Düşünce Yazıları

DEĞERLERİMİZ VE DEĞER YARGILARIMIZ FARKLI MI?

LinkedIn

İYİ ve KÖTÜ MUTLAK mıdır?

Konumuz İnsan ve Değerleri kitabı, yazarımız alanında dünyaca ünlü Felsefe Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, 1936’da İstanbul’da doğmuş. Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nün kurucusu olan yazar, 1997 yılından itibaren Maltepe Üniversitesi’nde İnsan Hakları ve Felsefesi Uygulama ve Araştırma Merkezinin yöneticisi ve bu Merkezin bünyesinde kurulan UNESCO Kürsüsünün başkanıdır. Kuçuradi tarafından felsefe üzerine yayınlanmış pek çok kitap ve yayın bulunuyor. Son zamanlarda Hoca’nın Youtube vidyoları sıkça paylaşılıyor. Onun önemli metinlerinden biri olan “İnsan ve Değerleri” kitabını (*) paylaşarak tartışmalara katkı sağlamak istedim. Aynı zamanda bu kitap değer felsefesi çerçevesinde düşünürün sanat ile ilgili görüşlerini de içeriyor.

Kuçuradi’nin bu kitabı yazmasının sebebi her gün karşılaştığımız ve bizi rahatsız eden bir olgu: Aynı insanların, aynı eylemlerin, aynı kararların, aynı eserlerin, hatta aynı olguların (fenomen) farklı kişiler tarafından farklı şekillerde değerlendirilmesi, yorumlanması, açıklanması ve herkesin kendi bakış açısını haklı olduğuna inanarak diğerlerine dayatma çabası! Hepimizin karşılaştığı, kaygılandıran bir durum …

Nihayetinde aynı şeylerin herkes tarafından farklı değerlendirilmesi ve her bir değerlendirmenin tek doğru değerlendirme olarak ortaya çıkması, insanların birbiriyle çatışmasına, toplumda huzursuzluğa, beraber yaşamanın imkansız hale gelmesine neden oluyor. Bu sorunlar yüzyıllardır tartışılıyor. Ancak ne yazık ki, tartışılan yaşamın içindeki değer sorunları yerine değer kavramı oluyor.

Kimi düşünürler değerlerin “göreli olduğunu”, kimileri ise bu düşünceye karşı değerlerin “değişmez ve evrensel” olduğunu öne sürmüşler asırlardır.

Kuçuradi’ye göre, eskiden felsefi görüşlerden yola çıkılarak felsefe yapılıyormuş, şimdi ise insanlar yapılan eylem her ne ise, yapılanı meşrulaştırma niyetiyle, yapılanın “felsefesini” sonradan yapmaya çalışıyor. Fakat düşünürün görevi, olan bitenin temelini göstermek, bunu göremeyenlere de yardımcı olmaktır.

Belirli bir değere sahip olmak, “değer olmak”tan ayrılmalıdır. Bazı düşünürlerin yapmış olduğu hata, bu iki ayrı problemi tek bir problem olarak ele almış olmalarıdır.

Kuçuradi’ye göre, “değerler veya değer göreceli mi yoksa mutlak mıdır?” sorusu aslında yanlış sorulmuş bir sorudur. Çünkü bu gibi durumlarda tez gibi antitez aynı mantıkla savunulabilir. İyi bilinen şey değişebilir. Böylece değerlerin mutlak olduğunu savunmak yanlış olur.

Kuçuradi kitabı, değerlendirme etkinliğine antropolojik bir yaklaşımın ürünü olarak yazdığını belirtiyor, değer problemi yalnızca “etiğin” bir problemi olarak değil, insanın bütün yapıp ettikleri ve ortaya koyduklarıyla ilgili bir problem olarak karşımızdadır, diyor.

Şimdi bugünün değerleri geçmişten farklı mı olmalıdır?

İnsanlığın mutluluğu ve geleceği uğruna her şey yapılabilir mi, yoksa peşinde olduğumuz şey keşfetmenin ve erkin hazzı mı?

Aynı insan “kamil” (en mükemmel) ve sefil (aşağılık) olabilir mi, ölçümüz nedir?

Ben okuduklarımdan anladıklarımı sizlerle paylaştım. Ama tabii ki kendi yaşantım ve görüşüm açısından; umarım Kuçuradi hoca beni bağışlar.

