mimarlarından biri; 2010 yılında Aga Khan Mimarlık Ödülü, 2015’te Mies van der Rohe Avrupa Birliği Çağdaş Mimarlık Ödülü dahil olmak üzere pek çok prestijli ödülün de sahibi. Ali Ülker beyin davetiyle Yıldız Holding üstyönetim kadrosuyla şehrin resim ve heykel müzesine bir sanat goyası gerçekleştirdik. Müzede Geç Osmanlı’dan 20.yüzyılın sonuna uzanan zengin bir koleksiyonu görme şansına eriştik, aynı zamanda burası Türkiye’nin batılı anlamda ilk sanat müzesi olma özelliğine sahiptir. Sergiyi bize Banu Küçüksubaşı Hanımefendi gezdirdi. Onun anlatımıyla bu sergiyi gezmek de ayrı bir keyifti, kendisine teşekkür ederim. Sanat tarihimizi böyle bütüncül anlayışla, derli toplu bir arada görmek adına muazzam bir iş olduğunu düşünüyorum. Sizlere de öneriyorum Sonrasında Galataport’da muhteşem İstanbul manzarasına karşı bir çay da öneririm. Belki bu arada, kültürün dış güçlerin ve iktidarın hep odağında olduğunu; sanatın resim, heykel, edebiyat, müzik gibi çeşitli dallarının hep insanları güdülemek için kullanılmış olabileceği üzerinde düşünürsünüz.
Binadan içeri adım attığınızda geniş bir fuaye alanı var ve katlarla dış cephe arasında bir mesafe bırakılmış, böylece binanın bölmeli camlardan oluşan ön cephesini tüm görkemiyle görebiliyorsunuz. Bina aslında zamanında Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanan 5 No’lu Antrepo ve antrepoya bitişik ofis bölümü yıkılarak yerine inşa edilmiş. Bu sözünü ettiğim geniş giriş alanında eski balkonların da korunduğunu görebiliyorsunuz. Eskiden vinç yoktu ve yükler palangalarla o balkonlardan içeri alınırdı. Yenilenme çalışmalarında bunların da bırakılmış olması hoş bir detay olmuş açıkçası.
Sergi ise ayrı konu başlıklarına ayrılmış odalardan oluşuyor. Ben de sizlere her bir temadan kısaca bahsetmeye çalışacağım. Sergide her odanın girişinde dönemin tarihini anlatan bölümler mevcut, çok güzel özetlenmiş faydalı bilgiler. Bu bilgileri de yazının sonunda ekte verdim.
1.Fotoğraftan Resim Odası
Aslında bu dönem resimleri bir nevi fotoğraf çekmenin karşılığı diyebiliriz; büyük çoğunluğu saray fotoğrafçılarının Yıldız Sarayı bahçeleri başta olmak üzere İstanbul’un önemli anıtsal yapılarından, saray ve kasırlardan çektiği fotoğrafların tuvale aktarılmasıyla yapılmış ve saray duvarlarına asılmış. Böyle bakınca o dönemin sanatçıları için, ki bu döneme Türk Primitifleri de denir, aslında zanaatkarlık özellikleri de olduğunu söyleyebiliriz. Önlerine konan siyah beyaz kartpostalların renklendirilmiş ve büyütülmüş hallerinin resmedildiği bu dönem için aynı zamanda hiperrealist dediğimiz ve günümüzde çok popüler olan akıma da benzer bir sanat anlayışının mevcut olduğunu söyleyebiliriz.
Benim için de bunun bir güzelliği ve önemi şimdi izlediğimiz manzaraların, yürüdüğümüz yolların yıllar önceki hallerini görmek, zamanın mekan üzerindeki hükmünü düşünmektir. Mesela Kağıthane köprüsünü gösteren bu tablo ya da Haliç’in o eski boş halini görmek oldukça ilgimi çekti. Bu döneme dair bir diğer ilgi çekici detaysa resimlerde canlıların hiç yer almayışıdır. Yani ne bir hayvan ne de bir insan figürüne rastlanmaz.
