Sağlık Ararken Sahte Bilimle Aldatılmak Mümkün.
Mutluluk Paradoksu Nedir?Teknokratlar niye gıdayı peşin alın diye diretir ki?
Gıda ve beslenme konusunun en çok konuşulan konuların başında geldiğini daha önce yazdım, birkaç kitap önerdim. Konuşulması iyi bir şey, fakat dikkatimi asıl çeken konuşulmayanların daha büyük bir problem olduğu. Mesela, kimse ekmek ve eti fazla konuşmuyor. Böyle olunca da bu iki sektörün üretiminde ne modernleşme oluyor ne de verim artıyor. Hâlbuki bütün lezzetler, yenilikler, heyecanlar çeşitlilik ve sunumlar bizim atıştırmalık kategorisinde gerçekleşiyor. Bütün bunlar ortalıkta olunca, görünür olunca, tabii ki bizi konuşuyor insanlar. Bir de konuşanların söylediklerinin karşısında birisi cevap veriyor. Yani karşılıklı bir tartışma yaşanıyor.
Hangi kasap çıkmış da şimdiye kadar bir açıklama yapmış. Hangi fırıncı çıkmış da bir açıklama yapmış! Bir de tabii şu açıdan da bakabiliriz meseleye. Konuşulması iyi bir şey konuşuldukça insanların aklına atıştırmalık ürünler geliyor. Çünkü ürünlerimiz dürtüsel (impulse) görüldüğü zaman tüketilir. Böyle bir faydası bulunuyor, konuşmanın.
Atıştırmalık sektöründeki ürünleri ne kadar tüketiyorsunuz, bünyeniz nedir? İhtiyacınız nedir, Bunu göz önüne almak gerekiyor. Mesela dikkat ediyorum Yönetim Kurulu Üyelerimiz arasında sürekli diyet kola içenler var. Maşallah hepsi de sağlıklı. Yine bir araştırma çikolata zayıflatıyor diyor. Eh zayıf bir kadın her gün çikolata yediği için mi zayıftır, yoksa zayıf olduğu için mi çikolata yiyor. Araştırma çok ama araştırmaların söylemediği de çok, örneğin araştırma bunu söylememiş.
Asıl meseleyi vurgulayayım; asıl mesele bilinç sahibi olmak. Neyin ne kadar yeneceğini bilmenin en gerekli şey olduğunu düşünüyorum. Eğer bazılarının dediği gibi olsaydı çalışanlarımızın obez ve hasta olurlardı, çok şükür sağlıklılar; zira işbaşında yemek serbest olduğu gibi, indirimli alışveriş de mümkün! Tabi kanıta dayalı olmayan çıkarsama yapıyorum ama gözlemim budur. Birçok insan yalan yanlış birilerinin “tüketmeyin” dediği şeyleri tüketiyor ama son derece sağlıklılar ifade etmek istediğim bu; bir ara palm yağı konusunu da konuşalım. Kanser yapar diye korkutulan palm yağının ana vatanı Endonezya, Malezya. Palm yağını her şekilde tüketiyorlar. 2012 sonuçlarına göre (*) 75 yaşın altında Türkiye’de kansere yakalanma oranı %21 iken, Endonezya ve Malezya’da %15’lerde?!?).
Şimdi sizi Prof. Dr. Taner Damcı Hoca’nın SAĞLIK ARARKEN ALDATILMAK kitabı ile tanıştırmak istiyorum. Daha önce sözünü ettiğim Nina Shapiro’nun Tıpta ve Sağlıkta Balon Bilgiler kitabı gibi içeriği dolu bir kitap. Lütfen bu kitabı benden dinlemekle yetinmeyin, okuyun. Zira akıcı ve eğlenceli bir şekilde yazılmış, hiç sıkıcı değil. Hatta kitabın sonunda şarlatanlar için (Yılan Yağı Satıcıları) start-up tavsiyeleri bile eklenmiş. Taner Hoca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Endokrinoloji, Metabolizma ve Diyabet Bilim dalında öğretim üyesi. Aynı zamanda Türk Obezite Vakfı Başkanı. Ayrıca da uzun mesafe (ultra) koşucusuymuş. Bir tür maratoncu yani. Takdir ettim. Kitaplarda, sosyal medyada, dergilerde, televizyonda bilimsel gerçeklik diye anlatılan kanıtsız saçmalıklardan söz edip bunlara sahte bilim diyor, Hoca. Bunları satanlara da kurtarıcılar ve sahte kahramanlar! “Oysa gerçek hayatta kahramanlar çok az sayıdadır. Kahraman olduklarını kendileri bile bilmezler ya da bu sıfatı kabul etmezler. Çünkü yaptıklarını kahraman olmak için yapmazlar. Kahraman oldukları da genellikle sonradan ortaya çıkar. Ama etrafımızda çok sayıda sahte kahramanlar var. Bu rolü oynayan kişiler bizi aldatıp sömürüyorlar” diye ekliyor. Sonra, niye bu kahramanlara inandığımızdan, komplo teorilerine yatkınlığımızdan, normallikten söz ediyor. Burada şu ifadesi çok hoşuma gitti, “davranış bilimlerinde normal, toplumun genelinin değer yargılarına ve yanıtlarına uygun olarak davranmak olsa da bu her zaman iyi değildir. Çünkü toplumda kabul edilen davranış ve düşünce yapısı bazen yanlış hatta patolojik ve kötü olabilir. Çok tekrarlanan söylemler, çok kişinin paylaştığı düşüncelerin iyi olması gerekmez”. Daha sonra sağlıkta risk kavramını, gerçek yalan ve kanıt arasındaki bağlantıyı felsefi boyutuyla tartışıyor. Kitapta sahte bilimi ve şarlatan kurtarıcıları uzun uzun anlatıp beslenme konusunda nasıl yalanlar söylendiğini, bunun nasıl glütensiz beslenme manyaklığına, vitamin ve gıda katkısı çılgınlığına yol açtığına vurgu yapıyor.
Hoca; kitabının başında Eski Yunan’da, Budizm’de, Hristiyanlık’ta “ölüm” düşüncesine yer verip; “ölümsüzlük yanılgısının” ve ölümsüzlük isteğinin sahte bilimin tuzağına düşmenin nedeni olduğunu güzel örneklerle anlatıyor. Ama Müslümanlık’ta ölüm konusu burada işlenmemiş. Türkiye İslam Ansiklopedisi şöyle açıklar, Müslümanlık’ta ölüm mukadder ise de insanın dünyaya gelmesinin amacı ölmek değil yaşamaktır. Allah, ruhundan üfleyip halk ettiği ve isimleri öğrettiği (şuurlandırdığı) Âdem’in nesline aslında ebedî hayat vermiştir. Ancak hayat iki devreye ayrılmış olup ilk devre bir tür eğitim ve sınav, ikincisi ilk devrede elde edilenlerin sonuçlarının şekillendireceği ebediyet sürecidir. Ölüm hayatın bu iki dönemini birbirine bağlayan ve insanı ebedîleştiren bir araçtır. Bu sebeple ölüm yaklaşık yirmi ayette “likā” (Allah’la buluşmak) kavramıyla ifade edilmiştir. Bütün dinler ve beşerî sistemler insan hayatını saygın kabul edip korunması için tedbir alır, onu ihlâl edenlerin cezalandırılacağını bildirir. İslâm dininin haram kıldığı şeylerin çoğu bu amaca yöneliktir.” Yani hocanın korku hipotezi gerçek bilinçli bir müslüman için geçerli durmuyor. Kitabının yeni baskısında bu konuya odaklanabilir diye düşünüyorum. Bir de bir dine inananın bilime inanmayacağı gibi çok tartışmalı konulara da değinilmiş. Açıkçası bilim-din konusu çok su kaldırır. Ben hem bilime inanıyorum hem de dindarım, hadi bakalım şimdi ne olacak?
Bir bölümde sahte bilimin nasıl ayrılacağını açıklayan Taner Hoca “Boş teneke çok ses çıkarır.” deyip taşı gediğine koymuş. Son bölümdeki sağlık yaşam için önerilerini ise çok beğendim bu yüzden biraz uzun paylaşacağım:
“Sağlıklı yaşam yalnızca yeme-içmeyle, kötü alışkanlıklardan uzak durmayla ilgili değildir. Yaşamın tüm alanlarından etkilenir” diyor Hoca ve şu başlıklarda önerilerini sunuyor:
· Sabırlı ve tekrarcı olmak: Daha sağlıklı olmak için iyi davranışları tekrarlamak, kötü olanları da yaşamımızdan çıkarmak gerekir. Aç olmadığımız halde yemekten vazgeçtiğimiz her yiyecek, içmekten vazgeçtiğimiz her bir sigara ya da asansör yerine yürümeyi tercih ettiğimiz merdiven basamağı oranı iyi yönde adım olur. Anahtar sabır ve tekrardır. Sabırsızlık, acele ve telaş insana hata yaptırır. İnsanın aldatılmasını ve sahte bilimin oyuncağı olmasını kolaylaştırır.
· Mucize beklememek ve kendimiz kurtarıcı olmamak: Mucizelere inanmak bizi kurtarıcı tuzağına düşürür. İyi doktorlar asla kahraman rolü oynamazlar. Kendilerini övenlerden, sürekli yaptıklarını anlatanlardan, sosyal medya sayfalarında kendisinin ne kadar harika ve başarılı biri olduğunu anlatmaya çalışanlardan uzak durmak iyi olur.
· Mutluluk ve keyif paradoksuna yakalanmamak: Sürekli mutluluk ve keyif kovalıyoruz. Yiyeceklerde, giysilerde, arabalarda, sosyal medyadaki görüntümüz ve aldığımız “like”larda mutluluk peşindeyiz. Kısa süre sonra bunlar yetmiyor, daha fazlasını arıyoruz. Bizi sabırsızca ve hatta açgözlülükle mutluluk ve keyif kovalamaya iten bir çevre var. Mutluluk paradoksu olarak adlandırılan bu durum günümüz insanının temel sorunlarından biridir. Oysa bireysel ve toplumsal yaşamlarımızda inişler ve çıkışlar, mutluluk ve acılar olması kaçınılmazdır. Mutluluk ve keyif paradoksuna girmeyi önlemenin yolu, seçtiğimiz kontrollü ve yararlı zorluklarla duyarsızlaşmayı azaltmaktır. Örneğin yürüdükten veya koştuktan sonra başka zamanlarda sıkıcı gelen boş boş oturmanın insana keyif vermesi, bir ödevi veya yazıyı bitirdikten sonra film izlemenin daha mutlu etmesi ya da soğuk bir havada eve gelince bir bardak kahvenin evde sabahtan beri oturduğumuz durumda içilenden daha güzel gelmesi gibi. Bu davranışlarımız onu ödül gibi görmemize olanak tanır. Böylece hem işlerimizi ve üşendiğimiz için bir türlü gerçekleştiremediğimiz yararlı şeyleri yapmış hem de mutlu ve keyif paradoksuna yakalanmaktan kurtulmuş oluruz.
· Az yemek: Çok yememizin en büyük sebebi ise etrafımızda etrafımızda hazır olarak bekleyen çok miktarda yiyecek olması. O anda yanımızda veya ulaşabildiğimiz bir konumda olmasa yemeyeceğimiz hatta aklımıza bile gelmeyecek gıdaları gereksiz yere tüketmemiz. Yiyecekler üretim teknolojisi ve saklama koşullarının gelişmesiyle artık uzun süre besin değerlerini koruyorlar. Bunlar çok güçlü dürtülerdir. Seyrek görülen durumlar dışında çok yememizin sebebi bu duygularımızın bozuk olması değildir. Yiyecekleri yaşamımızdaki başka şeylerin yerine koymamız ya da başka deyişle onlarla ilişkimizin sorunlu olmasıdır. Aç olmadığımız sırada yememizin nedenlerinden biri alışkanlıkla ve fark etmeden, yiyecekle karşılaştığımızda onu otomatik olarak tüketmektir. Bazen de bu farkındalık eksikliğinin sebebi yerken başka bir şeyle uğraşıyor olmaktır. Yeme sırasında sadece yiyeceklere odaklanmak hem keyfimizi artırır ve hem de az yememize yardımcı olur. Sonuçta az, daha doğrusu fazla olmayan yemek, içinde yaşadığımız koşullarda sağlıklı olmanın ana koşullarından biridir. Çocuklarımıza da yiyeceklerle doğru ilişkiler kurmayı öğretmemiz onların geleceği için çok önemlidir.
· Yiyeceklere saygı duymak: Sahte bilimin sözde beslenme guruları büyük bir güçle yiyeceklerimize saldırıyorlar. Kimi zaman onları kötüleyip zehir olduklarını iddia ederek kimi zaman da aşırı yücelterek. İki durum da gıdalarımıza ve onları tüketen bizlere yapılmış haksızlıktır. Yiyecekler yaşamımızdaki en değerli varlıkların başında gelir. İnsanlık olarak tüm geçmişimiz yiyecek arayarak yaşandı. Tüm ahlaki ve sosyal standartlarımızı ancak yeterli yiyecek varlığında sağlayabilir ve sürdürebiliriz. Uzun süren kıtlıklarda insan, değerlerinden uzaklaşır ve gelişmiş sosyal niteliklerini kaybeder. İyi ve kötü gıda listeleri bizi şaşkına çevirir. Fiziksel ve ruhsal sağlığımızı bozar. Zihninde sürekli yiyecek hayalleriyle dolaşan, belirli ve izin verilen saatlerde başkalarının belirlediği gıdaları yiyen köleler haline getirir. Bunu o kadar kurnazca yapıyorlar ki, kendilerinin yoktan yere kötü diye nitelendirdikleri gıdaların öyle olmadığını ispat edin o zaman diyorlar. Bu çok saçma! Halbuki bizim sindirim sistemimizin tüm yediklerimizi parçalaması onlara yüklenen saçma beklentileri anlamsız kılar.
Günümüzde en çok saldırıya uğrayan gıda türü olan kompleks karbonhidratlar ve bunları içeren tahıllar özel övgüyü hak ediyor. Sağlıklı beslenmenin temel direği olan tahıllar üzerinde büyük ve haksız bir karalama kampanyası halen sürüyor. İşi onlara zehir, şeytan, ölümcül etiketleri yapıştırmaya kadar vardıranlar bile var. Bugün tahılları yasaklayan aynı zihniyetin deneyim temsilcileri yarın başka yiyeceklerimize saldıracaklar. Çünkü sahte bilimin yöntemi sürekli yeni kahramanlar ve hainler aramaktır. Yiyeceklerimiz sadece besindir. Bu yüzden çok önemli ve değerlidirler. Sağlıklı olmak için bu saldırının karşısında durmalı, yiyeceklerimizi savunmalı ve onlara saygı duymalıyız.
· Hareket etmek: Düzenli ve planlı olarak hareket edersek sağlığımıza ait tüm ölçütler iyileşir. Hareket kalp, beyin, kemik ve diğer dokularımıza iyi gelir. Diyabet, kanser ve başka pek çok hastalığın risk azalır. Tüm bu etkiler biz hareketi sürdürdükçe güçlenir. Hareketli olanların yaşamı uzar, yaşlanmanın etkileri gecikir. Daha fazla hareket eden insanlar bedenleriyle daha çok bağlantılıdırlar. Kısa yoldan mucize kurtuluş vaatlerinin aldatmaca olduğunu anlamamızı sağlar. Bizi mutluluk paradoksundan çıkarır. Hareket ettikten sonra suyun, yiyeceklerin ve yaşamın keyifli anlarının tadı daha fazla çıkarılır. Hareket etmek insanın kendisine ve çevresine farkındalıkla bakmasına yardımcı olur. İnsanın içindeki iyilik damarını uyandırır. Çevresine ve diğer insanların sorunlarına duyarlılığını artırır. Kendine yönelik takıntıları ve korkuları azalır. Sahte bilim söylemlerinden etkilenme olasılığını düşürür.
· İyilik Yapmak: İyilik yapmak diğer insanlara olduğu kadar kendi sağlığımıza ve mutluluğumuza da iyi gelir. Başkalarının yaşamına dokunmak kendimize takıntı derecesinde odaklanmamızı engeller. Benmerkezciliğin insanı sığlaştıran döngüsünü kırar. Yaşamımıza anlam getirir. Hayatımızdaki olumlu yönleri ve şanslarımızı fark etmemizi kolaylaştırır. Gereksinim duyduğumuzda bize de yardım edebilecek insanlar ve böyle zihniyetler olduğunu hissetmek insana güven verir. Bireysel iyilikler de harika olmakla beraber organize olanlar daha etkin ve faydalıdır. İyilik yapmak, sürekli kuşkulandığımız, komplo teorileri arasında kendimize bir çıkış aradığımız, her şeyin altında bir bit yeniği aradığımız sağlıksız zihniyetin ilacıdır. Sahte bilimin korkuluklarını da daha iyi görmemizi sağlar.
· Komplo teorileri sarmalından kurtulabilmek: Komplo teorileri de ortaya çıkmak ve yayılmak için insanların zihnine gerek duyar. Bu sırada zihnine yerleştikleri insanın stresini artırıp hem ruhsal ve fiziksel sağlığına zarar verirler. Bunlar da kitlesel nevrozun bir çeşididir. Günümüzde komplo teorileri salgın bir hastalık haline geldi. Bu aynı zamanda bir pazar haline dönüşmüş durumda. Çünkü komplo teorisine inanma eğilimi bazı satın alma davranışlarını da beraberinde getiriyor. Duyduklarımıza otomatik olarak inanmak ve paylaşmak yerine onları sorgulamak ve komplo teorisi olabilecekleri olasılığını düşünmek önemli bir değişimdir. İnsanın stresini ve umutsuzca çare arama refleksini azaltır.
· Bilgiyi doğru kaynaktan edinmek: Bilginin kaynağı çok önemlidir. Şu anda görsel ve yazılı basında en çok izlenen programlar ve haberler sağlıkla ilgili olanlar. Bu durumun kendisi bile bir sağlık sorunu. Buralarda çoğu kez özensizce ve saygısızca yanlış söylemler izleyicilere sağlık bilgisi olarak dayatılır. Tutarlılık veya doğru olma kaygısı güdülmez. Maalesef bunlar pek çok insan tarafından sağlık bilgisi kaynağı olarak kullanılıyor. İnternet ve sosyal medya iki ucu keskin bıçaktır. Sağlığımız için hem iyi hem de kötü etkileri olan bir bıçak. Ne yazık ki özellikle sağlık alanında kötü etkiler ağır basar. Arama motorlarına vücudumuzdaki belirtileri, laboratuvar sonuçlarımızı yazarsak gerçeklikle ilgisi olmayan korkutucu alanlara sürüklenebiliriz. Bu durum sıklıkla bizi endişe girdaplarına atıp sahte tedavilerin kucağına iter. Hekimlere de arama motorlarında kendimize yakıştırdığımız tanılarla gitmemek iyi olur. Aksi halde hekimden alacağımız verim ve fayda azalır.
· Derinleşmek: Günümüzün yaygın paradigmaları bizi sürekli yüzeyselleştirmeye ve ortalamalara çekmeye çalışır. Bu yüzeysel bilgilere de hak ettiklerinden daha fazla değer veririz. Birkaç dakikayı geçmeyen kısa videolardan konular öğrenmeye, sadece haber özetlerinden politika takip etmeye, kitap özetlerinden kendimizi geliştirmeye çalışırız. İnsan bir konuda biraz derine indiğinde bile onlar tarafından bozulmamış katmanlara ulaşır. Herhangi bir alanda derinleşmek insanın diğer alanlara da bakışını değiştirir. Kaygıları azalır. Komplo teorilerinden uzaklaştırıp dünyaya gerçekçi ve sakin bir bakış sağlar.
· Doğru alanda çılgın olmak: İnsan yaşamın bazı alanlarında önceden belirlenmiş, doğru olduğu kanıtlanmış, kurallarla çerçevesi çizilmiş yollardan yürümeli ve maceraya girmemelidir. Bu alanların başında da sağlık gelir. Hayatımızın en önemli konusu olan sağlık riske atılmamalıdır. Ama yaşamın başka pek çok alanında kurallar yıkılabilir, dayatmaları reddedilebilir ve yenileri denenebilir. İnsan kusurları, hataları, geçmişte yaptığı yanlışları, sağlık sorunları, riskleriyle yaşar. Bunların varlığı mutlu olmasına dolu ve keyifli yaşamasına engel olmamalıdır. Önemli olan iyiye doğru değişimdir. Özellikle de sağlık konusunda.
Taner Hoca kitabını şöyle bitiriyor: “Toplumda sağlık alanında zamanın ruhu bizi korkulara, güvensizliklere, komplo teorilerine itip mutsuz ediyor. Hem bu durumun kendisi hem de ondan faydalanmaya çalışan sahte bilim ise bize zarar veriyor. Bu kitabın gücü ve etkisi büyük bir toplumsal değişim veya düzelme yaratacak kadar yüksek olamaz. Ama okuyan insanlara bir bakış ve farkındalık kazandırabilir, umarım.”
Çok açık söyleyeyim, bana kazandırdı. Mesela ben gıda sektöründe serbestliği savunuyorum, hatta her konuda böyleyim diyebilirim. Sadece Gıda sektörü değil, her konuda mükemmele ulaşmak için ne kadar serbestlik olursa o kadar iyi olur, diye düşünüyorum. Çünkü problem buradan çıkıyor. Türkiye’de yiyecek maddesi bile alırken, parayı nasıl ödeyeceğinize bile devlet karar veriyor. Devlet gıda maddelerinin ha ekmek ha çikolata parasını peşin ödeyeceksin, kredilendiremezsin, taksit yapamazsın, diyor. Hani nerede bizim geleneksel veresiye defterimiz? Niye acaba, bürokratlar bizim babamız, kocamız mıdır? Bizim bu kadar aklımız ve yetkimiz yok mu da buna müdahale ediyorsunuz? İlk olarak bunu garipsiyorum. Yetkililer ne kadar çok karışıyorsa, ne kadar çok yetki kullanıyorsa, insanları serbest bırakmıyorlarsa, burada sorunlar çıkıyor. Ama bir konu ne kadar insanlara anlatılıyor, insanlar eğitiliyor ve serbest bırakılıyorsa, o kadar ilerleme oluyor.
Koruma tedbirleriyle aslında tüketici sahte bilimden, sahte üründen korunmuş olmuyor. Tüketici koruyan gerçek rekabet. Üretici rekabet ortamında iyi olmak zorunda. İyi olmaz ise tüketici zaten cezasını veriyor. Hele de hiçbir şeyin gizli kalmadığı sosyal medya çağında… Böylelikle tüketiciyi bilinçlendirmek yeterli olur, çünkü üretici o zaman en iyisini yapar.
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.
(*) Damcı, T (2020). Sağlık Ararken Aldatılmak, Neden Sahte Bilimi Satın Alıyoruz, Doğan, Novus, 304 sayfa.
(**) http://www.cancerindex.org/Malaysia/Indonezya/Turkey istatistikleri.