Acaba sanatçılar da biz girişimciler gibi mi hareket ediyorlar, iş dünyası ile benzerlikleri var mı?
“Sanatçı Gibi Düşün” (*) kitabının yazarı Will Gompertz BBC İngiltere’nin uzun yıllar sanat editörüymüş, 2021 Haziranından itibarense Barbican Centre’s da Sanat ve Öğrenim direktörlüğü yapıyormuş, aynı zamanda da yazarlık. Kitabında 11 başlık bulunuyor, sırasıyla:
İlk maddede şunu söylüyor:“Sanatçılar Girişimcidir”. Açıklaması şöyle: Sanatçılar hiç yoktan birşeyleri başka şeylere dönüştürürler. Diğer tüm girişimciler gibi davranarak bunu yaparlar. Onlar da proaktif, bağımsız ve hırslıdırlar.
Aslında birçok sanatçı bohem, tutkulu hatta inatçı olarak gördüğümüz kişiliklerini istedikleri sonuçları almak, duygu ve düşüncelerini tuvallerine yansıtmak ve tamamen işlerine odaklanmakta kullanırlar.
Yazar ikinci olarak “Sanatçılar başarısız olmaz” diyor. Çok kıymetli bir hususu dile getiriyor:”Her ne kadar bir hata başta bir başarısızlık gibi gözükebilecek bir şeye yol açabilirse de, başarısızlık hata ile aynı şey değildir. İlla ki yanlış yapmış olmak anlamına da gelmez.” Burada verdiği örneklerden biri, Cezanne, Monet gibi ünlü ressamların resimlerinin yıllarca galeriler tarafından reddedilişidir. İş hayatında da bu çok önemlidir. Hepimiz hata yapıyoruz. Mühim olan hatalarımızdan ne öğrendiğimiz. Hatta geçtiğimiz sene Yıldız Holding’de globale bir çağrı yapmıştım; hatalarımızdan birlikte öğrenelim demiştim ve ben dahil herkesi hangi projelerde ne hata yaptığını ve bunların nereden kaynaklandığını, sonuçlarının ne olduğunu ve son olarak bundan ne ders çıkardıklarını paylaşmaya davet etmiştim. Çok keyifli bir çalışma olmuştu hepimiz için.
Dr. Carol S. Dweck’in de benzer bir kitabı var:“Aklını En Doğru Şekilde Kullan.”(**). Bu kitapta Dweck, başarılı insanlara baktığında şunu görmüş, her hangi bir hata anında onların diğerlerinden önemli farklarından biri başarısız olduklarını düşünmedikleri, öğrendiklerini düşünmeleriymiş. Bu konuda hep verilen örneklerden biri de Thomas Edison’un elektrik ampulünü bininci denemesinde bulması ve sorulduğunda “1000 kez başarısız olmadım ben, 1000 yolun işe yaramayacağını kanıtlamada başarılı oldum. İşe yaramayacak yolları elediğimde yarayacak olanı bulacağım.” dediğidir. Ben size gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim; hata yapıyoruz, başarısız olduğumuz projeler, işler olabilir. Mühim olan farkındalık, böylece ders çıkarabiliriz. Bir diğer önemli şey ise bir B planı hatta belki C, D, E planı hazırlamak. Eğer yapabilirsek süreci yeteneklerimize ket vurmadan ve karamsarlığa kapılmadan, şunları öğrendim dediğimiz bir derse dönüştürüp yolumuza daha güçlü devam edebiliriz.