Fotoğraftan Resim Odası’nda dikkat ederseniz ressamlar da bilinmiyor. Eserlerin bugüne böyle korunaklı gelmiş olmasıysa güzel…
2.Kopyalar Odası
Bu dönemin odağında yurtdışındaki ünlü eserlerin tablolarının bizdeki sanatçılar tarafından tekrar yapılması vardır. Böylece buraya getirilemeyecek pahada olan eserlerin görülmesi, herkesin bugünkü gibi seyahat edemediği ya da online olanaklar olmadığı için önemli olan eserlerin kopyalarının yapılması söz konusu. Sanatın gelişimi için aslında görmek çok mühim, bizim topraklarımızda ise müzecilik, koleksiyonerlik Batı’ya kıyasla çok daha sonradan gelişmiş alanlar olduğu için görme olanağının çok kısıtlı olduğu bu dönemde sanatın insanlarla buluşturulması adına önemli bir adım olmuş.
3.Osmanlı Resmi Odası
Osmanlı Resmi Odası’ndaki eserlerde artık resimler ve sahipleri tamamen belli yani daha düzenli ve belgeli bir döneme geçilmiş. Osmanlı resmi denince akla gelen başlıca isimler Osman Hamdi Bey , Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyit, Halil Paşa, Hüseyin Zekai Paşa , Hoca Ali Rıza ve Ahmet Ziya Akbulut.
Bu dönemde benim ilgimi çeken bir önemli nokta natürmortların yanında hayvan resimlerinin de sanatın içine girmeye başlamış olmasıdır, çeşitlilik artmış. Bunun yanı sıra bu dönem sanatçılarının eserleri yine günümüz mekanlarına tarihsel bir kesitten bakma olanağı sağladığı için çok kıymetli. Özellikle Hoca Ali Rıza’nın eserleri sizleri Üsküdar’a, Mihrimah Sultan Camisine alıp götürür.
4.1914 Kuşağı Sanatçıları Odası
Dönemin önemli olaylarının resmedilmesiyle dönemin anlayışına da hakim olabiliyoruz. Belge niteliği taşıyor bu eserler. Savaş eserleri ilgimi çekti. Bir de saman pazarı… Neden derseniz bende güzel bir hikayesi var; Ülker’in kurulduğu Nohutçuhan İstanbul Saman Pazarındaydı, United Biscuits’in olduğu yer de Londra saman pazarı…
Dönemin izlerini süren bu bölümde ilgimi çeken diğer eserler;
5.Modernizmin Biçim Dili: Cumhuriyet Dönemi’nde Geç Kübizm ve Art Deco Odası
Bu bölümde beni çarpan eser, Turgut Zaim’in “Üçlü Pano: Doğu ve Batı Halkının Atatürk’e Şükranı” eseri oldu. Benim için biraz da “Bütün yollar Ankara’ya Çıkar” tablosu bu. Nasıl ki Mısır hiyegroliflerinde çeşitli figürler üzerinden değişik yaşamlardan kesitler vardır; değişik kıyafetler, adak adayanlar ve benzeri unsurlarla dönemi detaylıca bize aktarırlar; bu eser de bize birçok antropolojik bilgi veriyor. Sol kısımda batıdan Ankara’ya gelenler resmedilmiş, sağ kısımda ise doğudan gelenler. Mesela baktığımda bebeğin sünnet edilmediğini görüyorum demek o zamanlarda da genelde sünnet için çocuğun belli bir yaşa gelmesi beklenirmiş. Keza yerel giysiler, ulaşım için batıda yaylı at arabası, doğuda ise kağnı kullanılıyor olması…
Nasıl ki eskiden “bütün yollar Roma’ya çıkar” denirdi ya, o zaman Roma İmparatorluğu’nda senato devlet yöneticilerine ilahlık payesi veriyordu. Daha sonra kilise merkezli bir yapı söz konusuydu ve aziz insanları belirlerdi. Bizde yani İslamiyette ise durum farklı; kulaktan kulağa insanların özellikleri yayılarak öne çıkma söz konusu, halk arasında yatırlar, evliya menkibeleri buna güzel örnektir.
