Düşünce Yazıları

KURAN’I NASIL OKUYALIM, malum Kuran Dilinin özellikleri var

LinkedIn

KURAN’I ANLAMAK

 

Düşünsenize bana özel yazılmış, gönderilmiş bir kitap. Hem yaratıcım hem sahibim tarafından. İnsan her yaşta daha farklı anlıyor. Mucizelerinde biri de budur. Gençliğinden beri hep merakım oldu Kuran’ı anlamak. Bu konuda tefsir usulü, tefsirde İsrailiyat gibi bir çok okuma yaptım ve arkadaşlarımla çalıştım. Kuran’ı tanımak öncelikle onun diline vakıf olmakla ilgilidir. Kuran’ın dili hem onun tarihsel bağlamıyla sıkı ilişki içindedir ve kendine has bazı özellikler taşır.

Fakat aynı zamanda Rabbimizden bize bir sesleniştir ve bizim onunla irtibatımızın ne şekilde olacağının örnekleri vardır içinde! İslam dini pratiğinde bilhassa ibadetlerde Allah ile birey arasında hiç kimse yer almaz. Bu toplu kılınan namazlarda ve hatta Hac gibi kitlesel ibadetlerde de böyledir. Yani bu dünya sahnesinde oynanan senaryoda (dünya hayatı) size biçilen rolde daima başroldesiniz. Bu kişisel ve sosyal hayatınızı iş dahil kapsadığında kamil bir müslüman olursunuz ve artık tüm yaşamınız ibadet sayılır.

Kuran’ın, kendi tarihsel bağlamıyla ilişkisini en açık biçimde gösteren özellikleri onun Arapça, saf, temiz ve sözel hitap tarzıdır. Bu hitap tarzı, muhatapların içinde bulundukları durumun dikkate alınmasının bir sonucudur. Araplar yazılı metnin egemen olmadığı, geleneğin şifahi olarak aktarıldığı bir kültür ortamında yaşamaktadırlar. Hicaz’da yaşayan Yahudiler ve az sayıdaki Hıristiyanlar hariç bölgede genel olarak ilâhi kitap nosyonundan uzaktılar. Bunlar Kuran’ın inişi esnasında mevcut yerel halkın içinde yaşadığı şartlardır.

Kuran’ın üslubu, mesajını muhataplarına aktarırken kelimelerin seçiminde, cümle yapısında ve oluşturduğu kavram ve anlam dünyasında kendine özgü tarz şeklinde tanımlanabilir.

Kuran temelde Allah merkezli bir anlatıma sahiptir. Vahyin mesajının esasını Allah’ın birliğinin hakim kılınması oluşturduğu için her türlü şirki dışlayan ve her şeye gücü yeten bir Allah düşüncesini yerleştiren anlatım tarzı Kuran’ın tamamına yansımıştır. Bazı kelimelere yeni anlamlar yüklemesi, onun kendine has kavram oluşturma hedefiyle ilgilidir. Kuran, mesajını ortalama zihinsel kapasiteye sahip bir insanın rahatlıkla anlayabileceği bir anlatıma büründürmüştür. Anlam aktarma, yan anlamlara müracaat ve sembolik bir tarzı benimsemiş, diğer yandan mesajın önemli bir kısmını oluşturan ve bilinmez olan sonraki hayat ve onunla bağlantılı hususlar, bize beş duyu ile bildiğimiz ve gözlemlediğimiz dünya kullanılarak anlatılmıştır. Çünkü insan gayb alemini bilemez. Kuran’ın üslubunda teşbih, temsil ve hayal etme gibi ifade biçimlerinin yaygın kullanıldığı alan burasıdır.

Kuran bazı tarihi konulara atıf yapıp onların doğrusunu anlatsa da temelde bir tarih, hukuk, bilim ve benzeri kitabı olmadığı için muhatabını bu konularda bilgilendirmek maksadını gütmez. Kuran, ilk muhatapların büyük çoğunlukla bildiği hususları kendine konu olarak almış, onlar üzerinden muhataplarının zihinlerini yeniden şekillendirme amacı gütmüştür. Bu bilinçlendirme yeni bir kimlik inşası içindir. Zira mevcudu dönüştürmek genelde ortama yepyeni bilgiler eklemek değil, o bilgileri başka bir amaç için kullanılır hale getirmekle mümkün olabilmektedir.

