Devekuşu Paradoksu mu Yaşıyoruz?
6 Şubat’ta yaşanan 10 ilimizi şiddetli bir şekilde etkileyen deprem ve sonrasında yaşadıklarımız bize tekrar gösterdi ki Türkiye’nin bir deprem kuşağı olduğunu bilmeyenimiz yok, bilim adamları da 1999 depreminden sonra gerekli uyarıları yapmışlar, fay haritalarını çizmişler, sürekli meydana gelen deprem verilerini ve tarihi verileri alıp nerede, kaç derinliğinde ve şiddetinde, hangi zaman aralığında deprem olabileceği tahminlerini yapıp duyurmuşlar.
Tahmin gerçekleşince “ben söylemiştim” demez bilim insanları, “veriye dayalı analizler şu kadar olasılıkla gerçekleşeceğini söylüyordu, bunu belirttik, verdiğimiz tahmin aralığında olay gerçekleşti” derler. Ama bazen medyada kahinlik seviyesine çıkıyor, araştırmanın ne dediğinden çok o anda “hoca”nın ne dediğine odaklanıyoruz.
Nasıl ki elimizdeki telefonlardan baktığımız hava durumu raporlarının yanıldığı oluyor, hatta farklı hava durumu aplikasyonlarında farklı sonuçlar görüyoruz; Meteorologlar verileri yer bilimcilerin kullandığı mantıkla ölçüyor ve analizini yapıyorlar. Depremle ilgili hocalar da hep aynı şeyi söylüyor, sadece farklı varsayımlarla farklı modeller kurup fayın yerini, uzunluğunu ve diğer değişkenleri farklı hesaplıyorlar ama hepsi deprem olacak diyor, yani son bir haftadır duyduklarımız yeni şeyler değil…
Ipsos 2023 yılı Beklentiler Araştırması sonuçlarına göre her 3 bireyden 2miz ülkemizde büyük bir doğal afet olacağını düşünüyormuşuz. Bu oran geçen yıla göre %8 puan artmış. Bu araştırma Türkiye ile birlikte 36 ülkede 21 Ekim- 4 Kasım 2022 tarihleri arasında 18-74 yaşları arasında 24.471 kişi ile online panel üzerinden yapılmış.
Büyük bir çoğunluğumuz deprem felaketi bekliyor. Ipsos şimdi 6 Şubat depreminden etkilenen 10 il hariç diğer illerde 14-16 Şubat tarihleri arasında 1000 kişi ile yaptığı online anketin sonuçlarını yayınlamış, sonuçlar ilginç.
Yeni yaşanan depremden sonra depremin olduğu 10 il dışında yaşayan bireylerin %43ü böyle bir afetin kendi ilinde yaşanmasının çok büyük ihtimal olduğunu, %42si de böyle bir ihtimalin olduğunu düşünüyor. Toplamda bireylerin %85i kendi ilinde böyle bir afetin yaşanabileceği endişesini taşıyor.
Ancak her ne kadar Türkiye’de yaşayan bireylerin çoğunluğu kendi ilinde de böyle bir afetin olacağını düşünse de bugün depremin vurduğu 10 il dışında yaşayan bireylerin sadece %24ü konutunun depreme dayanıklılığı konusunda bir araştırma yaptırmış. Diğer dikkat çekici bir husus ise bireylerin %27si oturdukları konutun depreme dayanıklı olmadığını, %36sı da dayanıklı olup olmadığı konusunda emin olmadığını belirtiyor.
Binanın riskli olması durumunda bireylerin çoğunluğu taşınma eğiliminde, deprem olma ihtimaline karşın ise bireylerin sadece %40ı taşınmayı düşünüyor.
DASK herkesin yaptırması gereken zorunlu bir sigorta olmasına rağmen bireylerin %55’i sigorta yaptırmadığını belirtiyor ve bu kişilerin sadece yarısı yaptırmayı düşünüyor.
Tüm bu sonuçlar bana hepimizin her şeyi bildiğini ama olasılığı düşük görüp bir depreme karşı önlem almadığımızı; yani sanki hava durumuna bakıp yağmur yağma olasılığını düşük görüp yanımıza şemsiye almadığımızı gösteriyor. Ama olasılığı düşük deprem gerçekleşirse sonuçları çok ağır oluyor. Sanırım bilmemize rağmen belki bana isabet etmez, belki bana bir şey olmaz diyoruz. Halbuki olacağı kesin olan bu deprem bizim yaşam süremizde olmasa bile yine arkamızda bıraktığımız sevdiklerimize isabet edecek. Evimiz güvenli olsa bile gün içinde bizim veya sevdiklerimizin güvensiz binalarda depreme yakalanmayacağı ne malum?