6.Anadolu Manzaraları Odası
Bu bölümde beni en çok etkileyen eserler lavaş yapan kadınlar ve yapılan ders oldu. Her sınıftan halkın yerel kıyafetleriyle yeni alfabeyi okumayı öğrenmesi yine dönemin odağına dair güzel bir belgeleme olmuş aynı zamanda. Hasan Ali Yücel’in kurduğu Köy Enstitüleri’nde hocalar köylere gönderildiler. Genelde bu okullarda iki konu öne çıkıyordu; sanat ve iyi tarım. Sanat dalı olaraksa genelde müzik ele alınmış.
Dönem eserlerine baktığınızda gülen insanlar pek yoktur. Gülmek ayıptı, bu da eserlere yansımış.
7.Modern Yaşam Modern İmge Odası
Refik Epikman, Bar, Tuval üzerine yağlıboya.
Bu bölüme aslında bizde mevcut olan değil fakat sanatçıların olmasını istediği kültür eserlerde karşımıza çıkıyor. Batıdan gelen kültür resmedilmiş yani… Hale Asaf’ın portresi, Hamit Görele’nin Konser tablosu…
Cemal Tollu’nun Bir Öğretmen Portesi de sanki “İlim Çin’de Bile Olsa Gidip Alınız” diyor.
8.Manzara Odası
Bu odada en çok sanırım Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “İlk Geçen Treni Seyreden Köylüler” eseri ilgimi çekti. Gerçi şimdi de varoşlarda TOKİ uydu kentleri hep otoban manzaralı sanki…
9.İnkılap Resimleri
Burada ilgimi çeken iki eserden bahsetmek istiyorum. Biri Hatay’ın anavatana olan hasretini, bir kadının uzaktaki sevgilisini beklerken anlatan İbrahim Çallı’nın “Hatay’ın Anavatana Hasreti” tablosu. Diğeri de Nurullah Berk’in Teyyareciler tablosu.
Velhasıl bu seferki sanat Goyamız bizi ülkemizin sanat tarihi eşliğinde bir tarih yolculuğuna çıkardı. Her bir tablo kendi dönemini yansıttığı için ona bakmak, günümüz üzerine düşünmek benim için hem bir mola hem de bir zihin egzersizi oldu.
Hep mekanların bir ruhu yansıttığını ve hatta bizlere bir şeyler anlattıklarını düşünürüm, bu serginin bu tarihi mekanda olması, odalara ayrılma düzeni ve tarihsel akış içerisinde tüm bu eserler bir aradayken gezmek çok düşündürücü bir yolculuk oldu benim için.
Demek ki kültür dış güçlerin veya iktidarların hep odağında olmuş. Sanatın resim, heykel, edebiyat, müzik gibi çeşitli dalları hep insanları güdülemek için kullanılmış hakim olanlar tarafından…
Ek: ODA’lardaki Dönemlerin Tarih Bilgisi
Sergide her odanın girişinde dönemin tarihini anlatan Türkçe/İngilizce duvar yazılarında özetlenmiş bilgiler var.
1. Fotoğraftan Resim Odası
Türkiye’de minyatürden Batı tarzı tuval resmine geçiş askeri okullara konan resim dersleriyle başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yenileşme hareketleri doğrultusunda kurulan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (1773), Mühendishane-i Berri–i Hümayun (1795), Mekteb-i Tıbbiye (1827) Mekteb-i Harbiye (1835), Harbiye İdadisi’nin (1845) programlarında resim dersi bulunmaktadır. Başlıca konusu doğa görünümleri olan derslerde yeni resim teknikleri, perspektif ve gölge kullanımı öğretilmiş, askeri okullar Sanayi-i Nefise Mektebi’nin 1883’te kuruluşuna kadar resim eğitimi veren başlıca kurumlar olmuştur. Askeri okullarda başlayan resim dersleri bir süre sonra Galatasaray Mektebi Sultanisi (1869) ve Darüşşafaka (1873) gibi sivil okulların programlarına da dahil edilir. Harbiye ve Darüşşafaka gibi eğitim kurumlarının hocalarının ve yetenekli öğrencilerinin yaptıkları manzaralar Türk sanat tarihinde batı tarzı perspektifli resimlerin 1890-1900 yıllarına ait örnekleridir. Bu resimlerin büyük çoğunluğu saray fotoğrafçılarının Yıldız Sarayı bahçeleri başta olmak üzere İstanbul’un önemli anıtsal yapılarından, saray ve kasırlardan çektiği fotoğrafların büyütülüp renklendirilmesiyle yapılmış ve dönemin saray duvarlarına asılmıştır.