(*) Kuçuradi, İ. (2020). İnsan ve değerleri, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları,  ss112.

 

Değerlendirme aslında insanın hayatın içerisinde türlü ilişkileri içinde kaçınılmaz olarak gerçekleştirdiği bir etkinliktir. İnsan, bilincinde olsun ya da olmasın yaşamının içinde kaçınılmaz olarak değerlendirmeler yapmaktadır. Yani her birimiz yaşamın içinde olan bitenleri, durumları, çevremizdeki diğer insanları ve kendimizi değerlendiririz. Zira gün içinde yaşama devam edebilmek demek bir sürü karar almak demek, bunun için de sürekli işleyen bir değerlendirme zinciri içerisindeyiz. Kuçuradi bunu şöyle dile getirmektedir: “Kişinin başka kişileri, olayları, durumları, kendisi ve genellikle tek tek şeyleri değerlendirmesi insanın bir yapı özelliği, bir var olma şartıdır.”

Peki insan olma ve hatta bir toplumun parçası olma yolunda bizim için bu kadar kritik olan bu değerlendirme eylemini ne kadar sağlıklı yapabiliyoruz, bu zamana kadar bu konuda neler düşünülmüş derseniz tarihsel olarak konuyu ele almakla başlayabiliriz; Antikçağ düşünürlerinden bugüne dek gelen birçok görüşte, değerler görelidir. Yani, aynı zaman dilimi içerisinde, toplumdan topluma ve/veya aynı toplumda zaman geçtikçe değişir. Değer ise sübjektiftir. Yani aynı toplumda bireyden bireye değişir. Bu ayrımı net şekilde ortaya koymayan düşünceler, aynı objenin değerinin, yapılan farklı değerlendirmelerin sonucu olarak ortaya çıktığını savunurlar.

Oysa gerçek, değer yargılarının değişmesi ve aynı şeyin değeriyle ilgili yargıların değişmesidir. Genel değer yargılarının değişmesi ve özel değer yargılarının farklı olmasıdır. Bir şeyin değeri ona biçilen, atfedilen değerle ilgili değildir.

Bahsedilen düşünürlere göre, farklı toplumlar ve çağlar aynı “değer”den farklı şey anlıyorsa; aynı şeye bazen “iyi”, bazen de “kötü” deyip yasaklıyorsa, değişmez bir “değer” yoktur.

Bazı felsefecilere göre değerin kişilerce yüklenen veya biçilen bir şey olduğu, buna göre de değerlendirilen “şeye” ilişkin uygun bir değerlendirmenin yapılamayacağı, doğru değerlendirmelerden söz edilemeyeceği, yani bütün mantıksal değerlendirmelerin aynı derecede meşru olduğu savunuluyor.

Değer yargıları değişse de “değerlerin değişmediğine”, mutlak olduğuna inanan düşünürler, belli bir değere sahip olma ve bir değer olma arasında ayrım yapmazlar. Bu nedenle değerleri varoluş bakımından mutlak “ideal varlıklar”, “ideal nitelikler” olarak görmüşler. Böylece “iyi”nin bir değer, hatta içinde bulundukları grubun “baş değeri” olarak görmüşler.

Bunun sonucunda, iyi-kötü zıtlığından dolayı, “yüksek” dedikleri değerleri zıtlıklar halinde ele almışlar. Örnekler sevgi- nefret, soyluluk- bayağılık gibi kavramlar ile çoğaltılmış… Bu düşünceye göre, “iyi” pozitif bir yüksek değer, “kötü” ise, negatif bir yüksek değer.

Kuçuradi’ye göre, “değerler veya değer göreceli mi yoksa mutlak mıdır?” sorusu aslında yanlış sorulmuş bir sorudur. Çünkü bu gibi durumlarda tez gibi antitez de mantıkla aynı şekilde savunulabilir. Ve “iyi” denen şeyler de değişebilir. Değerlerin göreliliğini ve değerin mutlaklığını sonuçlandırmak yanlış olacağı gibi, iyiyi yüksek bir değer olarak belirlediğimizde, değerlerin mutlak olabileceğini savunmak da yanlış olacaktır.

Müslümanlıkta bu “İman” etmeye bağlanmıştır. Bilinmeyene yani Allah tarafından indirilene iman edildiğinde insan değer kazanır. Peygamber Ahlakı dediğimiz kriterler ise hayatta imanın korunması ve devamı için uyulması gereklidir.