Üçüncü başlık yine çok önemli:“Sanatçılar Hakikaten Meraklıdır” diyor Gompertz. “Bir şeyle özellikle ilgilenmediğin sürece ilginç bir şey üretemezsin.” Merak zihnin en önemli tetikleyicilerinden biridir, yaratıcılığı tetikler. Bir şeyle tutku ile ilgilenerek araştırmak, üzerinde düşünmek için hayal gücümüz ve zihnimiz bizimle iş birliği yapacaktır. Burada Gompertz çoğumuzun aşina olduğu Marina Abramovic’den örnek vermiş. 1964 yazında Abramovic henüz 18 yaşındayken Tito Yugoslavya’sında yaşıyormuş. Bir öğlen vakti parkta otururken tepesinden geçen ve kalın duman izleri bırakarak geçen savaş jetleri çok ilgisini çekmiş. Ertesi gün askeri hava üssüne gitmiş ve bulabildiği en yüksek rütbeli komutana bir savaş jeti filosu uçurması için yalvarmış, çünkü onların dumanlarının resmini yapmak istiyormuş. Tabii reddedilmiş ama burada önemli olanın sonuç olduğunu düşünmüyorum, bu gördüğü şeyi merak eden, peşine düşen ve farklı kaynaklardan destek istemekten korkmayan meraklı bir insan örneğidir. İş hayatında aslında aynen bu şekilde yaptığınız işe tutkuyla bağlı olup, merak edip, istediğiniz sonuca ulaşmak için onun üzerinde düşünüp, kafanızda konuyu evirip çevirip, hayal gücünüzü zorlayıp ve diğer insanlardan destek ve kaynak arayışına girerseniz başarabilirsiniz.
Dördüncü kısmın başlığı kışkırtıcı “Sanatçılar da çalar”. Gompertz bu başlık altında özetle şunu söylüyor:“Tümüyle orijinal fikir diye bir şey yoktur. Ancak eşsiz kombinasyonlar diye bir şey vardır”. Aslında burada sözü edilen şey çocukların öğrenme metotları olan taklitçilik gibidir. Çocuklar çevrelerinde gördükleri erişkinlerin davranışlarını izleyerek onlar gibi davranmaya başlarlar ve böylece yürümeyi, yemek yemeyi öğrenirler… Yazar bu bölümde Picasso’nun sanat hayatında çalışmalarının nasıl evrildiğini ve “kendi tarzına” nasıl ulaştığını tarihsel olarak anlatmış. Varolan sanat atmosferinden etkilenmesi yolun başındaki bir sanatçı için oldukça doğal olabilir, ama nihayette kendi tarzını bulması bir sanatçının gerçek başarısını belirler. İş hayatındaki karşılığı olarak Steve Jobs ve Apple örneğini vermişler. New York Times gazetesi haberine göre Apple çalışanlarına sade tasarım yapmak için gerekli değerleri Picasso’nun bir boğayı giderek daha basitleştirilmiş bir biçimde tasvir ettiği on bir taşbaskıyı göstererek öğretmiş! Aslında yaptığın işin adımlarını basitleştirmek önemli, bürokrasiyi, onay sistemlerini sadeleştirmek gibi… Gerisi Picasso gibi çok çalışmaktan ibaret zaten 😊.
Beşinci bölüm “Sanatçılar Kuşkucudur” başlığını taşıyor. Tıpkı bir heykeltıraşın hangi parçayı yontup atarsam istediğim şekle ulaşırım sorusu gibi… bir yazıyı tamamlayan yazarın eserine son bir kuşkucu gözle bakması metni sadeleştirmek için nereleri çıkarması gerektiği üzerine kafa yorması gibi bizler de işlerimize hep kuşkucu bir gözle bakmalıyız. Yazar,“bu yöntem hiçbir şey bilmediğimizi varsayarak hakikati aramaya dayanan bir yöntem” diyor.
