KİMSE BİLMEZ
Merak, oldukça ilginç bir duygu; sizi rahatsız eder, araştırma yaptırtıyor, düşündürüyor, hatta düşüncelerinizde kapılar kapıları açıyor, bir yerlere varıyorsunuz. Ebru Döşekçi’nin “Kimse Bilmez” sergisi tam da böyle bir sergi. Hemen söyleyeyim, mutlaka 20 Nisan’a kadar Alexandre Vallaury Binası’nda yer alan bu sergiyi görmelisiniz.
Bu tip heykelleri çok ilgi çekici buluyorum, sanatçı bir düşünceden, bir histen, bir anıdan yola çıkıyor, bir meselesi var yani ama bunu doğrudan yapmıyor, zihninin imbiğinden damıtarak bir yere varıyor. Siz de tümdengelimle yapılan esere bakıp, tümevarım yapıyorsunuz 😊.
Keyifli bir zihin ve duygu egzersizi böyle bakınca değil mi?
Bu arada iyi bir cafe işletmecisi ve barista olan yani bir nevi meslektaşım Ebru Döşekçi hanımın sanat yolculuğunu uzun zamandır takip ediyorum, Yıldız Holding Koleksiyonundaki eserleri ve sanatı üzerine yaptığımız bir sohbeti daha önce sizlerle paylaşmıştım. Okumak isterseniz linkini paylaşıyorum: https://muratulker.com/y/sanat-tutkusu-ugruna-profesyonel-is-yasamini-terkeden-sanatcimiz-ebru-dosekci/
Buradayım, 2023. Polyester üzeri oto boya ve metal. 250x100x100 cm.
“Buradayım” serginin başlangıç noktası. Ebru Döşekçi ilk bu işi yapmış sergiyi hazırlarken ve sonrasında da bu eserden yola çıkarak diğer işleri birer birer ortaya çıkmış… Yapısalcı bir anlayış söz konusu bu eserinde, ilk bakışta formları bozulmuş çeşitli geometrik yapılar üst üste yerleştirilmiş gibi duruyorlar. Biraz daha bakınca tüm bu birbirine benzemez parçaların nasıl birbiriyle örtüştüğünü görüyorsunuz. Işık tam da burada devreye giriyor ve fark ediyorsunuz ki bu parçaların birbirleri üzerine yansımaları, gölgeleri düşüyor, yani bu parçalar etkileşim halinde ve birbirini farklı şekilleri, girintileri çıkıntılarıyla tamamlayan parçalar. Ebru Hanım, bunun kendisi için hayat gibi olduğunu söylüyor. Ben bu eseri görünce “hayat tevafuk değil mi zaten” diye düşündüm. Farklı konular, alanlar üst üste, birbirleriyle ahenkle dengede durmaya çalışıyor. Bir taraftan bizler tüm bu yükleri üstümüzde taşırken bir taraftan da bulunduğumuz yerden bir ışık, bir renk yayıyoruz. İnsan gerçek anlamda yaşadığı her an , en kötü zamanlarında bile olsa, “umudumla, ışığımla buradayım” der hayata. Bu iş aslında Ebru Hanım’ın minimalist sanat yaşamında ürettiği en karmaşık formlu eserlerden biri ve diğer tüm işleri gibi öyküsünü dinleyip, eserle olan bakış anınızı biraz uzattığında size çok şey anlatanlardan… Hele en alttaki küçücük top, sanki kalbiniz…
Soldaki: Herkes- Hiç Kimse-4, 2023. Polyester üzeri oto boya. 45x15x20 cm.
Sağdaki: Herkes-Hiç Kimse 5, 2023. Polyester üzeri oto boya. 36x38x22 cm.
