SİZ HİÇ MEŞK ETTİNİZ Mİ?
Benim cevabım, pek seyrek ve az. Hatırladığım rahmetli Cerrahi Şeyhi Tosun Bayrak Beyefendi ile Upstate Newyork’ta buluştuğumuz akşam elime tutuşturulan musiki defteri ve meşk sonrası yenilen harika akşam yemeği, Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Tosun Baba ile İstanbul, Kandilli’de komşu idik. Bosnalı yetimlerin himayesi için çabalarken tanışmıştık. Onu tanımamış olanların keşke deyip hayıflanacakları mümtaz bir şahsiyetti; bir sanatçıydı; bir entelektüeldi. Bir yazımda ondan söz etmiştim (https://muratulker.com/y/estetik-zevki-gelismis-bir-toplum-pek-faydalidir/) Tavsiyem Amerika’da Bir Türk: Şeyh Tosun’un Hatıratı isimli kitabı okuyup onu tanımanızdır. (https://www.kitapyurdu.com/kitap/amerikada-bir-turk-seyh-tosunun-hatirati/278438.html).
Ben çocukluğumda, ilkokul sıralarında Kuran okumayı öğrendim. Daha sonra Arap harfleri ile yazmayı bir haftada sökmüştüm. Elli yıldan beri de meşk usulü dini dersler gördüm. Ama bu geleneksel usul bana daima verimsiz ve yavaş gelmişti. İyi bildiğim Almanca ve İngilizcenin yanına Arapçayı ekleyemeyişimin tek değil ama bir nedeni de belki bu geleneksellikti.
Tabii Y, Z kuşağı derken dünya tamamen değişti. Kraliçe Viktoria tipi bir devlete bürokrat yetiştirmek için var olan Batı eğitim sistemi ve bilinen meslekler artık geçersiz!
Duymuşsunuzdur, Finlandiyalılar bu işte öncüler ve bizde çalışanlarımıza yakın gelecekteki yeni meslekleri edinebilmeleri ve yeni yetenekleri geliştirebilmeleri için Yıldız Akademi’yi kurduk. Medyanın yerini sosyal medya ve networklerin (ağlar) aldığı, iletişiminse Whatsup gruplarına indirgendiği bir çağda süratle ilerliyoruz.
Gençler ise bizden çok farklı, artık bir şey bulmak öğrenmek için istemeleri yeterli, devamlı tüm dünya ile iletişimde olabiliyorlar. Süratle sınırsız kaynaklara ulaşabiliyorlar. Ve tabii içlerinde çok hırslı, çok başarılı olanlar var. Çok okuyorlar, çok biliyorlar. Bizim gibi de değiller ve gelecek onlar…
Süratle değişmemiz lazım, eskileri meşk etmek yerine yeni bir şeyler söylemek gerek.
Ama altta linkini verdiğim yazıda tamamen bize mahsus bir alanda meşk anlatılıyor. Belki de meşk usulü hüsnü hatta devam etmeli. Lütfen okuyun, tefekkür edin ve bana fikrinizi yorumlarda iletiniz.
Hattat Erhan Bektaş ile hüsn-i hat sanatında meşk usulü üzerine bir e-mülakat gerçekleştirdik.
Hazret-i Ali’ye (ra) izafe edilen “Güzel yazı hocanın öğretişinde/meşkinde gizlidir. Kıvamı çok yazmakla, devamı İslâm dinini yaşamakla olur” sözünü hüsn-i hatla meşgul olan hemen herkesin malumudur. Bu mülakatta günümüzün genç hattatlarından Erhan Bektaş ile yazı sanatında meşk usulünü teşrih masasına yatırdık.
İbrahim Ethem Gören: Erhan Bey, evvelemirde geleneksel sanatlar meşki denildiğinde ne/neler anlaşılmalıdır?
