ALLAH RAHMET EYLESİN, HATTAT HAFIZ HASAN ÇELEBİ HOCAMIZ VEFAT ETTİ.
1937 yılında Erzurum’un Oltu ilçesinin İnci köyünde doğan, 1947 yılında köyünde hafızlığa başlayan Hasan Çelebi bir mektebin, medresenin olmadığı köyde duvara asılı eski gazetelere bakarak okuma yazma öğrenmişti. 1948’de köylerinde ilkokul açılır. 1951’de hafızlığını tamamlar, Kuran tecvidi ve erkanla okumayı dönemin en önde gelen üstatlarından öğrenmek için geldiği İstanbul’da medrese eğitimi alır. Ama içinde önlenemez bir yazı aşkı vardır: “Allah affetsin, yazıya merakımdan, hayranlığımdan gittiğim camilerde yazılara bakmaktan kendimi namaza veremezdim. İçimde o kadar merak, istek vardı.” demiştir. Maişet derdiyle müezzin ve imamlık yapar. Bir anısında: “Üsküdar’da Mihrimah Sultan camisinde namaz dışında cami boşken kubbenin altına yere sırt üstü yatarak, kubbe yazılarını hayranlıkla seyrederdim.” demiştir. Hattat Halim, hattat Hamit ve daha birçok sanatkardan dersler alır. Nihayet hattat Hamit ve Kemal Batanay’dan icazet alır. Yurtiçinde 50’den, yurt dışında ise Medîne’dekiler hariç 20’ye yakın caminin hatlarında Hasan Çelebi’nin imzası bulunmaktadır. IRCICA’nın desteğiyle Amerikalı Muhammed Zekeriya’ya mektup ile hat dersleri veren hocamız 500’den fazla talebeye meccanen ders vermiştir; elhamdülillah aile üyelerimiz de vardır.
Benim muarefemse şöyle oldu. Herhalde 80’lerdeydi. İçimden peygamber duaları denilen Kuran’daki dua ayetlerini bir araya toplamak geldi. Babamın bir arkadaşı, komşumuz Süleyman Süleymangil (ARE) beyefendinin yardımı ile bu duaları bana yazıvermişti hocamız. Ben de tercümeleri ile birkaç nüsha kitap haline getirmiştim. Pek okunur, istifade edinilirdi.
Rabbim Hattat Hasan Çelebi hocamıza rahmet etsin. Onu cennetinde ağırlasın. O hat sanatının yeniden yeşermesine kitleler ile tanışmasına hizmet etmiş bir eski zaman çelebisiydi.
Hasan Çelebi 1937 yılında Erzurum’un Oltu ilçesinin İnci köyünde doğdu. Babası Tahsin Efendi, annesi Sakine Hanım’dır. Dînî eğitime önem verilen bir çevrede, mütedeyyin bir ailede yetişir. Daha dört veya beş yaşlarındayken kağıda karşı bir muhabbeti oluşmuştur. Hatta köye nadiren gelen asker mektuplarının kendisine verilmesini ısrarla ister, köyde sigara içenlerin sigara paket kağıtlarını toplamak da onu oldukça mutlu ederdi. Köylerindeki Osman Çavuş ismindeki zât, içtiği tütün paketlerinin kağıtlarını Hasan Çelebiye bir sûreyi ezberletmeden vermezdi. Gönlündeki kağıt muhabbeti öyle bir boyuttaydı ki eve gelip istenilen sûreyi veya âyeti annesinden, ninesinden, o yaşlarda devam ettiği caminin imamından dinleyerek ezberler, ertesi gün Osman Çavuş’a okur ve kağıtlarını alırdı. Âyetü’l-Kürsî, Fâtiha sûreleri kağıt aşkından dolayı ezberlediklerindendir.
Hat sanatı Hasan Çelebi içinde öyle bir aşktır ki, daha çocukluk yıllarında köyde yeterli imkanlar olmamasına rağmen yazı yazabilmek için çözümler bulmuştur. Taze mısırların içlerindeki yapraklarından kağıt, toprakta bulduğu Rus Harbi’nden kalan mermi çekirdeklerini eritip kalıba dökerek kendisine kalem yapmıştır. Yazı yazmayı bilmeden aslında ne yaptığının da farklında olmadan yazıları taklit etmeye çalışmıştır.
