Kıymetli Takipçilerim, vakit buldukça LinkedIn sayfalarında buluşuyoruz ve siz onbinlerle ifade edilen etkileşimle beni ödüllendirdiniz. Çok teşekkür ediyorum. Bundan böyle sizinle hayatımın iş harici öğelerini de paylaşmak istiyorum ki, bu etkileşimimiz hobi, aile gibi iş hayatımızın yanında kişiliğimizi meydana getiren mühim unsurlardır. Bugünkü postum sanat hakkında;
“Güzeli severim Yaradan’dan ötürü” benim düsturum. Her konudaki güzel, estetik ve manalı sanat eserleri daima dikkatimi çekmiştir. Bugün size Yıldız Holding Koleksiyonu’nda yer alan benim ilk gözağrımdan söz etmek istiyorum.
Lise yıllarında Ülker Bisküvi Fabrikası’nda staj yaparken YKB’den gelen kalın bir dosya dikkatimi çekmişti, açtım içinden Hoca Ali Rıza karakalem resimlerinin baskıları çıktı. Mest olmuştum. Bunları hemen çerçeveleterek imalat dahil arkadaşlarımın odalarına astım. Böylece onları hepimiz görebilecektik. (YKB’ye müteşekkirim)
Ve sonra suluboya, yağlıboya Hoca Ali Rıza eserlerini buldukça, gücüm yettikçe aldım. İşte size bir seçki;
Memleketimize ve güzel İstanbul’a olan gönülden bağlılığımı beni tanıyanlar bilirler. Nereye gidersem gideyim, hızlıca evime, yaşadığım yere dönme isteğim, seyahatlerimi de hep kısa tutturur bana.
Sanatı düşünür ve onunla haşır neşir olurken de güzel İstanbul’umuzun manzaralarını konu eden eserler hep en çok ilgi duyduklarım olmuşlardır. Bu yüzden, bir İstanbul aşığı olarak bilinen Hoca Ali Rıza’nın eserleriyle yolumun kesişmesi, kaçınılmaz oldu. Alma şansına sahip olduğum eserlerin, sanatçıların emaneti olduğuna inanan biri olarak; bu yazımda sizlere, bizim koleksiyonumuzda da eserleri bulunan, üslûbunu yıllardan beri hayranlıkla izlemeye doyamadığım ressam Hoca Ali Rıza’dan ve eserlerinden biraz bahsedeyim.
Kaynaklara yaşadığı devri yaşatan ressam (1) unvanıyla geçen üstadımızın İstanbul peyzajlarından hangi birini görsem hep o yaşamadığım, yaşayamadığım devre göç eder zihnim. Tesellim ise şu: İki gözün bir imgenin netlikle zihne yansıması için iki farklı merceği kullanması gibi, bugünün İstanbul’u bir gözümde, Hoca’nın İstanbul’u öbür gözümde canlanır.
Kendisinin günümüze aktarılan sözlerinden biri de “Bu fani dünyadan bir gün göçüp gideceğim ama yeniden dünyaya gelmek olanağım olsa, Allah’tan yine ressam olmayı dilerim.” sözüdür. Gerçekten hayatına baktığımızda, bu konuda samimi olduğunu görebiliyoruz.
Ordinaryüs Profesör Süheyl Ünver, ‘İstanbul Risaleleri’ adlı eserinin beşinci cildinde yer alan ön söz metninde şu cümleleri kaleme almıştır: “Rıza Bey’in bunları hazırladığı zamanda fotoğraf yok mu idi? Vardı; fakat onlar, Rıza Bey’in duyup beğenip çizdiği detayları, bu kadar vuzuh ile gösterebilir mi idi? Fotoğrafları olanların diğer ressamlarımız gibi, bu eski ve kısmen de tarihi kahvehanelerimizin ve bir gün bütün hususiyetleriyle ortadan kalkacaklarını düşündüklerini zannetmiyorum. Bu lüzumu hissetmemiş olmalılar ki ecnebiler hariç, çoğu bu tarihî ödevi kavrayamamışlardır. Bugün İstanbul Boğaziçi’nde, Üsküdar’da toplumumuzun yaşayış yerlerinin bir tarihi olması lazım diye düşünebilecekler çıkar da bir şeyler yazmayı tasarlarlarsa Ali Rıza Bey’in çizdiklerinden müstağni kalmayacaklardır.” (2) ( Alıntı yapılan cümlelerdeki düzeltmeler, tarafımızdan yapılmıştır.)