Kuçuradi daha sonra kitabını “değerlendirme etkinliğine” antropolojik bir yaklaşımın ürünü olarak yazdığı, belirtiyor, değer problemi yalnızca “etiğin” bir problemi olarak değil, insanın bütün yapıp ettikleri ve ortaya koyduklarıyla ilgili bir problem olarak karşımıza çıkarılmıştır, diyor ve sonraki bölüme geçiyor.  

Değerlendirme ve Değer Atfetme

Değerlendirme insanın bir var olma şartıdır. Kişi, insanları ve kendini değerlendirmeden, olayları ve durumları değerlendirmeden yaşayamaz, diyerek devam ediyor Kuçuradi.  Değerlendirme tarzlarını da üç başlıkta ele alır; değer atfetme, değer biçme ve doğru-yanlış değerlendirme.

Değer subjektivizminin, (kişiye göre değişen değer denilebilir) anlaşılması için bir örnek: Değerlendirme, bir şeye değer atfetme yoluyla değerlendirme olarak anlaşıldığında, bunu anlamak kolaylaşacaktır. Kıymet verdiğim bir insanın bana belirli bir durumda vermiş olduğu ucuz bir hediye veya jest yalnız benim için değerlidir; çünkü ben o tarağa, kendi dışında olan bir nedenden dolayı değer atfediyorum. Bir olaya veya bir insana birisi belli bir değeri, başka birisi ise bir başka değeri atfedebilir; çünkü onların bu insanla veya olayla özel ilişkileri yani geçmişleri ve gelecek beklentileri farklıdır. Doğal olarak da burada atfedilen değerin değerlendirilen şeyin kendi değeri ile bir ilgisi kalmamış olur.

Oysa değerlendirilen olay veya insanın her zaman kendisine ait bir değeri vardır. Bu olay ve insanın önemi, kıymeti birisi için başka, bir diğeri için daha başkadır. Bir şeyin önemli olarak görülmesi, kişilerin özel gerçekliklerine bağlıdır. Böyle durumlarda, kişi için bir şeyin önemi ve değeri aynı şey olabilir.

“Ey iman edenler, siz Allah ve resulünü her şeyden daha fazla sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız” hadisiyle (1) bu peygamberimiz tarafından Müslüman olmanın şartı olarak verilmiştir.

Kuran’da da şöyle buyurur Allahü Teala (2): 

İnsanlardan kimileri vardır ki, Allah’tan başka bazı varlıkları Allah’a denk tanrılar sayar da bunları Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise en çok Allah’ı severler. Keşke zalimler -azapla yüz yüze geldiklerinde anlayacakları gibi- şimdi de bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu anlasalardı!

Bu kesin şart olan bir değer yargısıdır.

Bir şeyin kendi alanı veya benzerleri arasındaki yeri, onun değeridir. Bu bakımdan bu “değer” sözünden muhakkak olumlu bir anlam çıkarmak yanlış olur. Ancak, bir şeyin değeriyle ilgili soru ve değerliliğiyle ilgili soru ayrı sorulardır.

Fakat, değerlendiren tarafından, değerlendirilen ile aralarındaki özel ilişkiden dolayı atfedilen değer, hep olumlu bir anlam taşır. Bir şeye, bir sebepten değer atfettiğimde, o yalnız benim için değerlidir. Bir şeyin kendi değerliliğiyle ilgili soru ise “bir şey ne için değerlidir?” sorusuna karşılık verildikten sonra, cevaplandırılabilir.

Değerlendirme ve Değer Biçme

Değerlendirmekten söz edilince, çoğu zaman, değerlendirilmesi söz konusu olan şeyin kendi değerini göstermek değil de geçerli ilkeler, kurallar, normlar, standartlar, modalar, ölçüler bakımından, veya açısından nitelendirmek anlaşılır. Çoğu zaman yapılan da budur. Bu, bir şeye değer biçmektir. Aslında başka bir deyişle burada yapılan, dönemin havasına göre değerlendirilen şeyin belli bir kalıba konmasıdır. Bu kalıp ve/veya sıfat da değer ile karıştırılmaktadır.

Bu nitelendirme, değerlendirilmesi söz konusu olan şeyin kendisi hesaba katılmadan yapılır. Bu nedenlerle değerler, hem de çağdan çağa, toplumdan topluma farklı nitelendirilir.