Kuran’ın içeriği, dili ve üslubu açısından farklı bir yapıya sahip olduğu onun karşıtları tarafından da kabul edilmiştir. Başta inananlar olmak üzere Kuran’ı tanımak ve onu daha doğru anlamak isteyen herkesin onun dilinin yapısını iyi öğrenmesi gerekmektedir.

Size bu konuyu yazımın kaynakçasında verdiğim  iki kitaptan (1, 2)  derleyerek özetlemeye çalıştım.

Gayret bizden başarı O’ndandır.

Kuran hayatın kitabıdır. Günlük hayatta yaşanmak için inmiştir, bütün emir ve yasaklarıyla eksiksiz yaşanmak için… Ne yazık ki yüzyıllardır biz, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek Kuran’ı hayatımızdan uzaklaştırdık.

Kuran’dan uzaklaşmamız sonucu yeryüzündeki çeşitli akımların peşinden sürüklenir olduk. Onun anlamını kavrayıp hayatımızda uygulamak yerine, ölülerimiz için okunan bir dua ve hastalarımız için okunan bir şifa kitabı yerine koyduk.

Bazı din bilginlerimiz; Kuran’dan, yaşanan pratik bir hayat nizâmı çıkaracaklarına, onun yalnızca dil ve üslup özellikleri üzerinde durdular, ki bu yönden eşsiz bir eserdir.

Kuran, bize bir hayat tarzı takdim etmektedir. Bu hayat tarzının ayrıntıları belirsiz olsa da temel çizgileri bellidir. Ve Kuran ile sürekli irtibat halinde bulunan kişi, bu ana çizginin dışına çıkmaz. Ne zaman, nerede ve nasıl davranacağını bilir.

Kuran okumak aslında ibadet etmek demektir, ama Kuran’ı nasıl/niçin okuyalım?

Ölümü ve sonraki hayatı anmak, yeniden diriliş, hesap gününü yadetmek ve okunuş güzelliğine hayran olmak için mi, yoksa araştırma ve incelemeler yapmak için mi okuyalım? Veya Kuran’ı ekonomik, sosyal, psikolojik ve terbiyevî teoriler geliştirmek için mi okuyalım?

 

Kuran kaçınılması mümkün olmayan soruların cevabını verir;

 

  • Bu kâinatı yaratan kimdir?
  • Bu kâinatı yöneten ve olayları idare eden kimdir?
  • Biz nereden geldik?
  • Öldükten sonra nereye gideceğiz?
  • Hangi gaye için yaşıyoruz?

Kuran’ı okurken “ilahlık” (uluhiyet) meselesi gündeme gelecektir. Burada hitap, eskiden yaşamış bir kavme değil bizzat bizedir. Kuran, ilk önce Rabb’lerini tanıtarak ve doğru akideyi (inancı)  öğreterek, ardından da korkutarak ve teşvik ederek Müslümanları eğitip terbiye etti. Allah yolunda kendi mallarından vermelerini, kendi özel durumlarına rağmen mümin kardeşlerini kendilerine tercih etmelerini öğreterek yetiştirdi. Onları ölüm karşısında duyulan korkudan kurtardı.

Kuran terbiye dersleridir ve hatta özellikle inanç (akide), yani nasıl inanılacağının dersidir.

 

İnsanların sadece dilleriyle “iman ettik” demeleri yeterli değildir. Yanısıra inançlarını pratik hayatta deneyip yaşamaları gerekir.

 

Kuran’da kıyamet sahnelerini okurken gayemiz, ölümü, tekrar dirilişi ve hesap vermeyi hatırlamak ve dünya hayatına dalmaktan kaçınmamız içindir.

Kuran’da yer alan kıyamet tabloları da nimet ve azabıyla bir çeşit terbiye dersidir.

İnsanlığın yeryüzündeki hayat akışını düzenleyen tabii (ilahi) kanunları düşünmek, incelemek ve Kuran okurken bunları göz önünde bulundurmak, müslüman için hayati bir zorunluluktur.  