2. Kopyalar Odası
Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu Osman Hamdi Bey’in başlıca amacı bir resim müzesi kurmak ve Osmanlı ressamlarının eserlerinin yanı sıra maddi açıdan satın alınamayacak değerde olan Avrupalı eski ustaların eserlerinin kopyalarını yaptırmakmış. Onun ölümünden sonra mektep müdürü olan kardeşi Halil Ethem bey, Berlin, Madrid, Münih, Paris ve Viyana müzelerinden bizzat eski ustaların tablolarını seçmiş ve kopyalarını yaptırmış. Güzel sanatların bütün dallarında ilerlemek ve gelişmek için eski ustaların eserlerini görmenin bir sanatçı için esas olduğuna inanan Halil Ethem 1917 yılında hazırladığı Resim Tabloları Müzesi Tüzüğü’nde de kopyaların sipariş edileceğini belirtmiştir. Eser seçimindeki ölçüt bunların klasik resim ekollerinin ve güzel sanatlar tarihinin araştırılmasında yararlı olacak, resim eğitiminde örnek alınabilecek tablolar olması. 1924 yılında kopya eserlerin sayısı 44’e çıkmış olup bunların 10’u Osmanlı ressamları tarafından yapılmış.
3. Osmanlı Resim Odası
Yaklaşık 1860-1870 yılları arasında Paris’te bulunan Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyit ve onlardan on yıl sonra Paris’e giden Halil Paşa ise modern Osmanlı resim sanatının temelini oluşturan sanatçılardır. Bu ressamlar Paris’te Jean–Léon Gérôme, Gustave Boulanger, Alexandre Cabanel ve Gustave Courtois gibi ünlü sanatçıların atölyelerinde eğitim görmüşler. Osmanlı sanatçıları Paris’te kaldıkları sürede akademik resmin yanı sıra, Barbizon Okulu’nun manzara anlayışını benimsemiş, Gustave Courbet ve Fantin-Latour gibi sanatçılardan etkilenmişler. 1870 sonrasında Türkiye’deki resim sanatı büyük ölçüde Paris’teki bu sözü edilen sanatsal hareketlere bağlı olarak biçimlenmiş ve başta manzara resimleri olmak üzere, ölüdoğa ve portre gibi 19.yüzyılın ikinci yarısında Batı’da yaygın olan konular ele alınmış. Şeker Ahmet Paşa Türkiye’ye dönüşünde bireysel olarak kamuya açık ilk karma resim sergisini düzenlemiş, ayrıca Dolmabahçe Sarayı’ndaki ilk Batılı resim koleksiyonunun oluşturulmasında önemli bir rol oynamış. Konu olarak manzara ve ölüdoğayı tercih eden meslekdaşlarının aksine Osman Hamdi figüre ağırlık vermiş ve kurucusu olduğu Sanayi-i Nefise Mektebi’nde figürden çalışmayı başlatmıştır.