Aynı kitapta Ord. Prof. Süheyl Ünver, ‘Üstad-ı Âlişan Ressam Rıza Beyefendi Hazretleri’nin Samimi Lisanından Söylenen Tercüme- i Hal-i Sûretidir’ başlıklı yazısında ressam, hocaların hocası Ali Rıza Hoca, icra ettiği işi şu şekilde ifade eder: ‘Mesleğim “peyzaj” ressamlığı olup sanat-ı resmin icap ettirdiği diğer sunuf-u teferruatından behreyâb olmak pek tabii olmakla yegâne zevk ve hissiyatım, memleketimin tatlı semaları altında zümrüdin menazırına serpilmiş yerli ve milli bir lisan-ı hayat söyleyen Osmanlı aşiyanlarını, mahallelerini, manzaralarını, meşcerelerini, asâr-ı âliye ve tarihiyelerini öldürmemek ve onlara bir hayat-ı dûra dur vermek olduğu için bu bâbda pek çok poşadlar, krokiler, gerek kalem gerek suluboya ve yağlı boya “tabii resimler”, kâmilen mahfuzum ve günden güne adetleri artmakta olan yadigârlarımdır.
Eski ve yeni poşadlarım ve ikmal edilmiş asarım vardır. İşbu asar-ı muhtelife, el-yevm koleksiyon halinde tertip edilmiş olarak darü’l – iştigalimde mevcuttur.
Askeri mütekaitlerinden Resim Muallimi Üsküdarlı Ali Rıza
Ressam Ali Rıza Bey ‘İstanbul ve Boğaziçi Ressamı’ olarak tanınmışsa da bu şehrin özellikleri dışına da çıkmış ve memleket içinden manzaralar getirmekten geri kalmamıştır. Eserlerinde Gebze, Değirmendere, Karamürsel ve Söğüt taraflarına da yer vermiştir. (3)
Türk resim sanatının hocası olarak bilinen Hoca Ali Rıza, yetmiş iki yıllık ömründe beş bine yakın eser sığdırmış, kırk yedi yıl askeri ve sivil okullarda resim öğretmenliği olmak üzere, elli beş yıllık meslek hayatında özellikle Osmanlı İstanbul’unu tasvir etmiştir. Resim öğrenimini Fransa’da gören ve yurda dönünce eşsiz ölü doğa resimleri ile meşhur olan Süleyman Seyyid’den faydalanmıştır. (4) Tüm başarılı çalışmaları nedeniyle de 1881 yılında, Sultan II. Abdülhamid tarafından Nişân-ı Mecidî ile ödüllendirilmiştir.
Sanat, insanı alıp hep bir yerlere götürür. Ali Rıza Hoca da eserleriyle bizleri, Osmanlı Dönemi’ndeki İstanbul’a, o dönemin mekân ve medeniyet nüanslarına, manzaralarına, sokaklarına, kendi merceğiyle ve tüm detaylarıyla öyle bir götürüyor ki eserlerini incelerken aslında geçmişe bakıyoruz. Ne büyük şans!…
Aslında kendisi peyzaj resimleri yapan ilk sanatçımız değildir. Döneminde Fransa’daki 1830 peyzajcıları adıyla anılan sanatçıların üslubunda eserler vardır; ancak bizim asker ressamlarımız arasında Hoca Ali Rıza’nın üslubu biraz farklıdır. (3) Manzara ressamlarımız arasında yer alan en pitoresk çalışmalar, Hoca Ali Rıza’ya aittir. Kendisi, sanatını icra ederken ilhamını doğadan almayı seçmiş ve saraydan çıkıp doğanın içinde resim yapan ilk Türk ressamı olmuştur. Böylesine yetenekli bir sanatçının birçok kaynakta da “Türklerin milli ressamı” olarak anılması hiç şaşırtıcı değil.