1947 yılında dayısı Yusuf Altaş’tan hafızlığa başlar. Bir mektebin, medresenin olmadığı köyde ilme büyük önem verilirdi. Yusuf hoca köye gelen gazeteleri okuduktan sonra onları köy odasının duvarına yapıştırır “Bunlara baka baka okumayı öğrenirsiniz. Bir gün lazım olur.” derdi. Hasan Çelebi de okumayı bu şekilde öğrenenlerin arasındaydı. 1948’de köylerinde ilkokul açılır ve ağabeyi kendisinin nüfus cüzdanı ile okula başlar. Zaten okuma yazma bilen Hasan Çelebi hayatı boyunca bir okulda öğrenci olamamıştır. 1951’de hafızlığını tamamlayarak dedesinin teşvikiyle İstanbul’a gelir. Asıl amacı Kur’ân-ı Kerîm’i tecvidi ve erkânı ile dönemin en önde gelen üstatlarından öğrenmektir. İstanbul’da medrese eğitimi alır, büyük camilerdeki değerli hocalardan farklı dersler okur, onların mevlit okuyuşlarındaki tavır ve makamlarını takip ederdi.
Bu ilim tahsili sürecinde, gittiği büyük camilerin hatları da Hasan Çelebi’nin dikkatini çekerdi. Selâtin camilerindeki yazılar onu adeta cezbediyordu. “Allah affetsin. Bu yazıya merakımdan, hayranlığımdan gittiğim camilerde yazılara bakmaktan kendimi namaza veremezdim. İçimde o kadar merak ve istek vardı.” dediği bilinmektedir. Müezzin vekilliği yaptığı Üsküdar İskele Mihrimah Sultan Camii’nde namaz saatleri dışında cami boş olduğunda kubbenin altına denk gelen yere sırt üstü yatarak, kubbe yazılarını hayranlıkla seyredermiş.
20’li yaşlara geldiğinde ise çalışıp para kazanması gerekir. Üsküdar Müftülüğünce açılan imtihanı başarı ile geçerek 1956’da İskele Mihrimah Camii’ne müezzin vekili olur. 1957-1959 tarihleri arasında Beykoz’da askerlik vazifesini tamamlar. Aynı yılın sonunda İstanbul Cevri Kalfa İlkokulu’nda dışarıdan sınava girerek ilkokulu bitirir ve diplomasını alır. 1959’da Üsküdar Doğancılar’da Şeyh Mehmed Nasuhî Efendi Camii’nde imam olarak göreve başlar. 1960 yılında evlenmek üzere köye gider ve aile büyüklerinin ısrarı ile köyde ikamet etmeye başlar. Bu süreçte çevrede boş bir imâmet kadrosu arar. Ardından Artvin Yusufeli ilçesinde bir kadro olduğunu öğrenir, buraya giderek sınava girer, ailesini de alır ve Yusufeli Merkez Camii’nde müezzin olarak 3 yıl görev yapar. Gönlündeki ilim sevgisini hiçbir şey tatmin etmez ve 1963 senesinde hasret kaldığı Üsküdar’a kavuşur. Şeyhülislâm Mirzazâde Mehmed Said Efendi Camii, Şeyh Mustafa Devâtî ve Selâm-i Ali Camilerinde imam olarak görev yapar.
Hat sanatında bir arayış içinde olan Hasan Çelebi’nin bu arayışı İstanbul’da da devam etmiş, arkadaşı Şerafettin Aksu ona bu merakını gidermek için Hutût-ı Osmâniyye Mecmuası hediye etmiştir. İstanbul’dan Erzurum’da köydeki hocası Yusuf Altaş’a yazdığı mektuplarda dahi imzasını tuğraya benzeterek atardı. Hat sanatı ile olan teması hocası Hâmid Aytaç ile tanışana kadar bazı tesadüfler ile sınırlı kalmıştır.
Yusufeli’nde ikamet ettiği dönemde ise boş zamanlarını değerlendirmek amacıyla ilçedeki tabelacıdan cam üzerine yazı yazıp boyamayı öğrenmiştir. Gazetelerin ramazan eklerindeki “Er-rızku ala’llah” ve “Tevekkeltü ala’llah” yazılarını yazmaya çalışır. Hat sanatı hakkında bilgisi olan Vâridât kâtibi Ahmet Hiçyılmaz bu yazıları görür ve Hasan Çelebi’ye hattın meyilli kesilmiş tahta kalem ile yazıldığını gösterir. Çelebi bu bilgiyi öğrenir öğrenmez bir tahtayı kamış kalem gibi yontarak yazılar yazar ve camiye asar. Bunun gibi denemeler yapsa da bir süre sonra bu yazıyı bir hocadan öğrenmenin gerekliliğini anlar. Ne yapacağını, kiminle çalışacağını bilmez bir durumdayken taş ustası Yusuf Küçükçavuş karşısına çıkar. Yusuf Usta’nın, mermerlere güzel yazı hakk ettiğini görür. Yazıları seyreder ancak çekingenliğinden bir türlü cesaret edip soramaz. Bir gün derdini anlattığında ise Yusuf Usta derdine derman olur. Bu yazıları yazan hattatların sıklıkla kendisine geldiğini ve bir daha geldiklerinde onu mutlaka haberdar edeceğini söyler. Ertesi gün haber alır ve koşarak taşçıya gider. Orada Hattat Hâmid Bey tanışır. Hâmid Bey meşguliyeti dolayısıyla Çelebi’yi Halim Bey’e yönlendirir. Aynı hafta içinde hattat Halim Bey ile görüşür ve Halim Bey, Tepebağ’da ikamet ettiği evinde kendisine ders verebileceğini söyler.