Altıncı bölüm, “Sanatçılar Büyük Resmi ve İnce Detayları Düşünür”. Burada mikro yönetim tarzından bahsediyor:“Detaya çok fazla zaman ayırırsanız kaybolur gidersiniz. Ama sadece büyük resmi düşünürseniz de bir bağ kuramazsınız”, diyor. Luc Tuymans mesela, daha fırçasını tuvaline değdirmeden kafasında tüm sergiyi planlarmış. Sonra bir senfoni uyumuyla ana spesifik mesajı destekleyen detayları işlermiş, bir resimde kullanmayı düşündüğü renklerin yankısını diğer resimlerde de görebilirmişiz. Mesela iş hayatında bir projenin sağlıklı bir şekilde hayata geçmesi için önce tüketicinin hangi ihtiyacına cevap olacak ürünü çıkaracağımızı konuşuyoruz. Sonra ürünle ilgili detaylar, ilgili ekiplerce yavaş yavaş belirleniyor, büyük resmi ve detayları dengeli bir şekilde düşünmek ve ona göre hareket etmek mühimdir.
Yedinci Bölüm’ün konusu Sanatçılar Bir Bakış Açısına Sahip Olur. Bir şeyi iki insan asla aynı şekilde görmez, diyor Gompertz. Gerçekten de öyle sanat GOYAlarında da hepimiz aynı esere bakıp bambaşka şeyleri görüyoruz, hissediyoruz. Bu da bizi biricikleştiren şey aslında, “bakış açımız bizim imzamız”. Bazen farklılaşmaktan korkabiliyor insan ama…
Cheryl Lynn Bruce:“Biz robot değiliz, bir görüşünüz olduğunda yaşam çok daha heyecanlı bir hale gelir”, demiş. Gerçekten öyle, kendi bakış açımızı sahiplenmek, bizi neyin tetiklediğini bulmak bizim yaşam yolculuğumuzun bir parçasıdır. Böylece sıyrılabiliriz, öne çıkabiliriz, fark yaratabiliriz.
Sekizinci bölümün başlığı “Sanatçılar Cesurdur”, ilginç! Bir alışageldiğimiz anlamda cesaret vardır, hani askeri kahramanlıklardaki gibi ya da sporcuların kendilerinden daha güçlü rakiplerini yendikleri anlardaki gibi… Bir de başka türlü bir cesaret var ki bu bölümün konusu bu; kendin olma ve herkesin önünde fikirlerini ifade edebilme cesareti! Michalengelo, Papa tarafından on iki havarinin büyük fresklerinin yapılması için seçildiğinde “hayır” demiş. Bunun sebebi gerçekten kendisinin heykeltraş olması, ressam olmamasıdır. Uzman olmadığı ve çıraklık döneminde sadece temelini öğrendiği bu alanda böylesine bir işi üstlenmeyi kesinlikle reddetmiş. Hatta bunu başarısız olması için hazırlanan bir komplo olarak görmüştü. Papa’ya çıkıp durumu anlatmış. Papa Julius ise onu dinledikten sonra hak vermiş ve onu muhayyer bırakmıştı. Michelangelo tavan için çok komplike bir teknik ve zorlu bir tasarım planlamış ve dört yıl boyunca gece gündüz çalışmış; az uyumuş, yılmamış Ekim 1512de artık otuzlarının sonlarındayken eserini tamamlamış. Sonucunda o dönemden bugüne bile ünü sürüyor.
Sistine Şapeli
Bu olay yeni fikirleri araştırmak, keşfetmek isteyen herkes için aslında ilham verici bir emsaldir. İster işin arkasında gerçekten ona komplo kuran rakipleri olsun, ister başka sebepler olsun, nihayetinde konfor alanınızdan çıkarak, çok emek sarf ederek tarihte bile yer edinebilirsiniz..
Dali’nin söylediği sözü akılda tutmakta fayda var, “Mükemmelden hiç korkmayın, nasılsa asla erişemeyeceksiniz.” İş hayatı da böyle, bence yeni alanlara sizi zorlayacak görevlerden kaçmamak önemli, bir de “hayır” deme cesaretini çok önemsiyorum. Bazen “hayır” demek cesaretten de öte tek seçeneğinizdir. Zaten üst seviyede yönetimden bazı şeylere “evet” demeyi, bazı şeylere de “hayır” demeyi alın geriye ne kalır. Bu arada birlikte çalıştığım arkadaşlarımın da bana kendi uzmanlıklarıyla ilgili konular başta olmak üzere akıllarının yatmadığı işlerde mutlaka görüşlerini belirtmelerini teşvik ederim ve böyle insanlarla birlikte çalışmayı tercih ederim.