 

Kuran bize, “Doğrusu Allah bir kavmi, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez” (Ra’d/11) buyururken… bu ve benzeri ayetlerin herbiri tıpkı bir tabiat kanunu veya sosyal bilimler kuralları gibi, bir ilahi kanunu gösterir. Yeryüzünde hayat bu kanunlar/kurallar uyarınca cereyan eder ve biz bu kanunların ışığında geçmişi, anı ve geleceği okuyabiliriz. Allah’ın bundan önce geçenler hakkındaki sünneti, yani uyguladığı kanunlar/kurallar hep aynı olmuştur ve olacaktır. Zira “Öncekilerin toplumsal yapısında başka birşey olmasını mı bekliyorlar? Allah’ın sünnetinde (kanun/kural) bir değişiklik bulamazsın” (Fâtır/43), buyruğundaki zorunluluk gibi dünya tarihinde ve geleceğinde hep aynı sonuçlar ortaya çıkar.

 

Allah’ın yoluna ancak inananlar, inaçlarını yaşayarak mirasçı olabilir. Allah, doğru yoldan sapan ve zulmeden bir toplumu, sadece inananların soyundan geldikleri için koruyup gözetmez. “Kim şimdiki hayatı ve onun nimetlerini isterse, orada onlara işlerinin karşılığını eksiksiz veririz” (Hûd/15), denilmiştir.

Bugün Avrupa’nın durumu işte budur. Allah onlara, dünya hayatında çalışmalarının karşılığını vermiş, hiçbir şeylerini eksik bırakmamıştır. Sonra da kendilerine her imkanı vermiştir.

Müslüman, yaşadığı dönemde olayların içerisinde yaşarken Kuran’ın kendisine, o anda iniyormuş gibi hitap ettiğini görecektir. Kuran ona kendisinin ve düşmanlarının durumunu anlatacak, düşünce ve heveslerini açıklayacak, plan ve oyunlarını keşfettirecektir.

Kuran bize şahıs olarak ve yaşadığımız anda hitap eder. Başkalarının kişiliğinde bizzat bizim kıssamızı bize anlatır. Yani inananlar İslam’ı yaşarken her bir birey bizzat başroldedir.

Allah’ın kitabı, hayatın değişmeyen yönleri için değişmeyen hüküm ve yönlendirmeler getirmiştir. Bu hükümlerin değişmesi mümkün değildir. Buna karşılık, değişen problemlere nazaran genelde yine değişmeyen temel ilkeler koymuştur. İnananları bu prensiplerden hareketle hayatı, değişmez temel ilkeler çerçevesinde değerlendirerek detaylı hükümler çıkarmak için içtihat göreviyle başbaşa bırakmıştır.

 

Bizim neslimiz öncekilerin yaşadığı hayattan tamamen farklı bir toplum içinde bulunuyor. Tarihte ilk defa, halkı müslüman olan modern devletlerin tebaası olarak yaşamaktayız. Artık insanlara aralarında yayılmış olan  bozuk fikirlerin zorunlu bir evrimin sonucu olduğu, dolayısıyla karşı koymadan ve direnmeden bu fikirleri benimsemeleri gerektiği söylenmiştir; karşı gelindiği takdirde evrim çarkının kendilerini ezip geçeceği tehdidi savrulmuştur.

 

Kuran Dilinin Bağlamsal (kendine has) Özellikleri

 

Kuran’ın indirilişi bir defada değil, yirmi üç yıllık bir sürede gerçekleşmiştir. Böylelikle hem yeni iman eden Müslüman toplum için vahiy ile yaşanan hadiseler arasında daha sıkı bir bağ kurulmuş hem de müşriklerle (Allah’a ortak koşanlarla) mücadelesinde Resulullah’a destek sağlanmıştır. Bu hususla ilgili olarak bir ayette, “İnkar edenler, ’Kuran ona bir defada toptan indirilseydi ya!’ dediler. “Biz, Kuran’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısımlar halinde indirdik ve onu iyi anlaşılsın diye yavaşça okuduk,” buyurulmuştur.

Ayetlerin (Kuran cümlelerinin) kitaptaki yerini tayin eden şey, ayetin iniş yeri ve zamanından başka bir şey olmuştur. Akla ilk gelen husus, Kuran sûrelerinden her birinin konu birliğine sahip oluşudur.

Tabii ki beklenen, zaman ve mekan bakımından kendisine uyan ayetin, indirildiği yerdeki surenin (ayetlerden oluşan kitabın özel isimlendirilmiş bölümleri) içine yerleştirilmesiydi.