4. 1914 Kuşağı Sanatçıları Odası
Türk resminde, asker ressamlar kuşağının ardından gelen ve II. Meşrutiyet’in ilanından sonra resim eğitimi için yurtdışına devlet tarafından gönderilen ya da kendi imkânlarıyla giden sanatçılara 1914 Kuşağı veya Çallı Kuşağı ismi verilir. Çoğunluğu Paris’te Fernand Cormon atölyesinde ve Académie Julian’da eğitim gören bu sanatçılar 1914’de I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla beraber Türkiye’ye geri dönerler. Avni Lifij, Nazmi Ziya Güran, İbrahim Çallı, Ali Sami Boyar, Namık İsmail, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Mehmet Ruhi Arel ve Sami Yetik gibi Meşrutiyet döneminin bu ilerici ressamlarının büyük bölümü Cumhuriyet döneminde de sanat etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Türkiye’de açık hava resminin öncüleri kabul edilen ve Türk İzlenimcileri de denilen bu sanatçılar kendilerinden önceki dönemin sanat anlayışından farklı olarak desen ve biçimden çok ışık ve renge önem vermişlerdir. Çoğunlukla manzara dalında çalışmış ve İstanbul’un pitoresk köşelerini yapıtlarında yansıtmış olan 1914 Kuşağı sanatçıları manzaranın yanı sıra, modern kent yaşantısını, kadını, iç mekânları ele almışlar, çıplaklar ve portreler gerçekleştirmişlerdir. Bu ressamlar 1916-1951 arasında düzenledikleri Galatasaray Sergileri’yle İstanbul’un sanat yaşamını canlandırmışlardır.
5. Geç Kübizm ve Art Déco Odası
İki Dünya Savaşı arasındaki dönemin estetiği olan Art Déco, Türkiye’de erken Cumhuriyet döneminin yeni bir toplum ile modern ve “monden” bir yaşantıyı inşa etme arzusuyla uyum içindedir. Özellikle Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği ile d Grubu sanatçıları Cumhuriyet dönemi modern sanatını inşa ederken Art Déco sentezli geç Kübizmi tercih etmişlerdir. Bundan ötürü Türkiye’de 1929-1940 arası dönemi Art Déco olarak adlandırabiliriz. 20. yüzyılın başında, Kübizm’in bir türevi olarak mimarlık, resim, grafik sanatlar, mobilya ve küçük el sanatlarını etkileyen Art Déco, Türk sanatının modernizme açılışında önemli bir paya sahiptir. Modern kent yaşantısının bir göstergesi niteliğinde olan Art Déco, Türkiye’de sanatçıların Kübizm alanındaki deneyimlerinin yansıtıldığı yapıtlarla yeni ve çağdaş bir yönelişin öncüsü olmuştur. Özellikle İstanbul’da etkili olan bu tarz ile modernleşen insanın ve kent yaşamının örnekleri verilmiş; modern kadın imgesi, harf devrimi, kılık kıyafet devrimi gibi yenilikler tuvallerde görselleştirmiştir.
6. Anadolu Manzaraları
Modernleşme kapsamında yeni bir toplum yaratma hedefinde olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür politikalarının sınırlarını milliyetçilik ve halkçılık ilkeleri oluşturmuş; bu ilkeler doğrultusunda Türk kimliğinin kökenleri aranmış ve Cumhuriyet’in resmi ideolojisi köycü söylemde ortaya konmuştur. 1932’de Halkevleri’nin açılması, 1940’da Köy Enstitüleri’nin kurulması, 1938-1943 yılları arasında Yurt Gezileri’nin düzenlenmesi Cumhuriyet’in resmî ideolojisi olan bu söylemle ilişkilidir. 1938-1943 yılları arasında CHP Genel Sekreterliği ve Halkevleri tarafından düzenlenen Yurt Gezileri’nde 48 ressam Anadolu illerinde görevlendirilirmiştir. Bu gezilerin amacı yurdun güzelliklerini yerinde tesbit ettirmek ve sanatkarlarımızın memleket mevzuları üzerinde çalışmalarını kolaylaştırmaktır. Bu geziler sonunda İstanbul manzaralarının yerini Anadolu manzaraları ve köy yaşantısını yansıtan resimler almıştır. Cumhuriyet döneminde sayısı artan Anadolu manzaralarının köycü söylem kadar pratik bir nedeni de vardır, bursla Avrupa’ya gönderilen öğrenciler burslarının karşılığını Anadolu’nun çeşitli illerinde öğretmenlik yaparak ödeyecek, böylece halk da güzel sanatlar alanında bilinçlenecektir.