Üstelik aradan uzun yıllar bile geçse tabloların renkleri ilk günkü gibi capcanlı görünüyor. Öğrendiğim kadarıyla Hoca Ali Rıza’nın kendi lir tekniğidir bunun nedeni. Çok ince bir boyama tekniği ile yüzeylere ışıklı alanlar nakşediyor. (4)
Aslına bakarsanız Türk resminin virtüözlerinden Hoca Ali Rıza’ya, onun tekniğine duyduğum hayranlığım, lise yıllarıma kadar uzanıyor. Koleksiyonumuza kattığım ilk eserler, Hoca’nın desen ve özgün baskılarıydı. O zamanki Ülker Topkapı Bisküvi Fabrikasının işletme dâhil, tüm ofislere, bu eserleri çerçeveletip asmam lise yıllarımdaki ilk sanat faaliyetimdi.
Büyük bir vatansever olan Hoca Ali Rıza’nın en büyük arzusu, milletinin hayatına, kendi ifadesiyle “sadık ve hakiki tercüman” olmaktı. Bu gayeyle bizleri, Osmanlı’nın sosyolojik ve kültürel detaylarıyla da buluşturan eserleriyle kendi ekolünü oluşturmuş; özellikle şehrin yanan ve yıkılan yüzlerce hatırasını da tespit edip resmetmiş, bizlere mühim eserler bırakmıştır.
Kendisinin çalışkanlığı rutinlerine de sirayet etmiş. Sabah, gün ışığının ortaya çıkmasıyla birlikte Üsküdar’daki evinden eşeğine biner, gün boyunca Üsküdar’ı gezip resim yaparmış. Hatta bu nedenle Üsküdarlı Ressam Hoca Ali Rıza olarak da anılıyor yer yer. Gerçi genelde belgeci resimlerinden bahsettik ama hayali manzara resimleri de mevcut. Kendisi, bu çalışmalarına ise mutlaka “fikirden” diye not düşermiş.
Eserlerine zarar vermesinler diye fareleri beslermiş. Tüm hayatı üretme üzerine kurulu sanatçı, misafirliğe çok kıymet verirmiş ancak rivayet odur ki ziyaretlerde boş ve çok konuşan misafirlerine oldukça büyük lokumlar ikram edermiş. 😊
Guajları, taş baskı resimleri ve yağlı boya eserleri incelenirse onun daha çok kendi içine yönelik bir gözleme sahip olduğu görülür. İşin içine biraz hayal de katan duygulu bir doğa izlenimi olan ressamımızın eserlerinde; tarzını, kartpostal havasındaki peyzajlara götürdüğünü görebilirsiniz. Özellikle guaj boya ile doğa izlenimleriyle çok başarılı bulunur ki ben de bu eserlerinin hayranıyımdır ama portre desenlerinin de oldukça başarılı olduğunu belirtmek gerekir. Tüm bu farklı teknikleri (karakalem, guaj, sulu boya, taş baskı) denemesi de onun tek bir usule saplanıp kalmadığının, kendini ve sanatını hep geliştirmeye çalıştığının bir kanıtı olsa gerek.
Hoca Ali Rıza, İstanbul’un avlulu evlerini, Arnavut kaldırımlı dar sokaklarını, tüm estetik yetkinliği ile mükemmel resmetmiştir. Eserlerinden anladığım, o da işine ve İstanbul’a âşıktı. Hem resmetmeyi seçtiği yerlerin hem de sigara kâğıtlarının arkasını kullanacak derecede en ufak kâğıdı bile değerlendirmesinin sebebi bu olsa gerek.
Hoca Ali Rıza’nın Türk sanat tarihindeki öneminin nedenlerinden biri de ayrıntılardaki derinliğidir. Oldukça özenli ayrıntıları ve renk bilgisi ile kendinden önce gelen gelenekten ayrılmaktadır. Sanatçının tüm manzara resimlerinde, mavilerin ve yeşillerin ağırlıklı olması ünlüdür. Gerçek bir peyzaj ustası olan sanatçının figürleri ise genelde boyut belirleyici olarak kullandığını görürüz. Bu eserinde olduğu gibi, hacim yaratmak için ışık ve gölgeden de ustaca yararlanırmış.
Vatan aşığı olduğunu ve öğrencilerine bunu aşıladığını anılarından da anlayabiliyoruz.
Çok sevdiği öğrencisi Süheyl Ünver’e bir öğüdünde şöyle söylemiş̧:
“…En ufak bir kâğıdı bile atma. Hoşa giden her şeyi kaydet. Memleketimizin millî abide ve evlerini tespit et.