Hattat Erhan Bektaş: İbrahim Ethem Bey, malumunuz olduğu üzere meşk en genel tanımla; hüsn-i hat, tezhip, musiki gibi geleneksel sanatlarımızın eğitim sürecindeki usuldür. Türk musikisindeki anlamına benzer olarak Hat Sanatı’nda da, usta ve çırağın ıztırari olarak birlikte çalışmalarıyla, geçmişten tevarüs eden geleneksel sanatlarımıza ait inceliklerin ve bu vesileyle meydana getirilen eserlerin yüzyıllar boyu nesilden nesle intikalini sağlayan bir eğitim yöntemidir. Bu usul ile sanatında ilerlemek isteyen talebede rüsuh meydana gelmektedir.
Meşk, Arapça bir kelime olmakla birlikte geleneksel sanatlarımızda ustanın çırağına, taklit ile öğrenmesi için verdiği derslerin inkıtaa uğramadan devam etmesine verilen addır. Diğer taraftan meşk, yalnızca sözlükteki “taklit etmek” anlamıyla dar bir çerçeveden değerlendirilmemelidir. Nitekim usta-çırak ilişkisi ile süregelen kültürel aktarım meşkin yalnızca taklit olmadığını tevsik etmektedir.
Meşk etmeye ve usulüne de nazar edelim…
Hay hay… Meşk etmek, öğretimin ve öğrenimin birlikte gerçekleştiği, dersi/alıştırmayı ve birlikte çalışmayı da içine almakta; usta yönünden ders verme anlamına gelirken, çırak için ders almak anlamını taşır. Meşk usulünde, talebeye usul ile birlikte meşkin bir bölümü veya bütünü defalarca tekrar ettirilebilir. Ta ki meşkin ilgili bölümü istenilen şekilde yazılsın.
Talebeler, bazı yazı çeşitlerinde meşkin bir bölümünde takılmakta, bu durum defalarca aynı meşkin yazmasına neden olduğundan bazı genç talebelerce yazı terk edilebilmektedir. Nitekim bu vesileyle talebenin sabrı sınanır, yazıyı ileride bırakacağına baştan bırakması sağlanmış olur. Böylece hocasının ve kendisinin uzun süreli emeklerinden sonra yazıyı terk etmesinin önüne geçilmiş olur.
Meşk usulü ise, talebenin bir sanat dalındaki kaideleri, hocasının da dâhil olduğu ekole ait tarz ve üslûbuyla birlikte öğrenerek, kendine özgü tavır ile ekolünü devam ettirmesidir. Meşk usulü, sanatkârların teselsül eden şeceresinin tespit edilmesini ve kendi ekolü içerisinde sanatın kemâlini sağlaması vesilesiyle geleneksel sanatlarımızda yüzyıllardır tercih edilmektedir. Nitekim günümüzde dahi, konservatuarların bazı bölümlerinde bu usul ile ders verilmektedir.
Meşke başlamada belli bir yaş sınırı bulunmaz ancak, meşke kabul edilecek talebenin edeb ile sanata talip olması beklenir… Diğer taraftan icazete hak kazanma süresi ise talebenin yeteneğine ve sabır ile eğitime devam etmesine bağlı olarak genellikle uzun sürmektedir.
Sözün bu yerinde hüsn-i hatta özgü bir kavram olan “Meşk Yazısı”nı da konuşalım…
“Meşk Yazısı” ilk olarak Kurân-ı Kerîm’in cem edilerek Mushaf haline getirildiği Hz. Ömer (ra) döneminde sıkça kullanılan, kûfi, ma’kıli gibi sert köşeli yazıların yerine görece daha geometrik ve yuvarlak hatlara sahip yazılara verilen isimdir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz, Kurân’ın nazil olduğu ve yazının henüz kemik veya safranla inceltilmiş derilere yazıldığı dönemde dahi, Hz. Ali (ra) Efendimize yazıyı güzelleştirmesi için tavsiyelerde bulunmuş, bizzat bazı harflerin nasıl güzelleştirileceğini de tarif etmiştir.