İslam iman edenleri “temiz toplum”, inanmayanları ise “pis toplum” olarak nitelemiştir. (3)

Yüklemleri iyi-kötü, güzel-çirkin, faydalı-zararlı, doğru-yanlış, günah-sevap ve bu gibi sıfatlar olan değer yargıları kurulur ve her şeye buna göre değer biçilir veya biçilmesi beklenir. Beklenene aykırı bir tavır takınan kişinin ise çevrece uygun görülmeyen bir eylemde bulunması veya olanlardan çok farklı bir eser ortaya koyması gerekebilir. Böyle bağımsız bir değerlendirmeye dayanan bir eylemin veya eserin değerlendirilmesi, geleneksele aykırı şekline bakılarak yapılınca, acayip ya da düzen bozucu bir eylem (fitne, fesat) olarak görülür, yapan kişiye de “eksantrik” ya da başkaldıran, anarşist gibi damgalar vurulur. Bahsedilen bir sanat eseri veya başka bir eserse: ya yadırganır ya hiç kimsenin ilgisini çekmez, ya da ona “modası geçmiş” denir. Ama belki de daha modası gelmemiştir, kim bilir?

Değerlendirme bir bilgi ve aynı zamanda bir kişi sorunudur. Değer biçmede, kendisine değer biçilen şey sadece nedensel olarak göz önündedir. Bizim iş yerlerinde yaptığımız performans değerlendirme buna örnek verilebilir mi?

Değer atfetmede ise, kendisine değer atfedilen şey, değer atfedenle olan özel ve dolaylı bir ilgisi yüzünden “değerli” görülmüştür. Bu ise mensubiyet yani ırk, din veya ortak çıkar grubu veya aile, akraba, yakın, sevgili … olabilir.

Bir şeye değer atfetmek ile bir şeye değer biçmek arasındaki ilgi, değeri söz edilen şeyin, kendi dışında bir nedenden dolayı değerli veya değersiz görülmesindendir. Değer biçmenin geçerli değer yargılarına göre yapılması, değer atfetmenin ise tamamen yapana ve değerlendirilenin eylemine bağlı olmasıdır. Tam da bu nedenlerle değer biçme ve değer atfetme değerlendirilenden şey her ne ise ondan çıkmış hatta ondan bağımsız hale gelirken, değerlendiren kişinin kendisini ele verir hale gelir. Mesela kardeşiniz sigara içiyor, siz de içmiyor olabilirsiniz. O halde kardeşinizden sigara içtiği zaman hoşlanmıyor, ama içmediği zaman yine aynı bağlılıkla seviyorsunuzdur. Bu bilhassa dini, politik fikir ve eylemlerin anlaşılmasına yardımcı olur.

Değerleme (valuation) ve Değerlendirme (evaluation)

Kişilerarası ilişkilerde kişinin yapıp ettikleri bir değerlemedir; değerlendirmeler ise, ilişki kurduğumuz her şeyle ilgili, değeri konusunda şu veya bu şekilde ortaya koyduğumuz veya sadece düşündüğümüz her şeydir.

Bir eylem veya eser olarak ortaya çıkan değerlemeler geçerlilikte olan değer yargılarına uygun olabilir, olmayabilir. Ama, geçerlikte olan değer yargılarına uygun olmayan değerlemelerin ancak bazıları bağımsız değerlemelerdir. Doğru bir değerlendirmenin sonucu, bağımsız bir eylem veya eser olmayabilir de.

Değerlemelerini bağımsızca yapan ve değerlendirmelerini, yargılanan kendisi olunca, açıkça dile getiren özgür kişi, bazen, yargılanan bir başkası olunca düşüncelerini aynı şekilde bağımsızca dile getirmiyor, bu ise onun tutarsız görünmesine neden oluyor.

Değerler ve Değeri

“Yaradılanı severiz, Yaradan’dan ötürü” (4)

Çok kısa burada şu ayrımdan da bahsetmek gerek, Kuçuradi’ye göre ‘değer’ ve ‘değerler’ iki ayrı şeydir; değerler var olan şeyler, imkanlardır, değer ise bir şeyin değeridir, bir şeyin bir çeşit özelliğidir.