Hasan Çelebi’nin hayatının akışını değiştiren üç Yusuf vardır: Birincisi; hafızlığını yaptığı dayısı Yusuf Altaş, ikincisi; ilme hasret kaldığı ancak onun bu konudaki şevkini artıran yer olan Yusufeli ve sonuncusu ise ona hat sanatı ile vuslatı yaşatan Taşçı Yusuf Usta.
Hasan Çelebi, Halim Bey’e birkaç ders devam ettikten sonra hoca elim bir kaza sonucu vefat eder. Hevesi yarıda kalır ve hayli üzülür. Ömer Nasuhi Bilmen’in oğlu Avni Bilmen’in tavsiyesi üzerine Hâmid Bey’in yanına tekrar gider. Hâmid Bey yazdığı derslere bakar ve “Peki Halim’in yolu bizim yolumuzdur, yardımcı olurum.” diyerek Hasan Çelebi’yi talebeliğe kabul eder. 1964 yılında “Rabbi yessir…” yazarak meşke başlar. 1982 Hâmid Bey’in vefatına kadar 18 yıl boyunca hocasına devam eder.
İki sene boyunca “Rabbi yessir…” yazar, ancak hocasından hiç ses yoktur. Muvaffak olamadığını düşünür ve bir hayal kırıklığı içerisinde hocasına veda etmeye gider. Hâmid Bey durumu öğrenince “Haklısın, sen de yazmaktan usandın.” der ve ona elif’ten fe’ye kadar hurûfat meşkini yazar.
Hâmid Bey mizacı dolayısıyla pek konuşkan biri değildir. Hiçbir dersi “tekrar yaz” veya “geç” demez. Harfleri tamamladıktan sonra ise ona yazacağı metinler hususunda açıklamada bulunmazdı. Hattat Necmeddin Okyay, Ziya Aydın ve Uğur Derman kendisine yazılar verir onları meşk ederek ilerlemeye devam ederdi.
Hasan Çelebi daha sonra, hattat bestekar Kemal Batanay ile tanışır ve 1966’da kendisinden ta’lîk ve rik’a derslerine başlar. Kağıt aharlanması, kalem açılması, mürekkep yapımı ve yazı incelikleri hususunda istifade ederdi. Hasan Çelebi, salı günleri Kemal Batanay’a meşke gider, cumartesi günleri de Hâmid Bey’den sülüs-nesih yazıya devam ederdi. Adeta gece gündüz hat çalışırdı. Yıllar sonra da hat sanatına meraklı olanlara tavsiye verirken “Bu sanatta muvaffak olmak için günde 30 saat çalışmak lazım derdi”. Hat meşklerinin yanı sıra ciltçi Şakir Usta’dan yazı yapıştırmayı, Rikkat Kunt’tan ise altın ezme, yapıştırma, mühreleme ve cetvel çekmeyi öğrendi. Sanatkar muhit içinde hattat Emin Barın, müzehhip Muhsin Demirel, ressam Malik Aksel, Şevket Rado gibi isimlerle de tanışarak hasbihal ederdi.
1969’da hattat Neyzen Emin Efendi’nin bir yazısını ilk kez takliden yazarak hocası Yusuf Altaş’a hediye etti. Ayrıca Şile Kömürlü Köyü Cami yazıları Hasan Çelebi’nin ilk özgün satır ve istif denemeleri olmuştur. Necmeddin Okyay ve Kemal Batanay artık Hamid Bey’in Hasan Çelebi’ye icazet vermesi gerektiğini düşünür. Necmeddin Hoca’nın da vesilesiyle, Hasan Çelebi Yedikuleli Seyyid Abdullah’ın sülüs-nesih hilyesini takliden yazarak Hâmid Bey’den icazetini alır. 1981’de ise Kemal Batanay ta’lîk icâzetini verir.