İslam sanatlarımızda tasvirin tercih edilmemesi nedeniyle, kufi gibi köşeli ve sert bir yazı stili yerine, zamanla yuvarlak hatlara sahip meşk yazısı gibi birçok yazı çeşidi ortaya çıkmıştır. Meşk usulünün ise, meşk yazısının geliştirilmesi sürecinde ortaya çıkmış olması muhtemeldir.
Hat sanatında “eğitim” için de müstakil bir paragraf açalım…
Hat sanatındaki eğitim, diğer geleneksel sanatlarımızda olduğu gibi meşk usûlüne bağlı olarak, usta-çırak ilişkisi içinde yürütülmektedir. İbn Mukle’nin, harflerin geometrik yapılarını, oranlarını ve birçok kaidesini tespit ederek ortaya koyduğu Aklâm-ı Sitte (altı çeşit yazı stili), yazının insicamı için temel rehberdir. Sonraki dönemde, Yâkut Musta’sımî ve Şeyh Hamdullah gibi hat sanatının önde gelen üstadları tarafından önce harflerin fizikî estetiği, görece nisbetleri ve incelikleri açıklanmış, ardından aklam-ı sittenin estetik oranları belirlenerek, hat sanatında yeni bir rehber ortaya konulmuştur. İlerleyen dönemlerde ise, Mehmet Şevki Efendi’nin sülüs-nesih hat meşkleri, sülüs-nesih yazıda hat sanatı eğitiminde rehber olmuş, halen İstanbul olmak üzere Kahire, Bağdat ve Şam’da Osmanlı Hat Sanatı üslûbu bu meşkler üzerinden öğretilmeye devam edilmektedir.
Osmanlı dönemindeki ilkokul mekteplerinde “Ahlâk ve Güzel Yazı” adıyla çocuklara yazı meşki dersi verilmiş, istidadı olan gençlerin bu alanda yetiştirilmesi sağlanmıştır. Osmanlı’nın son döneminde Medresetü’l-Hattâtîn açılmış, talebeler bu okulda yetiştirilmiştir. Buna ilave olarak, bazı külliyelere “Dârütta‘lîm” ismiyle hat meşkine mahsus bir oda tesis edilmiş, dönemim üstadları talebelerine burada dersler vermiştir.
Böyle bir oda Nuruosmaniye’de tesis edilmiştir.
Evet, Nuruosmaniye Medresesi’nde Abdullah Zühdü Efendi’nin derslerine mahsus bir odanın olduğunu biliyoruz. Yine Ali Alparslan Beyefendi’nin Süleymaniye Kütüphanesi/Medresesi’nde ders verdiği talebelerince malumdur.
Böyle bir girişten sonra “Hat Sanatında Meşk Usulü”ne gelelim…
Hz. Ali (kv) Efendimiz: “Güzel yazı, hocanın öğretişinde (meşk) gizlidir; olgunlaşması çok yazmakla, devamı da İslâm dini üzere olmakla olur.” ifadesiyle, hat sanatında eğitim usulünün temellerini ortaya koymuştur. Buradan hareketle hat sanatı öğretiminde muhakkak bir hocaya ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim, hat sanatında kendi kendine yetişme gibi bir usul bulunmamaktadır. Böyle bir eğitim metodunda hataların tekrarı ve eğitimin uzun bir zamana yayılması ve sanatın tekâmül edememesi gibi olumsuzluklar bulunmaktadır. Sanat yeteneğinin iptidai bir yapı yerine, kaideli seviyeye ulaşması, geleneksel usulde yetişmiş bir üstadın meşk usulünün tedrisatı ile mümkündür.
Yazı talibinin meşk süreci?