İnsanın Değeri: Tür olarak insanın, diğer varlıklarla (insan olmayan) ilgisi bakımından özel durumu, yani; insanın yaratılmışlar arasındaki özel yeridir. Dünyaya gelen her kişinin yaşama, beslenme, eğitilme hakkı, dokunulmazlığı, angaryadan azadeleği kısaca çeşitli uluslararası bildirilerde ve anayasalarda birçoğu “insan hakları” adı altında toplanan haklar, temellerini insanın değerinde bulurlar.

İnsanın Değerleri: Tür olarak insanın bütün başarılarıdır: bilgi, bilimler, sanatlar, felsefe, teknik, moraller, kültürlerdir. Bunlar, insanın varlık imkânlarının gerçekleşmesidir; varlık şartlarının ürünleridir.

Kişinin değeri: Kişinin toplumla ilgisi bakımından özel durumudur. Bunlar kişilerarası ilişkilerde doğrudan doğruya veya dolaylı olarak ortaya çıkan sevgi, dürüst olma, bağlılık, saygı, âdil olma gibi ve açık düşünebilme, doğru bağlantılar kurabilme gibi kişi imkânlarıdır.

Kişinin Değerleri: Diğer kişilere göre onun eşsiz, yegane oluşudur. Onun kendisi olma özelliği ve kendisinin diğer kişilerden farklı olan imkanları, yaşantısıdır. Bir kişinin kahraman, özgür, dürüst, adil veya zalim vb. bir kişi olmasının ifadesidir.

Kişinin değerleri, yaşamında eylemlerinde gösterdiği ağır basan kişi değerleri ve diğer değerlerdir.

Sanatın Değeri ise: Sanatın diğer insan başarılarından ayrı olarak insan için, kişilerin yaşamı için ifade ettiği şey, insanların yaşamındaki yeridir.

Sanatın değerleri, sanat yaratmalarında ön planda bulundurulan hususlar, sembol, anlatış tarzı, form, kompozisyon vb olarak sıralanabilir.

Sanat Eserinin Değeri: İlgili sanat alanında yaratıcı olan kişilerin gözlerinde o eserin diğer eserlere göre özelliği, tekliği, insana ve problemlerine işaret etmesindeki biricikliğidir.

Bunlardan anlaşıldığı gibi değer, yani bir şeyin değeri, kendisiyle aynı türden olan şeyler arasındaki özel yeridir. Değerlilik ise, şeylerin aynı türden olan şeyler arasındaki yerinden dolayı insanla olan özel ilgisi, insan için taşıdığı özel anlamıdır.

Böyle bir ayrım yaptığımızda “değerlerin değerinden” ve “değerlerin yeniden değerlendirilmesinden” söz edilebiliriz.

Değer sırf insanla, dolayısıyla insan başarılarıyla ilgilidir. Kendi başına bir doğal nesnenin ve malın değeri yoktur, yalnız faydası veya ederi vardır. Kişi yaratması ürünü olmayan bir nesnenin değerli sayılması, onu değerli sayan kişiyle özel ilişkilerine bağlıdır ve rastlantısaldır.

Değer, yaşadıklarımız, gerçekleştirdiklerimizle değerlenir. Bu açıdan değerli bir şeyi değerli olmayandan ayıran amaç , anlam gibi şeylerin insana kazandırdıklarıdır. İnsanın yaşantı ve eylem imkanlarının genişlemesinde nasıl bir katkıda bulunduklarıdır.

Halbuki ederinin tespitinde biçilen değer, bir yandan değer biçenin o anki ihtiyaç ve çıkarlarıyla; öte yandan o an için geçerli olan ahlak kuralları veya piyasa ile ilgili olabilir. O şeyin kendi değeri yokmuş gibi davranılır. Bu, değeri olmayan nesneler konu olduğunda sorun olmaz. Ancak değeri olan şeylerden söz edildiğinde, değerleri görülmez, hesaba katılmaz ve değerli olanla değerli olmayan aynı muameleye tabi tutulur. Tarihte köle pazarlarında kölelerin insan olarak değil de sadece vücut ve yeteneklerine göre değerlendirilmesi gibi…

Değerlendirme ve Objesine Göre Aldığı Anlam

Sonraki bölümde Kuçuradi değerlendirmeye değerlendiren kişi açısından bakıyor: Yaşamda olan, içinde bulunduğumuz olaylar ve durumlar, doğrudan doğruya veya dolaylı katkıda bulunduğumuz insan başarıları, her gün yüz yüze geldiğimiz veya dolaylı olarak karşılaştığımız insanlardır aynı zamanda. Yani belirli bir değer, belirli bir anlam, belirli bir önem taşırlar. Bunların olduğu gibi görülmesi bakan kişiye bağlıdır. Bu bakımdan, araştırılması gereken, değerlendiren kişidir.

