Ebru Döşekçi önemli heykel sanatçılarımızdan. Aslında İletişim Fakültesinde okumuş. 1993 Ege İletişim Halkla İlişkiler Mezunu. Sanat orta, lise yıllarından beri hayatında imiş. Önce önde gelen yabancı şirketlerden birinde profesyonel olarak çalışmaya başlamış; çoğu profesyonelin hayalindeki şirketlerden biri. O sırada heykel yapıyormuş. Sonra Yeditepe Üniversitesi’nde sanat eğitimi almaya karar vermiş. Hatta o dönemde evlenmiş, iki çocuk büyütmüş. Sanat tutkusu öyle güçlüymüş ki,her zorluğu yenmiş. Eğitim alırken, hem çalışmaya, hem heykel yapmaya, hem de çocuklarıyla ilgilenmeye devam etmiş. Velhasıl 17yıl önce sanatla uğraşmak için profesyonel hayattan ayrılmış. O günden bu güne sanatla uğraşıyor. 2013 yılında bir arkadaşıyla “başka işler yapmalıyız” diyerek Cup of Joy markasıyla yeni nesil kafe işine girmiş. O tarihten sonra bir yandan sanat işiyle uğraşırken diğer yandan “nitelikli kahve nasıl yapılır” konusuna takmış. Ben defalarca Bebek Pasajındaki dükkanına konuk olup kahve tadımı yaptım, tavsiye ederim. Şimdi ise Ebru hanıma sanat ile ilgili sorduklarımın cevaplarını bildiriyorum.
1.İletişim Fakültesinden heykeltıraşlığa uzanan bir yolculuğunuz var. Nasıl bir yolculuktur bu, heykel yapmak nasıl bir insan yaptı sizi?
Mezun olduktan sonra çeşitli kurumsal firmaların medya departmanlarında çalıştım. İnsan gençken kendini tam tanımıyor ve dinlemiyor. Daha çok çevrenin, ailenin, toplumun değerlerini, önceliklerini önemsiyor. Zaman içinde bu işin bana göre olmadığını daha net anladım. Üretmek, yaratmak, ürettiğimi elime almak istiyordum. Halbuki yaptığım işte havada uçuşan rakamlar, bir takım ticari kazanımlar vardı sadece. Hem işyerinde çalışıyor hem de amatörce heykel yapıyordum, 2003 yılında ise sanat üzerine yüksek lisansa başlayarak kendime başka bir yol çizmeye kesin karar verdim. Artık her ay banka hesabıma yatan bir maaşım olmadığı için, ve ne olursa olsun her türlü zorluğa göğüs gererek bu yolda ilerleyeceğime kendi kendime söz verdim, bu konforlu hayatımdan tamamen belirsiz bir maceraya geçiş oldu benim için.
*bence bu MİM yani muradın baş harfi
Ebru Döşekçi heykellerinde aşk, neşe, umut, birlik, güven gibi olumlu hisleri, bizi hayata bağlayan ortak yapı taşlarımızı farklı malzeme, form ve teknikler yardımıyla betimlemeye çalışıyor. Sanatçı, maddeden tamamen uzak bu ruhsal kavramları 3 boyutlu, görünür, dokunulur biçimlere dönüştürerek, kendi hayal dünyasından izleyicinin hayal dünyasına bir geçit açmayı amaçlıyor.
2. Genel olarak heykel yapma süreciniz nedir? Hangi konseptler sizi besler?
Eskiden çizimden yola çıkarak, ne yapacağımı bilerek girerdim atölyeye. Son birkaç yıldır ise atölyeye girdikten sonra küçük bir çocuğun sonucu ne olacağını bilmeden ve umursamadan legolarının içine dalıp saatlerce yapıp bozarak adeta bir trans halinde zaman geçirmesi gibi bir süreç yaşıyorum. Müzik dinlerim, arada dans ederim. Bazen yatar dergi kitap okurum. O sırada arka planda iş tamamlanır kafamda; her zaman başarılı olmaz ama. İşte o zaman yaptığını beğenmeyip bozan çocuk gibi hiç acımadan vazgeçerim o işten.
3.Yıldız Holding için yaptığınız işlerde bu süreç nasıl gelişti ayrı ayrı anlatabilir misiniz?
Ülker’in 70.yılında “ÜLKER Dostlarına” verilecek plaketleri ben tasarlamıştım. Her 10 yıl için Ülker için başlangıç sayılan Petit Beurre bisküvinin yer aldığı, toplam 7 bisküvinin bir araya gelmesiyle oluşan bir plaketti. Bu büyük kuruluşun mihenk taşlarından biri sayılan bu ikonik bisküvinin dev ebatta bir düzenlemesini de holding girişine koyarak 70. yılı taçlandırmış olduk:)
İki adet “Kızıl Elma” ise murat ülkerin benim kendi tarzımda soyut olarak ifade etmemi isteyerek sipariş verdiği heykellerdir. Kırmızı zaten benim sıklıkla kullandığım bir renk, form ise ancak ismini söylediğinizde size çağrışımı yaptıracak kadar soyut. Holding içindeki diğer işlerim ise sizin zaman ayırıp sergilerimden kendi beğeninizle seçtiğiniz işler.