Halbuki bir ayetin veya zaman ve mekan birliği bulunmayan bir surenin belirli bir yerine yerleştirilmesinin ifade ettiği anlam çok daha özel ve önemlidir. Büyük melek Cibril’in ayeti indirmesinden sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem: Allah’ın selamı ve salatı Resul’unün üzerine olsun, yani Türkçe manası ile; biz Allah’ın Elçisi’nin destekçisiyiz demektir), o ayetin veya ayetlerin hangi sureye, hangi ayetinden sonra yerleştirileceğini bildirdi. Şu halde, her inen ayet, nerede ve ne zaman indiğine hiç bakılmaksızın Allah tarafından kendisi için belirlenmiş olan yere yerleştirilmekteydi.

 

MEKKE DÖNEMİNDE KURAN’da inanç konusu; Mekki surelerde bütünü kaplar ve ana fikri teşkil eder. Genel yönlendirmeler dışında Mekke’de, yasama ve yürütme ile ilgili hiçbir ayet inmemiştir.

 

MEDİNE DÖNEMİNDE KURAN’da inanç konusu yine de göz ardı edilmez. Medeni surelerde İslamın bireysel ve toplumsal, psikolojik ve sosyal, siyasi ve ekonomik yaklaşımları anlatılır.. Müslüman toplumun hayatını düzenleyen konular en büyük sahayı işgal eder. Ama hepsi de inanç ile bağlantılıdır. Medîne döneminde gelen surelerde, henüz inanmamış olanlarla değil, inanç ile ilgili hususların ve inananlara yöneltilmiş sözlerin tekrar edilmesinden anlıyoruz ki, inanç/akîde bir defa anlatıldıktan sonra başka konuya geçilen herhangi bir ders gibi değil, aksine sürekli bir derstir.

Bu kitap Allah katından beşer hayatını düzene koymak, yeryüzünde hakkı ve adaleti egemen kılmak için indirilmiştir.

 

Diyalektik ve tarihi materyalizm, insanın yeryüzünde varlığına şekil veren ve bu şekli belirleyen ana sebebin ekonomik ve maddi durum olduğunu zannetmiştir. Evet, bilgileri onları saptırmış ve mutsuz kılmıştı. Öyleyse önemli olan bilgileri değildir, bilgi yöntemleridir. Bilgi, insanı Allah’a ibâdete mi götürmektedir, yoksa şeytana kulluğa mı?

 

Biz Mekke’de inen sûrelerin belli başlı ve biricik konusunun inanç olduğunu söylemiştik. Bizi doğru yola ulaştıracak tutum, bilgiyi canlı ve dinamik bir davranışa dönüştüren Kuran’ın metoduyla terbiye olup Allah’ı bilmektir.

 

Islam dininde inanç ve ibadet  ve hatta bireysel ve sosyal düzenlemeler (hukuk) hepsi birarada düzenlenmiştir. Hepsi bir bütün olup, “Ben cinleri ve insanları sırf Bana ibâdet etsinler diye yarattım” (Zâriyât/56), ayeti bu manayı  içermektedir. En geniş anlamıyla hepsi ibadettir. Nitekim bir diğer ayet, “De ki: Benim namazım, kurbanım, yaşamım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En’âm/162) bunu açıkça bildirmiştir.

 

Söylemin Sözel Olması (Hitabın Şifahiliği)

 

Tarihte bilindiği gibi vahiy Resulullah’a yazı dilinde üretilmiş bir metin olarak ulaşmamış; kendisi de insanlara onu yazılı metin olarak değil, sözel iletmiştir.

İbn Abbas (Peygamberimizin amca oğlu) kendisine hediye edilen kitabı alır ve mürekkebini su ile siler. Niçin böyle yaptığı sorulduğunda ise şöyle der: Böyle yaptım; zira insanlar yazdıkları vakit yazıya güvenirler ve hıfzı terk ederler. Kitaba bir şey olursa ilimleri de kaybolur. Aynı zamanda yazıya bir şeyin eklenmesi, çıkarılması ya da kitabın değiştirilmesi mümkündür. Ezberde bu mümkün değildir.

Yine Kuran’daki yemin kullanımı onun hem Arapça hem de sözel bir hitap oluşuyla alakalıdır. Arap toplumunda konuşma/sözlü dil kullanımlarında yaygın olarak bulunan yeminler, özellikle Mekke döneminde gelen kısa surelerde sık görülür. Yeminler, muhatabı önceleyen ve muhatabın varlığı durumlarında kullanılan önemli bir dil özelliğidir. Çünkü yeminlerde muhataba dönük bir kanıtlama ve düşüncelerin vurgulanması söz konusudur. Yeminlerin Mekkî surelerde kullanılması ve çoğunlukla görünür alemdeki birtakım varlıklara ve tabiat olaylarına dikkat çekilmesi mesajın kabul edilmesi hususundaki ısrara yöneliktir.