“Niye böye davranıyoruz?” diye araştırınca Pensilvanya Üniversitesi’nden Prof.Robert Meyer ve Prof.Howard Kuntreuther isimli hocaların “Devekuşu Paradoksu: Niye Felaketlere Karşı Hazırlıksız Yakalanırız” (*) isimli çalışmasında cevabı bulduk.
Akademisyenlerin çalışmayı yapma nedeni 2008’de Teksas, Galveston’daki büyük Ike fırtınası sonucu meydana gelen hasar ve ölümler olmuş. 1900 senesinde aynı yerde fırtına olmuş ve 8binden fazla insanı öldürmüş. 1900’den 2008’e kadar büyük önlemler alınmış. Uydu gözetimi, radar uyarıları, havadan keşifler, dalgalara karşı duvar inşası, kayıplara karşı sel sigortası önlemleri gibi…
Ama işler planlandığı gibi gitmemiş. “Büyük fırtına geliyor” uyarılarına rağmen, kıyıya yakın yerde oturanlar evlerinden ayrılmamış, çoğunun sel sigortasını yaptırmadıkları ortaya çıkmış. Fırtına sonucu oluşan dev dalgalar deniz duvarını aşmış. Bunun üzerine akademisyenler bilgi ve “koruyucu teknoloji” ile “koruyucu eylem” arasında anlayış açısından çarpıcı bir uçurum olduğunu görmüşler. Bilim felaketleri tahmin etmeye yönelik teknolojik yeteneği geliştirmiş, ancak bu, ortaya çıkan fiziksel kayıpları azaltmamıştır.
Meyer-Kunreuther’in isimlendirdiği “Devekuşu Paradoksu” bilgi ve eylem arasındaki kopukluğu ifade ediyor. Bildiğimiz gibi deve kuşları tehditlerden kaçmak için başlarını kuma gömerler, insanların “bilişsel DNA’sının” bir parçası olan yanılgılar da onların dünyayı algılayışını şekillendiriyor ve çoğunlukla rahatsız edici bilgileri görmezden gelmelerine neden oluyor, diyor hocalar. İnsanlar bunu bilirlerse tehditlere karşı daha hızlı uyum sağlamayı ve harekete geçmeyi öğrenebileceklerini belirtiyorlar.
Daha sonra da araştırmalara dayanarak insanların düşünme yeteneklerini zayıflatan ve hata yapmalarına yol açan altı ortak sistemik “yanılgı”yı orta koyuyolar:
İnsanların, düşüncelerini zayıflatan ve hataya yol açan altı ortak sistemik yanılgının ilki “Miyopluk“’dur ve acil durumlar için plan yapmaya çalışırken devreye giren en tehlikeli yanılgıdır. Miyopluk, dar görüşlü olmak ve yakın gelecekte olacakları çok daha sonra olacaklardan daha net görmek demektir.
İkinci yanılgı “Amnezi“’dir. Geçmişi hatırlayamamak, bu yüksek riskli bir bilişsel hatadır. Bu öğrenme biçimi temel becerileri öğrenmek için yararlıdır, ancak olası uzun vadeli felaketler için planlama konusu olduğunda aleyhimize çalışan bir durumdur. Bu nedenle, sellerden, depremlerden sonra insanlar olay mahallerine geri dönerler.
Halbuki koruyucu önlemlere yatırım yapma kararları, ciddi bir tahmin gücü ve yönetim iradesi gerektirir. İnsanların olasılığı düşük fakat tehlikeli felaketlere karşı korumaları için , uzun süreli hafızalarını kullanmaları ve çok az anlık getirisi olan maliyetli bir eylemde bulunmaları gerekir. Dolayısıyla bu eylemin ileride faydalı ve değerli olacağını öğrenmelidirler. Ancak bu bağlamda insanların, hayatlarının akışını değiştirmek zorunda kalmaları işin zor kısmıdır.
Akademisyenlerin ortaya koyduğu üçüncü yanılgı, İyimserlik Yanılgısı; insanın iyi sonuçlara odaklanma eğiliminin, kriz hazırlığını engellemesidir. İstatistik gibi disiplinler olasılık hakkında nasıl düşünüleceğini açıklar, ancak çok az kişi istatistik bilir. Afetler gibi daha karmaşık olaylarla uğraşırken insanlar gerçekleri, duyguları ve öznel izlenimleri harmanlama eğilimindedir.