Hâmid Bey’den icazet aldıktan sonra pek çok talebeye hat dersleri verdi. Sultanahmed Camii, Bayezid Camii gibi Osmanlı dönemi camilerinin restorasyonlarında görev almıştır. Yurtiçinde 50’den fazla, yurt dışında ise Medîne-Münevvere’dekiler hariç 20’ye yakın caminin hatlarında Hasan Çelebi’nin imzası bulunmaktadır.
1982’de 18 yıl boyunca istifade ettiği hocası Hâmid Bey vefat eder. Yazı hususunda danışacağı kişinin olmaması onu çok üzer. Yaptığı istiflerde tereddütte kaldığında hocasını rüyasında görür ve hocası ona eksik yerleri işaret ederdi. Sonraları kendisine güveni daha da artmıştır. Çeşitli coğrafyalardan gelen 500’den fazla talebeyi geri çevirmeyip ders vermiştir. 1984’te hocasının yolu üzere talebesi emekli Binbaşı Muhlis Uslu’ya ilk icazetini vermiştir. Ayrıca hocası Hâmid Bey’in vasiyeti üzerine mezar taşını da Hasan Çelebi yazmıştır.
80’li yılların başında IRCICA genel direktörü Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun destekleriyle Amerika’da yaşayan Muhammed Zekeriya’ya mektup ile hat dersleri verir. Bu ilk kez yapılan bir uygulamadır. Yine aynı yıllarda Hasan Çelebi ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun iş birliği ile IRCICA’nın bahçesinde Çit Kasrı’nda hat sergisi açılır. Ardından Malezya Kuala Lumpur’da yurt dışındaki ilk hat sergisi organize edilir. Bu sanat faaliyetlerinden sonra İslâm’ın ilk mescidi olan Kubâ Mescidi ve yeniden inşâ edilen bazı mescitlerin yazılarını yazar. Bu görev kendisine teklif edildiğinde bir yıllık ücretsiz izin talebinde bulunur. Diyanet İşleri Başkanlığı talebini reddedince bu önemli görevin lutf-i ilâhî olarak kendisine verildiğini düşünerek 25 yıllık imamet görevinden emekli olur. Medine’de bir buçuk yıl boyunca kalarak Mescid-i Nebevî, Kuba Mescidi, Kıbleteyn Mescidi, Mescid-i Cuma, Ebu Bekir Mescidi, Ömer Mescidi, Ali Mescidi ve diğerlerine toplam 1560 metre uzunluğunda yazılar yazar. Hasan Çelebi için artık başka bir kapı açılmıştır ve hat sanatında hocaların hocası olma yolundadır.
IRCICA’nın 1984’te ilk kez düzenlediği hat yarışmalarında daimi jüri üyesi olarak görev alır. 1988 yılında IRCICA’da uluslararası ilk icâzet töreni düzenlenir ve Muhammed Zekeriya sülüs-nesih yazıda icâzetini alır.
Hasan Çelebi’ye başarılarından ve hat sanatına yaptığı hizmetlerinden dolayı yurtiçinde ve yurtdışında pek çok ödül verilmiştir. 2010’da UNESCO tarafından geleneksel el sanatlarında “Yaşayan Hazineler”, Cumhurbaşkanlığı Sanata Hizmet Büyük Ödüllerine layık görülmüştür. Erzurum Atatürk Üniversitesi tarafından da kendisine “Fahri Doktor” ünvanı verilmiştir.
Hasan Çelebi’nin camilerde hayli yazıları mevcuttur. Selâm-i Ali Camii’nin yıkılmadan önceki yazıları ve yeniden inşasından sonra yazılan hatlar Hasan Çelebi’ye aittir. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camiinin yeniden inşa edilmeden önceki yazıları da Hasan Çelebi’nin imzasını taşımaktaydı. 2013 yılında inşasına başlanan Çamlıca Camii’nin hatlarının yazılması görevi de Hasan Çelebi’ye verilir. Bir heyet oluşturulur ve yazılacak metinler, yazılacak alanlar tespit edilir. Camiye yazılan yazıların uzunluğu 700 m’yi geçmiş ve uygulaması titizlikle yapılmıştır. 1980’lerde Medîne-i Münevvere’deki camilerin yenilenmesi sırasında yazdığı yazılardan sonra Çamlıca Camii yazıları ikinci sırada gelmektedir. Hasan Çelebi’nin talebeleri Davut Bektaş ve Ferhat Kurlu başta olmak üzere, Ahmet Bursalı, Ahmet Kutluhan, Abdullah Gün ve Ömer Faruk Özoğul’da yazıların yazılması ve uygulanmasına katkıda bulunan hattatlardandır.