 

Söylemin o ana (duruma/görüşe) Uygun İçerikte Olması

 

Söylemin, konuşanın ve muhatabın durumunu ya da bunların tümünü bilmek gerekir. Bir sözün anlamı, iki ayrı duruma, iki ayrı muhataba ve başka faktörlere göre değişebilir. Bir soru, yerine göre onaylama, yerine göre kınama vb. anlamlar ifade edebilir. Bir emir kipi, mubah kılma, tehdit etme, aciz bırakma vb. maksatları ifade etmek için kullanılabilir. İşte anlamı belirleyen bu gerekçeler belirtilmediğinde söz anlamını tamamen veya kısmen kaybedebilir. Bundan dolayı sözün söylenmesine sebep olan olayın bilinmesi, bu türden bütün anlama problemlerini ortadan kaldırır. Bu sebeple Kuran’ın anlaşılmasında ayetin nuzul (iniş/geliş) bilgisi vazgeçilmez araçlardandır.

 

Lakin sebepler ile ilişkilendirilecek ayetler, Kuran’ın tamamı göz önünde bulundurulduğunda pek fazla bir yekûn tutmamaktadır. Dolayısıyla Kuran’ın bütünü için rivayetlere yansımış, ulema tarafından nakledilen nuzul sebepleri olduğunu söylemek güçtür. Zaten ayetlerin verdiği terbiye, yani davranış değişikliği üzerine geldiği hadise ile ilişkilendirilmekle birlikte içerdiği kural/hüküm itibariyle genellenebilmesi ve zaman aşımına maruz olmaması önemlidir.

 

Kuran’ın bahsettiği gelenek ve uygulamalar İslâmiyet’ten önce mevcuttu; bunların hiçbiri İslamla birlikte ortaya çıkmamıştır. Kuran bütün bu uygulamalardan devamında yarar gördüklerini yani yasaklamadıklarını Allah’a kulluk temelinde dini ve ahlaki bir boyut kazandırmış, düzenlemiş ve süreklilik sağlamıştır.

Kuran, mesajlarını muhatabına aktarırken seçkinci bir üst dil kullanmamış, aksine ortalama bir zihinsel yeteneğe sahip olan ve kendi zamanının günlük Arapça’sını kullanan bir insanı temel alacak şekilde hitap etmiştir. Ancak dil kadar, dilin kullanımına, sözün inşası ve üretilmesine, kısaca söz sahibinin kastına ihtiyaç vardır. Esasında Kuran haberden ziyade inşayı tercih ediyor. Kuran’ın bütünü gözden geçirildiğinde, ifadelerinin merkezinde Allah’ın yer aldığı bir anlatım biçiminin tercih edildiği fark edilecektir. Şöyle ki, her ne kadar gayb ve şehadet (görünen/bilinen) aleminin tek gerçek faili Allah olsa da sebep sonuç ilişkisi içerisinde gerçekleşen olay dizilerindeki sebepleri tamamen aradan kaldırıp doğrudan kendisinin zikredildiği bu anlatım biçimiyle Allah bir anlamda tevhide (Allah’ın birliğine) vurguyu genelleştirmekte ve hayatın her alanını kapsayan bir tevhid anlayışını zihinlere yerleştirmektedir.

Kuran, Arapların anladığı, bildiği ve kullandığı bir dil kullanmış, ama Arapların bilip kullandığı bazı kelimelere yeni anlamlar yükleyerek onların anlam alanlarını genişletmiş, yahut daraltmıştır. Kuran kendine ait özel bir kavram dağarcığı ve anlam dünyası inşa etmiş ve bu özel dilin ilk akla gelen kavramları arasında “salat, zekat, savm, hac, İslam, vahiy, şeriat, iman, küfür, nifak ve fisk, mümin, kafir, münafık” kavramlarının yer aldığını söylemek mümkündür. Kuran’ın kelime ve kavramların anlamı üzerindeki bu tasarrufu bilindiği takdirde, Kuran dilini ve mesajını anlamak daha kolaylaşacak, onun geldiği toplumda meydana getirdiği değişim daha iyi anlaşılabilecektir.