Dokunuzcu bölümde yazarın üzerinde durduğu konu: Sanatçılar düşünebilmek için duraksaksar! Sanatçılar ve atölyeleriyle ilgili ilginç bir gözlemi var Gompertz’in; “mutlaka her mekanda ortak bir şey vardır, sandalye, sanatçılar oturduklarında yaratıcı olmayı bırakır ve eleştirmene dönüşürler”. Hatta eserlerini oturmuş izlerken bir hata fark edebilir, tekrar işbaşı yapabilirler. Duchamp’ın çalışmalarından da bahsediyor, Etant Donnes’le mesela sadece gözetleme deliğinden görülebilen büyük eser ürettiğini söylüyor. Bunu da eserini görecek insanların hangi açıdan bakmalarını istediğini netleştirmesi ve sabitlemesi için yapmış. Sanırım çıkaracağımız önemli derslerden biri yaptığımız işle aramıza mesafe koyup olabildiğince objektif bir şekilde süreçleri eleştirel bir gözle yeniden düşünmek gerektiğidir. Yoksa insan işinin içinde körleşebiliyor.
Onuncu bölüm; “tüm okullar sanat okulu olmalı” bölümü ve adını “All Schools Should Be Art Schools” isimli Bob ve Roberta Smith takma adıyla işlerini üreten bir sanatçının resminden alıyor. Burada özetle sanatçı “ne düşüneceğini değil, nasıl düşüneceğini” öğreten sanat okulu deneyiminin tüm okullara yayılması isteğinden bahsediyor. “Belki yanlış ile doğruyu ayırt etmekten çok yeni ve ilginç olanı ödüllendirmek, yaratıcı bir ekonominin gereksindiği yeteneklerin gelişimine daha fazla katkı sunabilir” diyor yazar. Ben yanlış ile doğrunun ayrımının çok önemli olduğunu düşünüyorum ama…
Onbirinci ve son bölümde ise son bir düşünce başlığında şu özeti yapmış Gompertz:“Esin gelmesini bekleyemezsin, elinde sopayla esini kovalaman gerekir” diyor yazar. Yani “eserekli olmak” iyidir mi desek! Yaratıcılık iş dünyasında sanat dünyasına göre daha yeni bir süreç. Bunun nedeni sanırım artık her konuda farklılaşmanın giderek daha zorlaşması. Biz bu nedenle hiyerarşik yapıları disruption çalışmaları ile çevik hale getirmeyi amaçlıyoruz.
Hala yeni tablolar üretilebiliyorsa, hala yeni romanlar yazılabiliyorsa, hala yeni müzikler yapılabiliyorsa niye yeni işler, ürünler, yeni çözümler üretilmesin. Şunun şurasında kaç tane farklı fırça darbesi, kaç materyal, kaç harf, kaç nota var ki! Mesele onları herkesden farklı biraraya getirerek düşünceyi, kavramı zihinde oluşturabilmekte. Bu zihinsel antremanı artık doğal bir süreç olarak benimsememiz gerekiyor. Yeter ki yeteneklerimizin farkına varalım, potansiyelimizi bilelim. Artık biliyoruz; iş insanlarının sanata olan ilgisi, sanatçıları ve nasıl ürettiklerini anlama merakı sadece hobi değil, iş yaşamınızda nasıl farklı olabilirsinizin anahtarı!
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.
—————————–
(*)Gompertz, W.(2018). Sanatçı Gibi Düşün, Yapı Kredi Yayınları.
(**)Dweck S.D.(2016). Aklını En Doğru Şekilde Kullan, Yakamoz Yayınları.