Uygunluk Yanılgısı, şahsen deneyimlediğiniz olaylara daha fazla ağırlık verme eğilimini ifade eder. Gerçekleştiğini gördüğünüz şeyler olası görünürken, karşılaşmadığınız şeyler olası görünmüyor.
Bileşik Yanılgı, insanın yakın gelecekte olabilecek bir şeye zaman içinde daha olasılığını kabul etmek yerine daha düşük bir olasılık atama eğilimini ifade eder. 200 yıl evvelki bir afet bölgesinde yaşayan kişiler hala güvende olduğunu düşündükleri için sigorta yaptırmayabilirler.
Diğeri Atalet Yanılgısı, insanların eylemsizliği, afet hazırlığının önündeki en büyük engeldir. İnsanlar olağan şekilde hayata devam etme ve statükoyu koruma eğilimindedir. Ama önleyici eylemler “olağan” değildir.. İnsanlar afet sigortası yaptırmak, evlerine güvenlik önlemleri eklemek zorunda. Buradaki sorun, hemen bir zarara uğrayacakları kanıtlanamayanların “olağan” davranarak güvenli seçeneklere yönlendirilmelerinin nasıl sağlanacağıdır.
Beşincisi Basitleştirme Yanılgısıdır. İnsanlar ilgili faktörleri aşırı basitleştirdikleri için kötü kararlar verirler. Karar vermek zordur, bu yüzden insanlar kararları basitleştirmeye çalışır. Sadece birkaç faktörü, en kolay düşündüklerini dikkate alma eğilimindedirler. Olasılığın deşifre edilmesi zor olduğundan, insanlar genellikle olumsuz olayların ne kadar muhtemel olduğunu çözemezler. İnsanların belirsizlik altında karar verirken olasılık bilgisini genellikle göz ardı ettiğine dair kanıtlar yaygındır.
İnsanların Tek Eylem Yanılgısı: Muhtemel bir felakete hazırlanmak birden fazla adım atmayı gerektirdiğinde, bir veya iki adım atıp kendilerini uzaktaki olası tehdide karşı zihinsel olarak rahatlatır ve hazır olduklarını düşünürler. Oysa birkaç adım güvenlik açığını kapatmaya yetmeyebilir.
Altıncı ve son yanılgı Sürü Yanılgısıdır. İnsanlar sosyal hayvanlardır ve grubu takip etme eğilimindedirler. Genellikle bu iyidir. Ancak insanlar eksik bilgiyle kararlar aldıklarında sürü içgüdüsü onları yanlış yönlendirebilir.
Riski yönetmenin en basit yolu ondan kaçınmaktır. Davranışsal risk denetimini tamamlamak afetlere karşı hazırlanmamızın ilk adımıdır.
Dört adımlı bir davranışsal risk denetimi, kuruluşunuzun veya topluluğunuzun afet hazırlığını iyileştirmenize yardımcı olabilir. İlk olarak, ilgili “yanılgılarınızı” açık açık tanımlayın. İkinci olarak, bu yanılgıların belirli risk yanlış anlamalarına nasıl yol açtığını açıklayın. Üçüncüsü, bunun gerçek hazırlıkta nasıl ortaya çıktığını analiz edin. Dördüncüsü, insanların eylemlerini değiştirmek ve yanılgılarını aşmak için çareler tasarlayın.
Bu konuda geçenlerde Netmiyiz youtube kanalındaki ilgili vidyoyu mutlaka izlemenizi öneririm (https://www.youtube.com/watch?v=PH3_ikXw2so).
Mesela: Hafıza kaybıyla başa çıkmak için deprem sigortası için mevcut “ödül yapısını” daha cazip ve anlaşılır hale getirmek gerekir. Örneğin bir hak talebinde bulunmadıkları için insanları her yıl ödüllendirin. Bu, doğru eylemi yapmaları için onları güçlendirir ve onlara deprem sigortasının değerini hatırlatır.
Sigorta şirketlerinin de deprem önleme ve zararların karşılanmasında önemli rolü vardır. Sigorta şirketleri, birkaç yıla yayılan deprem sigortası poliçeleri sunabilir, böylece insanlar her yıl sigorta kararlarını yeniden vermek zorunda kalmazlar. Sigorta şirketleri de poliçelerini mal sahibi yerine binaya bağlayabilir. Bir deprem fayı veya kasırga bölgesinde inşaat yapmak için tercih edilen yöntemleri izleyen veya hatta daha iyisini yapanlar ödüllendirilebilir.