Cami Derneği Başkanı Ergin Külünk tarafından duvarlardaki boş kalan bölümlere Kur’ân-ı Kerîm’in tamamının yazılması teklif edilmiştir. Hasan Çelebi bunun zor olacağını belirtmiş ve talebelerine sayfaları paylaştırarak ortak Mushaf yazılması fikrini sunmuştur. Çelebi’nin nezaretinde toplantılar yapılmış ve sekiz ayın sonunda 36 hanım hattat tarafından bir Mushaf-ı Şerif yazılmıştır.
Hasan Çelebi sanat hayatı boyunca levha formunda klasik üslupta pek çok istif ortaya koymuş, zengin bir yazı koleksiyonu oluşturmuştur. Hattat Savaş Çevik, Hasan Çelebi’nin klasik ve modern uygulamaları ile ilgili yaklaşımını şu şekilde ifade etmiştir: “Çelebi Hoca, klasik yazı konusunda kararlıdır. Eski geleneği aynen sürdürmeyi uygun görmüştür. Modern uygulamalara biraz soğuk ve îtidalli yaklaşmaktadır. Kendi ifadesiyle modern uygulamalara karşı değildir ama tercihini klasikten yana kullanmıştır. Bu özelliği ile eski kuşak yazı geleneğini hem dönemimize aktararak Hâmid Hoca’dan devraldığı talebe yetiştirme görevini üstlenmiş hem de klasik geleneğin sürdürülmesinde kararlı olmuştur.” Sülüs ve celî sülüs hatlarından sonra en fazla celî divanî hattını yazmıştır. Ta’lîk ve nesih hatlarında ise sade bir tavır ve olgunluk gözlenmektedir. Eski üstatlardan ise Mustafa Râkım ve Abdullah Zühdî Efendileri çok beğendiği bilinmektedir.
Hasan Çelebi bir yazıyı yazmadan önce zihninde tasarlar ve hayranlık uyandıracak eserler ortaya koyardı. Talebesi Muhammed Zekeriya ise, Hasan Çelebi’nin yazı yazarken muhatabında uyandırdığı hisleri şu şekilde ifade etmektedir: “Çelebi yazarken çizgiye öyle bir güç verir ki neredeyse maddeye dönüşür. Bazıları bu iddiaların abartılı olduğunu düşünebilir. Kanıt olarak söyleyebileceğim tek şey ‘yazarken onu seyredin’ olur. Kalemini, üzerinde yeteri miktarda mürekkep ile kaldırıp kağıda doğru hareket ederken eli titrer. Ama kalem kağıda değdiğinde enteresan bir dönüşüme şahit olursunuz. Zihin, göz, el, kalp, kalem, mürekkep, hepsi âdeta bir senfoninin iyi akort edilmiş enstrümanları gibi bir arada işlerler.”
Bununla birlikte cami, mezar taşı, türbe, çeşme, şadırvanları süsleyen pek çok yazıda da imzası bulunmaktadır. İstanbul Fenerbahçe Camii, Suadiye Emin Ali Paşa Camii, Belçika Ghent Yunus Emre Camii, Gambiya Banjul Cuma Camii, Bolak ailesi mezar taşları, Kastamonu Mehmed Feyzi Efendi kabir taşı, İstanbul Yuşa Tepesi Camii Şadırvanı, Çengelköy 15 Temmuz Şehitler Çeşmesi hatları onun mimarîdeki yazılarına örnek olarak verilebilir.
Hasan Çelebi büyük bir hattat olmasının yanı sıra kibirden uzak, mütevazi, sabırlı kişiliği ile daima örnek bir şahsiyet olmuştur. Bir teslimiyet hali içinde iki yıl boyunca yazdığı “Rabbi yessir… “meşki sabrının ve hat sanatına bağlılığının gerçek bir örneğidir. Kendisine verilen ödülleri “geçmişe vekâleten, muasırlarına asâleten, nesli cedide de niyâbeten” kabul etmiştir. Yetiştirdiği tanınmış hattatlar onun en büyük eseri olmuş, hat sanatını gelecek nesillere aktarımında önemli bir vazife üstlenmiştir.
ALLAH RAHMET EYLESİN.
NOT: Danışmanımız hattat Esra Göncüoğlu hanıma yazısı için teşekkür ediyorum.
Kapak Görseli: Hâmid Bey’in verdiği sülüs-nesih icâzetnâmesi – Kemal Batanay’ın verdiği ta’lik icâzeti
Not 2 : Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.