Kuran’da geçen anlaşılması zor soyut hakikatler, mecaz gibi üsluplarla somut hale getirilir ve sözün daha kolay anlaşılması sağlanır. Bu sebeple ayetlerdeki insan idrakinin kavramakta zorluk çekeceği hususlar mecaz yoluyla ifade edilir. Böylece hem mananın anlaşılmasına imkån sağlanmış olur, hem de insanı büyüleyen bir edebi üslup ortaya konulur. Bir örnek verecek olursak, mesela İslam bilgini Zemahşerî “tahyil” (hayal etme) derken,  gerçekte var olmayan, gerçekleşmemiş şeylerin, daha iyi kavranabilmesi için zihinde canlandırılması, bu canlandırmanın yapılabilmesi için de insanın bildiği ve tanıdığı unsurların kullanılmasını kastetmektedir. Kuran’da varlık, bilgiye konu olması itibariyle iki ana kategoriye ayrılır: Şehadet alemi ve gayb alemi. Şehadet alemi, görünen/görülebilen çevre manasına gelirken, gayb alemi görünmeyen/görülemeyen çevreyi kastetmektedir.

Başka bir deyişle Allah’ın varlığı, insan için gayb aleminin varlığını zorunlu kılmaktadır. Çünkü Allah, insanın idrak alanının dışındadır. Diğer yandan Kuran, Allah’ın peygamberlere vahiy yoluyla verdiği bilgiler dışında, hiç kimsenin gaybı bilemeyeceğini ısrarla vurgulamaktadır. Mesela gayb aleminin unsurları olan cennet ve cehennem, insanların aşina olduğu nesneler vasıtasıyla tanıtılmaktadır. Bununla birlikte burada gözden kaçırılmaması gereken husus, bu aşina olunan nesneler seçilirken de ilk muhatapların gözlemlerinin dikkate alındığıdır.

Dolayısıyla gaybi alana ait bazı unsurların, ayetlerdeki bu kullanımlar yoluyla muhatabın zihninde somut bir karşılığa denk gelmesi sağlanmış görünmektedir. Kuran muhataplarına gayb âleminden bahsederken, onların bilip tanıdıkları unsurları kullanmıştır. Gayb aleminin insan idrakinin sınırları dışında yer alıyor olması düşünüldüğünde bu durum kaçınılmazdır.

Kuran’ın birçok ifadesi, çeşitli konularda yargı bildiren cümleler şeklindedir. Arapça gramer bilgisi açısından “haber cümlesi” diye isimlendirilen bu cümleler, anlatılan konuyu muhataba bir haber formu içerisinde verir ve konu hakkında bir hüküm ifade eder. Ayrıca bu haberin bir diğer faydası ise, verilen haberle muhatabın bilgilenmesinin değil, dikkatinin çekilmesi, onun bir yöne kanalize edilmesi; başka bir deyişle bilinçlendirilmesinin amaçlanmasıdır.

Kuran’ın mesajlarının temel amacı, muhatapları bilmedikleri konularda bilgilendirmek değil, bildikleri ama anlamlı bir şekilde hayata geçirmedikleri gerçekleri onlara hatırlatmak ve onlarda bir değişim başlatmaktır, bilinçlendirmektir.

Mesela Rad suresinin 3. ayetinde geçen “geceyi gündüzün üzerine örter” ifadesi bir tasvirdir. Fakat bu ifadenin aynı zamanda, Allah’ın kudretine ve gücüne atıf yaptığını ve bununla imanı kuvvetlendirmeyi amaçladığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde yağmurun yağması, Kuran’da sadece fiziksel bir olgu olarak ortaya çıkmaz. Zira yağmurun yağması Kuran’da, buharlaşan suyun soğuk hava tabakasına çarparak geri dönmesinden ibaret alelade bir fizik olayı olarak tasvir edilmez. Aksine Kuran açısından yağmur, yeryüzündeki hayatı canlandıran, Allah tarafından bahşedilmiş bir rahmet ve ihsandır. Dolayısıyla Allah “gökten su indiren O’dur” (En‘âm/99) diye buyurduğunda bununla kendisinin gerçekleştirdiği fiillerden birisi hakkında daha insanlar bilgilendiriliyor değildir, aksine zaten bildikleri ama artık çeşitli sebeplerle umursamadıkları, alışılagelmiş, böylece Allah’a gerektiği gibi kul olmadıkları, onlara yağmur vesilesiyle hatırlatılmakta ve insanlar kulluğa davet edilmektedir.