Talebe, temel olarak, hurufat (harfler) ve mürekkebat (harflerin birbiri ile birleşimi) meşklerini tamamladıktan sonra yazı öğrenimini tamamlar. Öğrenciye kabiliyetine göre seçilen (Rika, nesih ya da sülüs gibi…)yazı stilinde, harfler teker teker, geometrisiyle, ölçüleriyle tarif edilerek hocası tarafından yazılır. Harflerin tamamlanmasının ardından aynı süreç, tüm harflerin birbiri ile birleşimi için de tekrarlanır. Her bir harf, her bir birleşim, her bir detay tekrar tekrar yazılır, talebe, hocasının istediği ölçüde, kaidelere uygun yazana kadar süreç devam eder.
Hat sanatı eğitiminde sülüs-nesih yazıya özel olmak üzere eğitime başlarken harfler meşk edilerek değil, “Rabbi yessir ve lâ tüassir Rabbi temmim bi’l-hayr” duasının yazılmasıyla başlanır. Henüz harfleri ve harflerin birbirine göre birleşimini meşketmemiş bir talebenin, bu denli zor bir satır yazısını yazması pek muhtemel değildir. Ancak bu da meşk usulüne dâhildir. Nitekim bu suretle talebenin yeteneği, sabrı ve hevesi sınanarak, yeterince kabiliyetli veya istekli olmayanların kendiliğinden yazıyı bırakması sağlanmıştır.
Sonra…
Sonra hoca, talebeye vereceği meşk örneğini yazarken, talebe dikkatle izler, akabinde üstadlar tarafından yazılmış meşk murakka’larından da yararlanılır. Harflerin tariflerini daha iyi açıklamak için yumurta, at ve kedi kulağı, armut, kâse, tekne, küp, göz, çanak, boyun, ağız gibi benzetmeler sıkça kullanılmaktayken, bazı tariflerde ise harf bünyesinde eksik ya da fazla olan kısmın miktarını anlatmak için “pirenin ciğeri kadar ” tabiri de kullanılır. Zira bu tabir talebenin, yazıyı ne kadar hassas bir ölçü ile harfin tarif edildiğinin idrakine varmasına vesile olmaktadır.
Talebe, bir hafta sonraki meşke kadar hocasının yazdığı meşki talim ederek, nihayetinde kendisine verilen meşki takliden hazırlar. Hocası ise talebesinin yazısını lâl (kırmızı) mürekkep ile değerlendirir. Talebenin meşkinde çok beğenilen kısımlar daire içerisine alınarak bu harflere “kırmızı kaftan” giydirilir! Beğenmekle birlikte kırmızı kaftan giydirilecek seviyede olmayan yerler için ilgili harf/harflerin altına düz bir çizgi çekilir.
Diğer taraftan talebenin yazısında bir kısmı ya da bütününü tenkid etmek gerekiyorsa, öncelikle bozuk harf üzerinde düzelterek gösterilir. Ancak bozuk harf düzeltilemeyecek şekilde ise talebe yazısının altına bu harf/harfler hocası tarafından yeniden yazılır. Talebenin yazısının altına hocasının yeniden yazdığı kısımlara ise “çıkartma” denilir. Nitekim tamamı bozuk bir yazının altına tüm meşk yeniden çıkartma olarak yazabilir. Özellikle talik yazı eğitiminde hoca, kendi çıkartmalarının da altına “sin, ayn, ya” (çalış) harflerinden müteşekkil bir işaret koymaktadır. Bu işaret, hocası tarafından talebenin daha gayretli çalışmaya teşvik edilmesinin meşk usûlündeki tezahürüdür. Talebe tarafından yazılan meşkin bazı kısımları tenkid edilmekle birlikte hocası tarafından beğenilmesi durumunda ise altına “aferin” ibaresini yazar.