Ebru Döşekçi, Kızıl Elma, Yıldız Holding’de. Bu stilistik Kızıl Elma heykelinden ise üç adet var, önemli merkezlerimizde yer alıyor. Biri yukarıdaki; Yıldız Holding Merkezi, İstanbul’da, diğeri Godiva şirket merkezinde New York’ta, üçüncüsü de pladis Merkezinde Londra’da. Birgün size anlatmalıyım bizim kızıl elma hikayesini!
4.Heykel yaparken kendinizi mi ifade edersiniz, yoksa gündeminizde görecekleri, galeri sahiplerini, müşterileri memnun etmek mi vardır? Yoksa duruma göre değişir mi, nasıl?
Yıllar geçtikçe kendime ve izleyiciye karşı ne kadar samimi olursam işlerimin arkasında o kadar güçlü durduğumu anladım. Ayrıca yaptığım işlerin değerini bulup ekonomik özgürlüğümü elde etmenin de bu rahatlığı yaşamamda büyük payı var.
Bu heykel Lonely Whale (Yalnız Balina) olarak bilinen balinanın ses dalgalarından alınmış ufak bir kesittir. (Sesindeki derinlik nedeniyle orijinal ses kaydı net olarak alınamamış olsa da , diğer mavi balinaların ses kayıtlarından esinlenilmiştir.)
Lonely Whale bütün balinalardan farklı bir frekansta (52 hertz) ses çıkardığı için kendi türünden hiçbir canlı iletişim kuramamış, aynı nedenle eş bulamamış ve yalnızlığa mahkum kalmıştır.
Bilim insanları tarafından sırrı çözülemeyen Lonely Whale, doğa severler için bir ikon haline gelmiş, onun adına ve ona yardım edebilmek için çeşitli kampanyalar yapılmıştır. 2000’li yılların başında izi kaybedilen balinanın akıbeti bilinmemektedir.
5.Holdinge yaptığınız heykellerin sanatta ilerlemenize, dönüşümünüze nasıl bir katkısı oldu?
Yıldız Holding koleksiyonu gibi önemli bir koleksiyonun parçası olmak ve bir kadın sanatçı olarak onlar tarafından sürekli olarak desteklendiğimi bilmek benim için çok önemli ve elbette katkısı yadsınamaz. Ayrıca hep farklı ve alışılmadık projelerle geliyorsunuz, acaba ne yapabilirim diye beni heyecanlandırıp yeni ufuklar açıyorsunuz. Bu nedenle sizden çok şey öğrendiğimi inkar edemem.
Ben ise tüm bu işleri sipariş verirken veya bir işi koleksiyona katarken hep beğeniyi, cazibesini ön planda tutarım; ama daima bir başka beklentim veya bir planın parçası olmak gibi, bir durum vardır. Bilhassa heykel sanatında objelerin benim için subjektif bir manası, uyarıcı bir yönü vardır. Bu neredeyse tüm objeler için geçerlidir. Hatta odamda tablo ve heykelleri bu bağlamda misafir ederim.
Bu eser mesela disk drive bence ve bana bir CDO istihdam etmemi söylüyor.
6.Şu anda Türk heykel sanatı dünya ölçeğinde nerede, siz kendinizi nerede görüyorsunuz?
Heykel diğer sanat dallarına oranla daha meşakkatli. Bir atölyeye, bol malzeme ve beden gücüne ihtiyaç var. Kadınlar tarafından zaten çok tercih edilmiyor. Dünyada heykel yükselişte, çünkü koleksiyonerlerin duvarları doldu :).
Türkiye’de çok iyi heykel sanatçıları var, her biri dünya çapında başarı kazanabilecek kadar güncel ve işine hakim. Ama ne yazık ki bu topraklardan dışarı kafayı çıkarmak hiçbirimiz için o kadar kolay değil.
Ebru Döşekçi oldukça alçakgönüllü bir sanatçımız. Açıkçası onun eserlerindeki yalınlık, bu yalınlıkla kendini ifade ediş biçimi en beğendiğim yön. Eğer bu topraklardan heykeltıraşlarımızdan biri ya da birileri kafa çıkaracaksa onlardan birinin Döşekçi olacağına eminim. Ben bu topraklardan global şirket olup kafa çıkarmaya çalışılınca nelerle karşılaşılacağını biliyorum da sanatçı olarak kafayı çıkarmanın zorluklarını tahmini de bilenlere yani sanatçıların kendilerine bırakayım, ne dersiniz?
Sanatçı dostlarım, kıymetli sanatseverler, sizlere soruyorum, Ebru Döşekçi’nin dediği gibi bu topraklardan sanatçı olarak yurt dışına kafayı çıkarmak zor mu? Kafa çıkarınca sizin hakkınızda da “tası tarağı topladı, başka ülkeye gönül verdi” gibi saçma dedikodular çıkarıyorlar mı?
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.