İnsanın değerlenmesi kişilerin yaşadıklarıyla, insan türünün yapı imkanlarını genişletebilmeleriyle ve ortaya koydukları eserlerle olur. Tür olarak insana değerini sağlayan, böyle tek tek kişilerdir. İnsan, kişilerin etkinlikleriyle ve kişilerarası ilişkilerde yaşayıp gerçekleştirdikleriyle değerlenir, yani sanat eserleri, ve felsefi eserlerle olur: insanları insanlara anlatan her eser ile, bu anlatım ile olur.

İnsana değer biçme ise, küçük bir alan içindeki insanın bir taraftan hayvanla, diğer taraftan tanrıyla karşılaştırılmasıdır.

Kuçuradi’nin düşüncesinde, bir insanın kafasındaki insan örneği ona kabul ettirilmiş olabilir. Böyle bir insanın, son derece “iyi niyetli” bir insan olsa dahi, kendi çapını aşan insanları anlayamayacağı, onları doğru değerlendiremeyeceği apaçıktır. O istese de istemese de ona kabul ettirilmiş olan insan örneğine göre değer biçecektir başkasına. Ve böyle bir insan hoşgörüsü olan bir insansa ya da ona kabul ettirilen insan imgesi böyle bir şey bekliyorsa, bir sorun çıkmayabilir. Ama insanlara bu örneğe göre değer biçmenin sonucu bu örneğe uymayanlara saldırırsa bu yobazlık olur: Varlık temeli olmayan herhangi bir düşünceye saplanmak, böyle düşünmeyenlere de saldırmak.

Bir insana değer biçme, çağın ideali olan insan örneğine göre, ya da belli bir insan grubunda kalıplaşmış bir insan örneğine göre yapılır. Çoğu zaman kişilerin kendi kendilerine değer biçmede, kendi gözlerinde yükselmelerinde ölçü, bir “ünlü” kişiye benzemeleri olur.

Kişi değerlerinin ve kişilerarası ilişkilerdeki değerlerin değerlendirilmesi

Kişi değerlerine ve kişilerarası ilişkilerdeki değerlere değer biçme ise, genel ahlak yargıları olarak ortaya çıkar. Sadece bir kavram, bir ad olarak kabul edilir bu değerler. Ne oldukları düşünülmeden, içi boş kavramlar olarak, formlar şeklinde (iyi, kötü ve bu gibi) şekillerde nitelendirilir. Kendilerine form bakımından bu ad verilebilecek edimlere ve davranışlara aynı nitelik yüklenir. Bu davranışlara yapıldığı durumlara ve yapana bakılmaksızın, görünüşlerine göre değer biçilir. Görünüşte aynı fakat temelde çok farklı olan ve değer bakımından alakası olmayan eylemler de, aynı muameleyi görebilir.

Her Eylemi Seyirci Olarak Doğru Değerlendirmenin Olanaksızlığı

Bir davranışı soyut olarak, yani onu yapanı ve yapıldığı durumu göz önünde bulundurmadan doğru değerlendirmek olanaksızdır. Bir kişinin bir eyleminin, bir kararının veya bir tutumunun doğru değerlendirilebilmesi için bazı şartlar vardır:

–          Bunu değerlendirenin, o kişinin yapı bütünlüğünü tanıması

–          Onun nasıl bir insan olduğunu, bu eylemi yapanın kim olduğunu bilmesi

–          Bunu ne gibi koşullarda, nasıl bir durumda yaptığının bilmesi

Yaşamda çoğunlukla bir durumun, bir olayın, bir eylemin karşısında değil, bir insanın karşısında bulunuruz. Ve önemli olan da bunu bilmek ve unutmamaktır.

Aslında yapılması gereken Kuçuradi’ye göre ihtiyaçlarımıza ya da dönemin havasına kapılmadan, bilgiyi anahtar olarak kullanarak bir şeye bakıp o ne ise apaçık kendisini görmek mümkündür. Yani değerlendirene göre değişmeyecek gerçek değer görebilmek olanaklıdır.  Bunun için bilgi kadar etik de önemlidir. Kuçuradi etik değerlerin iki türünden bahseder;1) etik kişi değerleri (dürüst, saygılı, güvenilir olma gibi kişi özellikleri) 2)etik ilişki değerleri (saygı, sevgi, güven, minnet gibi değerlilik yaşantıları).