Talebe, hocanın ilgili tashihlerini dikkate alarak aynı meşki tekrar çalışır ve sonraki hafta hocasına meşkini tekrar gösterir. Talebe, meşkinin altına çokça çıkartma (3 veya daha çok) almazsa sonraki derse geçer. Sülüs-nesih eğitiminde, harflerin ve harf birleşimlerinin ayrı ayrı meşk edilmesinin tamamlanmasının ardından hoca, talebenin meşkinin altına “Temmeti’l-hurûf bi-avn’illâhi’l-meliki’r-raûf” (Allah’ın yardımıyla harfler tamamlandı) ibaresini yazar. Ve bu satır sonraki meşk ödevi olarak kendisine verilir.
Mürekkebât meşkine de değinelim…
Mürekkebât meşki, her harfin ve kelimenin satırda aldığı ayrı bir şekil ve satıra mahsus bir kaidesi bulunduğundan, pek zor bir safhadır. Harfleri ve birleşimlerini öğrenen talebe, sülüs-nesihte Elif Kasidesi’nin metnini, öğrendiği kaidelere göre satıra aktarır. Bu açıdan mürekkebât meşki, en az “Rabbiyyessir Meşki” kadar zorlayıcıdır. Kompozisyon, boşluk, leke dağılımı ve denge gibi temel istif kurallarından birçoğu bu safhada meşk edilerek aşama aşama öğrenilir.
Sözü, icâzetnâmeye getirelim…
Harflerin birleşimi (mürekkebât) ve Elif Kasidesi’nin her bir satırı ayrı ayrı meşk edilip, tüm derslerde başarı gösterdikten sonra, hocası talebeye Kur’ân-ı Kerîm’den bazı ayetleri satır ile istif yapması için verir. Talebe, tüm sanat zevkini de ortaya koyarak insicamlı bir yazı yazmaya çalışır. Meşk, bir süre de böyle devam ettikten sonra hocası talebeye, geçmiş dönemin büyük üstadlarının yazılarından bir örnek vererek takliden yazmasını ister. Hocası ve hayatta ise onun da hocası talebenin hazırlamış olduğu metinin altına; icazete hak kazandığını belirten, talebeye ilgili sanatı icra etme, öğretme ve eserlerine imza koyabilme yetkisi veren, icazet metnini yazar. İcazet metninde ise genellikle; besmele, hamdele ve salveleden sonra icazet verilen kişinin ismi ve meziyetlerine yer verilerek, hocasının tasdiki ve kendi künyesini tarih ile birlikte kaydeder. Bu şekilde meydana gelen levhaya o talebenin ‘icazetname’si denilir.
Bundan sonra…
Bundan sonra mücaz talebe, yazılarına imza koyacağı zaman, satır şeklinde hatt-ı icâze ile eserinin alt kısımda uygun bir yere imza metnini yazar ya da muhtelif kaideleri bulunan istif şeklinde tasarlamış olduğu imzasını (örn; “ketebehû Ahmed” ifadesi), yazmış olduğu levhanın sol tarafında, alt kısımlardaki uygun bir yere yazar. Satır şeklinde yazılan imzalarda, yazının içeriğine veya diğer özelliklerine göre “nemakahû, harrerehû, nakalehû, meşşekahû ibareleri ile başlaması da usûldendir. Diğer taraftan bazı üstadlar yazılarındaki görkeme rağmen mütevazı bir uslub ile imza satırlarının baş kısmında el-fakîr, el-hakîr, el-müznib… gibi yazının mahiyetine nazar ederek kendisini adeta sîğaya çeken veya tenkid eden ifadeler kullanmaktadır.
Yazı ekollerinin devamında da meşk mühim bir vazife ifa eder.
Evet, İbrahim Ethem Bey, meşk usulü vesilesiyle Kadıasker Efendiler, Mahmud Celaleddinler, Sami Efendiler gibi birçok üstadın ekolleri kendilerinden sonra devam ettirilebilmiş ve yazı sanatımızın tekâmülü içerisinde bu ekoller kendilerine yer bulabilmiştir. Nitekim yazı sanatımızda bu yazı ekolleri büyük bir zenginlik arz etmektedir. Bu sayede meşhur hattatlarımız yazılarına imza dahi koymasalar yazı tavırları, kalem hareketleri, harekeleri koyma şivesi vs. gibi birçok detay ile yazının kendisine ait olduğunu ortaya koyabilmiştir.
Mehmet Şevki Efendi, dayısından meşk talim ettikten sonra dönemin en büyük okulu olan Kadıasker ekolünden devam etseydi, bugün sülüs yazıda Şevki Efendi üslûbunu konuşuyor olamayacaktık.
Mühim bir meseleye temas ettiniz Erhan Bey.
Evet, mühim, çok mühim… Bu keyfiyet, daha doğrusu yazının terkip ve asliyet şuuru çok önem arz ediyor. Maamafih hattatların ilk dönem yazıları ile son dönem yazıları arasında dahi tekâmül cihetinden farklılıklar bulunması tabiidir. Ancak günümüzde mücaz talebeler, uğraştıkları yazı nevinde ihtisas yapmadan celi yazma gayretine girmekte ve kalıp yazıları ile hemhâl olmaktadır. Bunun maalesef sanatımıza dair menfi neticeleri olacağını söylersem sanıyorum yanılmış olmam.
Bir zaman, işaret ettiğiniz menfi neticelere dair “Hat Sanatı Nereye Gidiyor?” serlevhalı bir yazı kaleme almıştım…
Mezkûr yazınızı okudum. Bu yazıya da bir nevi kaynak oldu.
Ahir kelam babından hüsn-i hatta dijitalleşmeye de değinelim.
Günümüzde medeniyetimizi bir bütün olarak tahakküm altına alan dijitalleşmenin, yazı sanatımızı da olumsuz etkilediğini üzülerek müşahede ediyoruz. Dijital imkânların artması ile kalem sahibi üstadların yazıları “becerikli programlar” ile kopya edilerek kalıp oluşturulabildiği, hatta bu malum programlarda kalemin kâğıtta bıraktığı homojen olmayan izlerin yani hârelerin dahi taklit edilebildiği bilinmektedir.
Maalesef dijitalleşmeyle ilerleyen süreçte sözüm ona yapay zekâ teknolojisi istifleri de yapabilir hale geldiğinde bir “Hattat’a ihtiyaç kalmayacaktır! Nitekim, Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın dahi Kur’ân-ı Kerîm’in yazımı için bilgisayar hattı denilen, dijital ortamdaki harfler(?)den yararlanarak vücuda getirilen baskıları çok yaygındır.
Diğer taraftan bilgisayar hattı denilen bu yazı biçimi, sanatlı olması bir yana nesih yazının birçok kaidesini değiştirmektedir. Bu nedenle, bilgisayar hattı ile basılan Kur’ân-ı Kerîm’lerden okuyanların, nesih yazı ile yazılmış bir Mushaf-ı Şerif’i okurken zorlanması muhtemeldir. Dahası, dijital mecralarda Diyanet İşleri Başkanlığı’mızca basımı yapılan dijital nüshalardaki bilgisayar hattı internet ortamında yayıldığından, hat sanatı meraklılarını internet ortamında ilk olarak bu yazılar karşılamaktadır.
Meşk ile usta-çırak ilişkisiyle öğrenilen ve icra olunan sanatlarımız ile ilgili olarak, dijitalleşmenin teşvik edilip ödüllendirildiği bir ortamda, geleneksel sanatlarımızın toplum nazarında inkişaf etmesini ummak sanatlarımıza yapılacak büyük bir haksızlık olacaktır. Naçizane talebimiz odur ki, icazet silsilesini bozmadan, geleneksel usulde verilen icazetlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı ya da Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde tasdik ve tevsik olunmasıdır. Böylelikle geleneksel sanatlarımızın iade-i itibarı söz konusu olacaktır.
İlginiz için teşekkür ediyorum Erhan Bey.
Ben de müteşekkirim İbrahim Ethem Bey.
İbrahim Ethem Gören/24.05.2023-Yazı No: 351