BAKKALA KİM, MARKETE KİM GİDER?
Bugünkü postum, gazeteci, yazar, sinema eleştirmeni, çevirmen Sevin Okyay (1942-)’dan (*). Sevin Okyay Türkiye’de Harry Potter serisinin de çevirmeni. Aşağıdaki metni okurken bakkal kültürünü yaşatmak üzere hayata geçirdiğimiz, 2023 yılında, yani kuruluşunun üçüncü yılında 2500 dükkan sayısına ulaşan SEÇ MARKETLER Françayz projemiz aklınızda bulunsun. Metnin tamamı 23 Temmuz 2005 tarihinde Radikal gazetesinde yayınlanmış. İyi okumalar, her zaman olduğu gibi kanaat sizin.
Oganaki Eseri, Yıldız Holding Koleksiyonu
“Çocukluğumun küçük, iddiasız, icabında sinekli bakkallarının bize iade edilmesini istiyorum. Bütçemin ancak bu şekilde normale döneceğini fark ettim. Hele iş yerinde eksilmiş birkaç kalem ortak ihtiyacımızı giderme amacıyla, NTV’nin burnunun dibindeki Migros’a gidip oradan da üç torbayla çıkınca, durumun vahametini bir kez daha kavradım. Bu marketler yokken biz bu kadar alışveriş etmiyorduk, bütçelerimiz tarumar olmuyordu, ayrıca mide fesadına da uğramıyorduk. Her gördüğümüzü almaya kalkışma gibi bir kusurumuz da yoktu, çünkü o zamanlar zaten meydanda alınacak pek bir şey yoktu. Bakkal raflarının insanı baştan çıkarıcı, cazibeli ürünlerle dolu olduğunu iddia etmek zor. O zamanın bakkallarını kastediyorum, tabii.
Her şeyden önce, ne var ne yok hepsini tek bir mekânda görmek diye bir şey söz konusu değildi. Böyle bir şey kimsenin aklına gelmediği gibi, aklına gelen kişiye de iyi gözle bakmazlardı. Eve o gün ne gerekliyse, hepsi ayrı ayrı yerlerden alınırdı. Hem de özel yerlerden.
Bir maydanozu bile lalettayin bir yerden alamazdın. Biz çocukken annelerimiz tarafından öncelikle ve sık sık bakkala, gün aşırı kasaba, hemen hemen her gün manava gönderilirdik.
Kös kös yola düşer, senden ne istenmişse, her neredeyse oradan alıp eve dönerdin. Hayatımızın 15 yıl kadarı bu minval üzere geçmiştir; bir sonraki kardeş varsa eğer büyüyüp senin yerini alana kadar. Erkek çocukların çilesi bitmezdi, ama kız çocuklar büyüyüp serpilince pek öyle pazara gönderilmezdi artık. Yani tam da pazara gitmenin eğlenceli bir şey olabileceğini keşfettiğimiz çağda. “Ben giderim” şeklindeki hamlelerin, kül yutmaz büyükler tarafından, “Kardeşin var ya, çocuğum, sen zahmet etme” bahanesiyle karşılanırdı.
Küçük köleler gibi gönderildiğimiz bu farklı mekânlar, üstelik evlerimize yakın da değildi.
İstediğin kadar fedakârca koş, pazardan döndüğünde hep yolda oyalanmış, ona buna takılmış çocuk muamelesi görürdün. Her şey senin uyuşukluğun yüzünden gecikmişti, köfte öğlene yetişmeyecekti, bu arada çorba soğumuştu, vesaire. Ama insan bu lafları günde üç posta işitince hiç aldırmıyor, köşesine çekilip keyfine bakıyor.
Gene de hoşmuş, canım. Merak ediyorum, şimdiki çocuklar bunca hoş vakitte ne yapıyor?”
(*) https://tr.wikipedia.org/wiki/Sevin_Okyay
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.