Bir de bunların yanı sıra kişi değerlerinden yani erdemlerin üzerinde durmakta fayda vardır. Kişisinin değerleri ise 1)Kişinin bilgisel yetenekleri (zeka, dikkat, olaylar arası bağlantı kurabilme hızı, güçlü bellek) 2)karakter özellikleri (ölçülü, dayanıklı, sabırlı, cesur, sorumlu olması). Bu sayılan özellikler kişinin yaşamında ve etik ilişkilerinde rol sahibidir, yapıp ettiklerinde etkilidir ama yaptıklarının etik değerinin doğrudan doğruya belirleyici değildir. Başka bir deyişle bunlar “kişi olanakları ya da özellikleri olarak etik kişi değerleridir”, “kişi değerleri”nin yani erdemlerin ise ancak bir bölümüdür.

Örneğin; etik işi değerlerine sahip bir insan, ilişkilerinde değer korumaya odaklıdır, insan olmanın bilgisine sahiptir ve insan haklarını korur.

Kuçuradi için “tortu bırakan” yaşantılar mümkündür. Örneğin sevgi “insan olanın değerini bilen bir insanın, bu değeri insanlarda korumaya çalışan bir insanla ilişkisinde, onun eylemlerini doğru değerlendirme sonucu yaşayabileceği yaşantıların tortusudur.”

Bir diğer güzel örnek ise “insan olmanın değerini bilen bir insanın, bu değeri en ‘zor’ – kendisine pahalıya mal olabilecek- koşullarda da koruyan bir insanla ilişkisinde, omum değerli eylemlerini, hatta tek bir eylemini, doğru değerlendirme sonucu yaşayabileceği yaşantıların tortusudur.”

“Ameller Niyetlere Göredir” (5)

Bu Peygamberimizin sözlerinin toplandığı kitaptaki ilk cümledir. Allah insanları niyetlerine göre değerlendireceğini söylüyor. Mesela, iyi niyetle yapılan kötülükler yok sayılabilirken, kötü niyete rağmen iyi sonuçlanan işler de cezalandırılmıyor. O halde biz nasıl oluyordu insanları yargılayabiliyoruz? Eylemlerine ve sonuçlarına bakarak… ama tabii o eylem ve sebeplerin ve hatta delillerin bize nasıl sunulduğu da ayrı bir subjektiflik!

Sonuç olarak çoğunluğun ezbere ama nispeten isabetli değer biçmeleri, düşünürlerin sürekli yeni değerlemelerle yaptıkları değerlendirmelere bağlıdır. Bu ise, düşünürlerin diğer insanlara ve insana karşı baş sorumluluklarından biridir. Çağımızda, 18. yüzyıl düşünürlerinin insanı itmek istedikleri çizgi üzerinde gelişiyor insanlığımız. Darwinizmin insana bakışıyla, fiziğin, kimyanın bugün insana sağladıklarının yardımı ve bu türlü başka koşullarla, günümüzün insan anlayışının mottolarından biri “her şey yapılabilir” düşüncesi olmuş durumdadır. Günümüzde sorun, “her şeyin” meşruluğunun ileri sürülmesinde, “insanın geleceği adına yapılıyor” denmesindedir.

Ve insanlar, “her şeyi” yapmayanlardan, “her şeyi” yapamayacak olanlardan dahi “her şeyi” bekleyerek yaşıyorlar.

Kaynakça

(1) Buhari, Sahih, İman,2/9 (I;9)

(2) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/172/165-167-ayet-tefsiri

(3)https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tevbe-suresi/1263/28-ayet-tefsiri

(4)https://blog.milliyet.com.tr/yaratilani-severim–yaradan-dan-oturu—ne-anlama-geliyor–/Blog/?BlogNo=304715

(5) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/657408#:~:text=Literat%C3%BCrde%20Me%C5%9Fhur%20Olan%20Niyet%20Hadisi&text=Rasulullah%20(sav)%20veciz%20ve%20etkili,onun%20hicreti%20Allah%20ve%20Rasul%C3%BCnedir.

 

 

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.

 

 

 

 

YORUM YAZIN