Dostlara ağırlık verme ve onları sık sık taciz etme.
Bize hizmet eden zavallıları minnetle yâd ederek gönüllerini şâd et. Onların yardımına koş̧.
Derviş̧ olmayarak derviş̧ meşrep ol.
Daima faydalı şeylerle meşgul olarak çalış̧.
Güzel sözlerle ruhunu incelt.
Güzel resimli defterler doldur. Küçükleri sevindir.
Her türlü mahlûka acı. Örnek bir vatanperver ol!’’ (5)
Bu güzel öğütlerinin yanı sıra yazıda yine dikkatimi çeken bir bölümü de sizlerle paylaşmak isterim:
Kırkambar dediği cep defterlerine, görüp ilgilendiği şeylerin resmini yaparmış sürekli olarak. Onu anlatırken “Çok ihtiyatlı bir insandı. Bir çantası vardı ki, talebesi ona da “kırkambar” adını vermişti. İçinde iğneden ipliğe her şey mevcuttu. Boyaların, kalemlerin ve kâğıtların çeşitleriyle doldurduğu bu çanta, ağır bir heybeden farksızdı; fakat üstat bunun da kolayını bulmuştu. Koltuğunun altına bir kopça dikmiş ve onun diğer tarafını çantasına iliştirerek koltuğunun altına aldığı çantanın ağırlığını bir hayli azaltmıştı. Çok pratik bir zekâya sahipti. Beğendiği bir yere oturduğunda, civardan hiçbir şeye ihtiyacı olmazdı. Zira resim yapabilmek için gerekli malzeme yanında mevcuttu.” (5)
Başka hoşuma giden bir öğüdünde ise “Can sıkılınca resim yapmayı bırakmalıdır. İstek bâki iken terk olunursa yine istekle çalışmak müyesser olur.” demiş.
Aslında bunun sadece resim yapmak için değil, hayatın her alanında geçerli olduğuna inanıyorum. İşini severek yapmak, o andan zevk alıyor olmak her türlü işe de yansıyor. Bakan, gören, tadan, deneyimleyen herkes de bunu hissedebiliyor.
“İnsan resim yaparken ekseriyetle kendi hatasını göremez; fakat başkasının hatasını çabuk görür.” Bu da yine sadece resimle değil hayattaki her şey için çok doğru bir öğüt kanımca.
Ömrünü, çok sevdiği bu güzel topraklarımızı bize de sevdirmek için resme adamış bu güzel ruhlu sanatçımızın hayatı, kendi deyimiyle “Ne iş yapıyorsak yapalım, memleketimize hayırlı olmayı amaçlamak’’ açısından da güzel bir örnek teşkil ediyor.
Biliyorsunuz, bizlerin geçici olduğu dünyada eserler kalıcıdır. Onlara baktıkça da geçmişini çok merak ederim. Sanatçı bunu neden yapmış, ne göstermek istemiş, benden önceki sahipleri ya da sergilendiği müzelerde esrleri izleyenler neler hissettiler?
Bu süreçte çok kıymet verdiğim Hoca Ali Rıza ve sanatı hakkında edindiğim bilgileri sizlerle paylaşmış oldum. Umarım keyif aldınız. Eğer eski İstanbul’u merak ediyorsanız mutlaka eserlerini inceleyiniz.
Kendisini bu vesileyle hayırla anmış olduk. Rahmet olsun.
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.
Kaynaklar:
1 Nigâr Taşlıcalı, https://core.ac.uk/download/pdf/80960722.pdf
2 A. Süheyl Ünver (2015), İstanbul Risaleleri – 5, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları
3 Adnan Turani (2020) Dünya Sanat Tarihi, İstanbul:,Remzi Kitabevi,2020
4 https://tr.wikipedia.org/wiki/Hoca_Ali_R%C4%B1za
4 Prof. Dr. Kıymet Giray, Ankara Resim ve Heykel Müzesi Başyapıtlar, Cilt 1 https://arhm.ktb.gov.tr/catalogs/detail/2005/basyapitlar-i.cilt
5 A.G. Sayar (1994). A. Süheyl Ünver, Hayatı Şahsiyeti ve Eserleri, 1889-1986, İstanbul, Eren Yayınları