Müslümanların Kuran ifadelerini bilgi verici olarak görmelerinin en çarpıcı tezahürü hiç şüphesiz bilimci tefsir anlayışında ortaya çıkmıştır. Bu anlayışa göre Kuran, coğrafyadan tarihe, kimyadan biyolojiye kadar birçok bilimsel alanda veriler barındırmakta ve insanların yolunu aydınlatmaktadır. Bu bilgiler doğru yöntemlerle Kuran’dan çıkarılabilirse insanlık Kuran’ı temel alarak atılımlar gerçekleştirebilecektir.

Halbuki Kuran’ın temel amacı bilimsel ifadeler kullanmak yahut bilimsel ifadelerin doğruluğunu/yanlışlığını ispat etmek değildir. Başka bir ifadeyle bilimsel bir görüşün doğrulanması, bilimsel görüşlere yer verilmesi Kuran’ın amaçları arasında değildir. Onun gayesi, doğru inanca ve iyi ahlaka ulaşmaları için insanlara yol göstermektir.

Mesela Allah “Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı!” derken burada havanın kanatların altından akarak kuşları yukarıda tuttuğundan bahsediyor değildir. Nitekim devamla “Onları (havada) ancak Rahman tutuyor. Şüphesiz O her şeyi çok iyi görendir” (Mülk/19) buyurarak buradaki asıl maksadın uçmak eylemi hakkında bilgi vermek değil, “Her şeye gücü yeten ve dolayısıyla kendisine karşı kibirlenmenin akılsızlık olacağı bir Allah” inancını pekiştirmektir.

Aynı şekilde Kuran mesela herhangi bir tarihi olaya atıfta bulunduğunda onun olgu olarak tarihsel seyrini dikkate almayabilmektedir. Zira onun amacı, iletiyi yüklemek için seçilen malzeme ne olursa olsun, herhangi bir tarihi ve fiziksel olayın gelişim biçimini tasvir etmek değil, her seferinde anlatılan olaya anlam katmaktır.

Mesela “göklerden haber çalma” diye anlatılan hadise, İslâm öncesi Arap toplumunda kahinlerin cinler ve şeytanlarla irtibat kurduğu ve bu sayede metafizik alemle ilgili bilgiler edindiği, böylece gelecekle ilgili kehanetlerde bulunduğu yönündeki inancın asılsızlığının, ilk muhatapların tasavvurları üzerinden anlatılmasıdır. Durum böyle olmakla birlikte ilk dönemlerden itibaren bazı müfessirler hem şeytanların hırsızlığının hem de ayetteki ”göktaşlarının” niceliğini tartışmışlar ve ilginç görüşler ileri sürebilmişlerdir.

Kuran’ın verdiği haberlerde temel gaye olarak muhatapları bilgilendirmeyi amaçlamadığını gözlemleyebileceğimiz bir başka konu da Kuran’da anlatılan kıssalardır. Özellikle geçmiş peygamberlere dair pek çok kıssanın anlatıldığı Kuran’da, kıssaları anlatılan peygamberlerin, dünya tarihinde gönderilmiş bütün peygamberler değil, sadece Hicaz bölgesindeki insanların bilip tanıdığı yirmi küsur peygamberle ilgili olması, kıssalarla amaçlanan şeyin öncelikle bilgi vermek olmadığını göstermektedir. Çünkü eğer geçmiş peygamberler hakkında bilgi vermek temel amaç olsaydı, Hicaz bölgesinde yaşayan insanların bilmediği başka peygamberler ve onların hayatları anlatılmak suretiyle muhataplar yeni bilgiler ve hayat tecrübeleriyle donatılabilirdi. Dolayısıyla, Kuran’da yer alan bir kıssa okunurken, onun ne tür tarihi bilgiler verdiği değil, tarihten seçilen bu örneğin vahyedildiği ortamla ilişkisinin ne olduğu incelenmelidir!

Vesselam

Kaynakça:

  • Kutub, M (2019). Kuran’ı nasıl okuyalım (çev. Bekir Karlığa), İşaret Yayınları , ss.80.
  • Uzun, N. (2021). Kuran Dilinin Özellikleri, Kuramer, ss. 159.

 

 

 

YORUM YAZIN