7. Modern Yaşam Modern İmge Odası
Erken Cumhuriyet dönemi resminde, modern kadın ve modern erkek, yeni eğlence biçimleri gibi sosyal konular işlenmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra kadın laik ve modern bireyin simgesi olarak idealize edilmiş, resimdeki imgesi de bu bağlamda değişime uğramıştır. Toplumsal yaşamda görünürlük kazanan kadın şapkalı ve çağdaş kıyafetler içinde sokakta dolaşırken, baloda erkeklerle dans ederken, meclis kürsüsünde konuşurken ya da okuma yazma öğretirken gösterilmiştir. Genellikle kısa saçlı ya da topuzlu, koyu renkli ciddi kıyafetlerle temsil edilen bu kadınların saygınlığı öne çıkarılırken onlara adeta cinsiyetsiz bir kimlik verilmiştir. Yıllardır resimdeki kadın imgelerine hakim olan uzun saçlı, hülyalı bakışlı, egzotik harem kadının yerini, enerjik, ama ağırbaşlı bir kadın tipi almış, dişiliği geri plana itilmiştir.
8. Manzara Odası
Batı tarzı perspektifli resme geçişte Osmanlı ressamlarının başlıca konusu doğa ve doğa görünümleri olmuş; bu ressamlar Batılı teknikleri ve tarzları uygulama olanağını buldukları bu manzaralarda İstanbul’un kaybolan görünümlerini günümüze taşımışlardır. Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş sürecinde 1914 Kuşağı ressamlarının manzaralarında ana tema yine pitoresk İstanbul görünümleridir. Ancak Cumhuriyet’in ilanıyla başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, Erken Cumhuriyet Dönemi’nin Anadolu’yu önceleyen kültür politikaları ve özellikle yurt gezilerine gönderilen ressamların etkisiyle Ankara ve Anadolu manzaraları İstanbul manzaralarının yerini almaya başlar. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Fransa’ya ve Almanya’ya gönderilen sanatçılar I.Dünya Savaşı sonrası modern sanat akımlarından etkilenmiş; Batı modernizmi onların ve Cumhuriyet’in modernleşme isteklerine cevap vermiştir. Bu sanatçılar 1914 Kuşağı’ndan farklı olarak manzara resimlerinde İzlenimciliği reddetmiş, Cézanne kaynaklı André Lhote’un kuramlarından etkilenen geç Kübist bir dili seçmiş ve biçimin konunun önüne geçtiği kompozisyonlar gerçekleştirmişlerdir.
9. İnkılap Resimleri Odası
Erken Cumhuriyet dönem resminin temalarından biri de Kurtuluş Savaşı’dır. İlki 1933te Cumhuriyet Bayramı’nda açılan ve 1936ya kadar her yıl aynı dönemde tekrarlanan İnkılap Sergileri, ulusal Kurtuluş Savaşı ile devrimleri konu alan yapıtlarıyla resim tarihimizde özel bir ikonografi oluşturur. Ulus devletin kimlik imgelerini toplum bilincine yerleştirme girişimlerinden biri olan İnkılap Sergileri, tüm sanatçılara açıktır. Zamanla bu sergilerdeki yapıtlarda devrimlerden çok savaş konusunun ele alınması, sanatçının belli bir konuya yönlendirilmesi eleştirilmiştir. Sanatçılar ve sanat eleştirmenleri yapıtın konusunun değil, kendisinin devrimci olması gereğini savunmuş ve daha serbest konulu resimlere yönelmişlerdir. İnkılap Sergileri 1937 yılından itibaren Birleşik Resim Sergisi olarak düzenlenmiş ve 1939da Devlet Resim ve Heykel Sergileri’ne dönüştürülmüştür.
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez