Paylaştıklarım

Nostalji Güzel Şey Ama Bugüne ve Geleceğe Faydası Yok!

LinkedIn

Yazık üzülüyorum çevremize baktıkça, biz 90lardan beri kanun ve yönetmeliklerin önünde koşarak tüm çevre yatırımlarını gerçekleştirdik. Artık halen mükellef olmadığımız, ama kendi standartımız olan “israfsız şirket” modelini yaygınlaştırarak tüm dünyada uyguluyoruz. Ama çevremizde ülkemizin geleceği pahasına çifte standart uygulanıyor olmasına üzülüyorum. Y. K. Başkanımız Ali Ülker bey tüm tafsilatıyla yazmış.

Linkedin article posted by Ali Ülker

Üç büyük deniz ve bir iç denizle kuşatılmış, birbirinden güzel iki boğazla süslenmiş, çok sayıda gölle ve ırmakla ışıl ışıl harelenmiş bir ülkede doğduğumuz için çok şanslı olduğumuz muhakkak. Hele İstanbul’un benzersiz güzelliğinde suyun katkısını inkâr etmek mümkün mü? Çocukluğunuz İstanbul’da, özellikle de deniz kıyısında geçtiyse, o günleri özlemle anmamak imkânsız.

Yönetim Kurulu Üyesi olmaktan büyük mutluluk duyduğum TURMEPA’nın 25’inci yılı için bir süre önce kaleme aldığım mesajda şöyle yazmıştım: “Ben bir Boğaz çocuğuyum. Ülkemizin gözbebeği İstanbul’un bu en kıymetli mücevherinin Anadolu kıyısında, bizlere bahşedilmiş bu olağanüstü güzelliğin yanı başında büyüdüm. Yüzmeyi Boğaz’ın akıntılı sularında öğrendim. … Yüzeye yakın geçen balıkların ışıltısıyla dolu bahar ve yaz aylarının yanında, kış mevsiminde dalgaların kuvvetine de defalarca tanık oldum. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki suyun ne kadar büyük bir nimet, aynı zamanda da ne denli büyük bir güç olduğunu daha o zamanlarda öğrendim.”

Burada bahsettiğim nostaljik Boğaz tasviri 1970’leri anlatıyor. O dönemde Marmara, Ege ve diğer denizlerimiz için de aynı şeyleri söylemek mümkündü. Bugün ise maalesef “müsilaj” gibi daha önce hiç duymadığımız terimlerle karşılaşıyor, su kirliliğiyle ilgili makaleler okuyor, Marmara sahiline inip de gördüğümüz manzara karşısında ağlayacak gibi oluyoruz.

Elbette bu tablonun ortaya çıkmasını tek bir sebebe ya da sürece bağlayamayız. Dünyanın yaşamakta olduğu çevresel sorunların kökleri Birinci Sanayi Devrimi’ne kadar uzanıyor.[1] 18. yüzyılın sonlarında buhar gücüyle çalışan makinelerin üretim süreçlerinde kullanılmaya başlamasıyla, İngiltere’nin özellikle dokuma sanayiinde başını çektiği sanayileşme hamlesi 19. yüzyılda Avrupa geneline yayıldı. Artan nüfusun ihtiyaçlarını hızlı ve verimli bir şekilde karşılayabilmek, Avrupa ülkelerinin sömürgeleştirdiği bölgelerdeki zengin hammadde kaynaklarından yararlanarak üretimi artırmak ve çeşitlendirmek, ekonomiyi güçlendirmek, yeni sınıflardan oluşan toplumsal bir yapı kurmak gibi çeşitli amaçlar ve süreçlerle şekillenen Sanayi Devrimi, kuşkusuz “modern” dünyanın en kritik eşiklerinden biri oldu.

Fakat bu bolluk ve zenginliğin çevre üzerindeki etkisi o yıllarda pek dikkate alınmadı. Zaten alarm verecek seviyede bir bozulma da henüz söz konusu değildi. Sonrasında görülen işaretler ise maalesef dikkate alınmadı. Kısacası, Avrupa başta olmak üzere tüm dünya “modernleşirken” gezegenin sağlığını, çevreyi, geleceği düşünmedi; sadece günü yaşadı ve kazanca odaklandı. Ve bu anlayış ne yazık ki bütün ülkelere sirayet etti.

Bugün ise çok daha kalabalık, üretime ve uluslararası ticaret ağlarına çok daha bağımlı bir dünyada yaşıyoruz. Ve beraberinde çevreye verdiğimiz zarar da katlanarak artıyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın verilerine göre 21. yüzyılda küresel sıcaklık 3 derece santigrattan fazla artış gösterecek.[2]

İklim değişikliğinin yarattığı pek çok sorunun yanı sıra, özellikle sanayi tesislerinin atık sistemlerinin denizlere, nehirlere, göllere boşalttığı arıtılmamış atıklar da dünyada yaşamın devam etmesi için gerekli su kaynaklarını kirletip yok ediyor.

Su kirliliğinin neden bu kadar kritik bir konu olduğunu, yine Birleşmiş Miletler Çevre Programı’nın ifadeleriyle açıklamaya çalışayım: “Su bir kez kirlendiğinde, kirletici unsurları temizlemek ve ortadan kaldırmak zor, çok maliyetli, çoğu zaman da imkânsızdır. Bugün bile dünya genelindeki atık suların yüzde 80’i arıtılmıyor, içlerinde evsel atıklardan yüksek seviyede zehirli sanayi atıklarına kadar her şey bulunuyor.”[3]

Yani gözbebeğimiz Marmara Denizi’nde yaşadığımız müsilaj gibi daha pek çok çevresel felaketin temel nedenleri arasında, toplumların duyarsızlığı kadar sanayi tesislerindeki dikkatsizlik, özensizlik ve mevzuata aykırı faaliyetler de yer alıyor.

Bu noktada bana şunu sormanız gerekir: “Yıldız Holding’in de sanayi tesisleri yok mu? Siz de üretim yapmıyor musunuz? Fabrikalarınız gece gündüz çalışmıyor mu?” Elbette ki sanayi faaliyetlerimiz var. Öncelikli iki sektörümüzden biri olan gıdada üretimin durmaması gerekiyor. Türkiye’nin ve global pazarın beklentilerini ve taleplerini karşılamak için kesintisiz üretim yapıyoruz. Bununla beraber, çevresel sürdürülebilirlik konusunda üstlendiğimiz sorumluluğu sözlerin ötesine taşıdığımızı, fiiliyata döktüğümüzü ve yaptığımız çalışmalarla tüm söylemlerimizin arkasında olduğumuzu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Yıldız Holding gibi toplumsal sorumluluk bilinci yüksek bir kuruluş olduğunuzda kesintisiz üretim, çevreye kesintisiz zarar anlamına gelmiyor. Her şeyden önce, kurucularımız merhum Sabri ve Asım Ülker’den bu yana benimsediğimiz “İsrafsız Şirket” modeli bunu gerektiriyor. İsrafın sadece tüketicilerden kaynaklanmadığını, üretim süreçlerinde de israfın önüne geçmek gerektiğini çok iyi biliyor, tüm şirketlerimizde bu model çerçevesinde hareket ediyoruz. Örneğin Ülker fabrikalarında 2014 yılından bu yana yürüttüğümüz su tasarrufu ve verimliliği çalışmalarıyla, şimdiye kadar yüzde 35’in üzerinde tasarruf sağladık. Bu da 2,4 milyon kişinin 1 günlük tüketimine eşdeğer su tasarrufu anlamına geliyor.

Fabrikalarımızdaki atık yönetimi de sürdürülebilirlik bilinci çerçevesinde en çok önem verdiğimiz konulardan biri. Farklı ölçeklerdeki üretim tesislerimizde, söz konusu tesislerin boyutlarına ve yapılan işlemlere göre uzmanlar tarafından önerilmiş, planlanmış, son derece gelişmiş arıtma tesislerimizi devreye aldık. Toplamda 90 milyon TL’yi aşan ilk yatırım maliyetleriyle hayata geçirdiğimiz arıtma sistemleriyle, ülkemizin doğal zenginliği olan sularımızın sanayi faaliyetlerimizden etkilenmesinin önüne geçmeye odaklanıyor, daha etkili ve gelişmiş sistemler bulmaya yönelik girişimlerimizi de kesintisiz olarak sürdürüyoruz.

Fabrikalarımızın arıtma sistemlerine yaptığımız ana yatırımların yanı sıra her sene bu sistemlerin iyileştirilmesi ve bakımına da ciddi kaynak ayırıyoruz. 2010-2020 arasındaki süreçte toplam 95 milyon TL’ye ulaşan bu harcamaların 2021 yılında da artarak sürmesi için gerekli bütçe tahsislerini yaptık. 2021’de arıtma tesislerimize yaklaşık 15 milyon TL ödenek ayırıyoruz. Bütün bu rakamları üst üste koyduğumuzda, yatırım maliyetleri de dâhil olmak üzere 2010’dan bu yana arıtma sistemlerimize ayırdığımız kaynak 200 milyon TL’ye ulaşıyor.

Peki bunca yatırım ve çabanın ardındaki motivasyonumuz nedir? Biz, çevre bilincinin aynı zamanda bir sorumluluk olduğuna inanıyoruz. Ve sorumluluk üstlenmek için sadece sözler yeterli olmaz. Aksiyon almak, bugünü planlarken geleceği de düşünmek, günü kurtarmakla yetinmemek gerekir. Yazımın başlığında da belirttiğim gibi, nostalji güzel şeydir ama bugüne ve geleceğe faydası yoktur. Asıl fayda, harekete geçmektir. Bu anlamda Yıldız Holding’in çevresel sürdürülebilirlik için üstüne düşen sorumluluğu fiilen yerine getiriyor olmasıyla iftihar ediyorum. Fakat maalesef bu iftihar yeterli değil. Marmara Denizi’nde gözlerimizin önünde oluşan ve ne yazık ki her geçen gün ölçeği büyüyen çevre felaketinin benzerlerinin yaşanmaması için sanayi şirketleri başta olmak üzere herkesin harekete geçmesi gerekiyor.

İnsan ancak elden gelen bir şey kalmadığında çaresizliğe ve nostaljiye kapılıp geçmişte yaşamaya başlar. Oysa çaresizliği aşmak şimdilik elimizde. Gerekli adımları daha da geç olmadan atmayı başarabilirsek elbette…

[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Sanayi_Devrimi

[2] https://www.unep.org/explore-topics/climate-change/what-we-do/climate-action-note

[3] https://www.unep.org/explore-topics/water/what-we-do/tackling-global-water-pollution

YORUM YAZIN