Eğer bir toplum olarak kendimizi gerçekten uzun vadede deprem gibi büyük felaketlerden kaynaklanan kayıpları azaltmaya adayacaksak, bireylerin ve kamu yöneticilerinin bu yatırımlarda ve önlemlerde kendi başlarına bilgelik yapmalarını beklemekten daha fazlasını yapmalıyız.
Ipsos’un araştırmasına dönecek olursak, gelecek depremler ve alınacak önlemler konusunda bize daha fazla ipucu veren çok sayıda sonuç var. İlk depremde TV ve sosyal medya deprem ile ilgili haber alınan mecralar; ikinci depremde ise TV’den haber alma sosyal medyanın 2,5 katıdır.
Toplumdaki hemen hemen her birey deprem ile ilgili haberleri takip ediyor (%98). TV’deki programlar ve sosyal medya deprem ile ilgili haberlerin takip edildiği mecralar. TV kanalları arasında Fox TV öne çıkan kanal. Show TV, Kanal D, ATV, CNNTürk sonrakiler. TRT bu kanallar içinde yok. TVlerin yüksek çıkmasını, olayın nasıl olduğunu görsel olarak anlamak isteme güdüsüne de bağlayabiliriz. Online gazeteden duyan ise sadece %16. Instagram %74 ile sosyal medya üzerinden haberlerin en fazla takip edildiği platform. Twitter, Youtube sonrakiler…
Çoğunluk depremde yaşanan can kayıplarının sorumlusu olarak müteahhitler ve yapı denetim firmalarını görürken, belediyeler ve hükümet+bakanlıklar üçüncü ve dördüncü sırada sorumlu olarak görülüyorlar. Belediyeleri sorumlu tutan %8. Gerçek sorumlunun kim olduğunun bakış açımıza göre değiştiğini ve ancak olaylar mahkemelere intikal ettiğinde açıkça görebileceğiz.
“Binaların yıkılma nedeni nedir?” diye sorulduğunda ise alınan cevaplar şöyle: yönetmeliğe aykırı kaçak yapılaşma (%75), yapı denetim firmalarının işlerini yapmamaları (%71), hükümet, belediye denetimi olmaması (% 69), imar afları (%36). Depremin kendisinin çok büyük olduğu ve yapılacak bir şey olmadığını düşünenlerin oranı sadece %22. Bu sonuç yine bir algı. İmar affı bina yıkmaz. Binalar zaten yapılmıştı ve devlet yıkamadığı binalardan para alıp sadece meşru kıldı.
Ve ilginç bir şekilde yaşadığımız depremin ardından kesinlikle her türlü önlem alınacak diyen sadece % 24. Yaşanan böyle büyük bir afetten sonra bile toplumun %28i bundan sonra yaşanması muhtemel depremler için gerekli önlemlerin alınmayacağını düşünüyor. Gördüğünüz üzere % 76 hala yapılması gerekenlerin yapılmayacağını düşünüyor. O zaman kendisi niye yapsın ki?
Araştırmada Ipsos bu dönemde olumlu ve olumsuz tepki alan firmaları da araştırmış; Starbucks ve Netflix bu dönemde en fazla tepkiyi alan firmalar olarak öne çıkıyor. Bu iki firmayı telekom operatörleri takip ediyor. Ahbap ve Trendyol ise olumlu tepkiler alan STK ve firmalar.
Sonuca gelirsek devekuşu paradoksundan kurtulmak için hepimizin üzerine düşeni yapması; bireyler olarak yukarıdaki altı yanılgıyı aşmamız, belediyeleri ve kamu kuruluşlarını kendi vicdanlarına bırakmadan “Niye bizim yanılgılarımıza uygun önlemler almıyorsunuz?” diye baskı altında tutmamız gerekiyor.
Belediyeler ve diğer kamu yöneticileri ne yapacak! Öncelikle yörük sırtından kurban kesme çabası içine girmeyerek kendi sorumluluklarını başkalarının üstüne atmadan, bilimin her alanında ürettiği bilgiyi kulak arkası etmeden, önce bu depremin yaralarını kısa sürede saracak ve aynı zamanda tüm gerekli önlemleri alarak hepimizin önce canını sonra malını başta büyük İstanbul depremi olmak üzere tüm depremlere karşı korumak üzere ivedilikle harekete geçecek.
(*)Meyer R. & Kunreuther H. The Ostrich Paradox, Why We Underprepare For Disasters, Wharton School Press2017.
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.