Serginin kalanında daha yalın formlar mevcut. Farklı alanlara yerleştirilmiş “Herkes, Hiç Kimse” serisine ait 6 eser mevcut. Mesajıyla bizlere oldukça anlamlı bir hatırlatma yapıyor; herkesin bir bedeni, bir kabuğu var ama bir sözle ya da bir dokunuşla bu kabukların içinden o kişinin başka bir rengine, başka bir aydınlığına, ışığına tanık oluyoruz. Serginin ismi de “Kimse Bilmez” yani bizim görünen yüzümüzle, görünmeyen yüzümüzü, dışımızla içimizin birbirinden tamamen farklı olduğunu, aslında herkesin kendisinin dahi bilmediği farklı yüzlerini, yaşadıkça ve farklı olaylarla karşılaştıkça ortaya çıkan renklerini, umutlarını anlatıyor…
Sophie serisi de oldukça ilginç. Sergideki diğer seriler Ebru Hanım’ın atölyesinde kendi içsel süreçleri sonucunda ürettiği eserlerken, Sophie serisi onun dış dünya etkileşiminden aldığı ilhamla ortaya çıkmış. İşte tam burada yapıtlar ilginç bir hal alıyor. 😊 Başkalarının öykülerinden, davranışlarından ilham alarak ürettiği bu işleri, peşinden gitme öyküsünü biraz açmak lazım. Ünlü yazar Paul Auster’ın Leviathan adlı eserini okurken Maria adlı karakter Ebru Hanım’ın dikkatini çekiyor, eserin bütününden biraz da kopuk olan bu karakter gerçekten de oldukça ilginçtir. Bir performans sanatçısı olan Maria’nın yaptığı çeşitli performanslarda tanımadığı insanların peşinden gidip fotoğraflarını çekip onların hayatları hakkında bilgi sahibi olması, yolda bulduğu bir telefon defterinin içindeki kişileri arayarak bu defterin sahibi hakkında bir fikir sahibi olmaya çalışması, her gün tek renk gıdayla beslenmesi (pazartesileri yeşil, salıları turuncu vb.) gibi…
Bu karakter ona bildiği başka bir sanatçıyı hatırlatıyor; Sophie Calle. Araştırınca Auster’ın Maria karakterini ondan aldığı ilhamla yazdığını öğreniyor. Sophie Calle ise kendinden alınan ilhamla yazılan Maria karakterine yanıt olarak performanslar yapmaya başlıyor ve ardından bunları kitaplaştırıyor. İki sanatçı arasındaki dostluk ve etkileşim haliyle Ebru Hanım için de oldukça ilgi çekici oluyor; o da bu tatlı oyuna dahil olmaya karar veriyor. Ebru Hanım böylece tanımadığı insanları takip ederek onlar hakkında bilgi sahibi olma çabası ile onların kendisinde bıraktığı hisler üzerine heykel yapmaya başlıyor. 5 farklı takibin 5 farklı işini görüyoruz bu sergide. Tabii her takibin bu süreçte bir sonucu olmamış, kimi insandan bir ilham doğmamış, bir kısmı kalabalıkta kaybolmuş, birden taksiye binip gideni de olmuş. Siyah giyinenler ve hızlı yürüyenler ise bu süreçte izleme zorluğu nedeniyle elenmişler, renkli giyinen ve daha yavaş tempoda yürüyenleri takip etmiş. Bir de objektif olması açısından “bulunduğum yerde göreceğim kırmızı giyinen ilk kişi” gibi sınırlamalar getirmiş. İki eserin öyküsünü anlatacağım sizlere;
Sophie Serisi, 5. “Hakkı, Ayşe, Cemile, Ben” 2023. Polyester üzeri oto boya ve pleksi. 88x40x11 cm.
Kabataş’ta tramvaya binmiş Ebru Hanım ve karşısına oturacak ilk kişiyi takip etme kararı almış. Sonrasında karşısına bir kadın oturuyor. Tramvaydan sonra Kapalıçarşı’ya kadar yürüyorlar, iki üç saat birlikte dolaşmış oluyorlar. Günün sonunda anlıyor ki kadın aslında bir turist rehberi ve gezdireceği grubu bekliyorken o bölgede vakit geçiriyor. Grubu gelince de onları Yerebatan Sarnıcı’na götürüyor. Bu noktada sanatçı için takip bitiyor çünkü aslında kişisel hiçbir şey yaşamamış oluyorlar, bir duygu bırakmıyor kendisinde. Sonra yürüyerek aşağıya, Yeni Cami’nin oraya iniyor Ebru Hanım, yorulduğu için de bir taşa oturup çevresini izlemeye başlıyor. Oradaysa üç kişilik bir aile ilgisini çekiyor; bir baba ve iki çocuğu, karısı nerede acaba, buradan bir ilham olabilir mi benim için diye düşünürken yanına bir dede oturuyor. Dua eden dede, elinde bastonuyla bir taraftan da etrafı izliyor. Ebru Hanım fark ediyor ki bu dede kendi dedesine inanılmaz benziyor; saçı, başı, elleri… Küçükken kaybettiği ve çok sevdiği dedesiyle benzerliğe şaşırırken dede birden bastonuyla kendisini dürtüyor. Göz göze geldiklerinde ise “Cemile sen de mi geldin” diyor, Ebru Hanım “yok ben Cemile değilim” diye açıklama yapmaya çalışırken dede “yok iyi ki geldin, ablanlar da burada, onlar namaz kılmaya gitti keşke sen de gitseydin” diye konuşmaya devam ediyor. Kendisini Cemile olmadığına ikna edemeyeceğini anlayınca da rıza gösteriyor. O sırada dedenin eşi geliyor, “kızım senin ismin ne” diyor ve tanışıyorlar. Adının Ayşe olduğunu öğrendiği bu teyzeye Ebru Hanım dedenin ismini soruyor, adı “Hakkı”ymış ve ne ilginçtir ki Ebru Hanım’ın dedesinin ismi de Hakkı’ymış. Sonrasında sohbet koyulaşıyor, fotoğraflar çekiliyor. Sonuçta tüm gün başka bir takibin ilhamı peşinde koşarken ve tam da olmadığını düşünürken ilham ortaya çıkmış oluyor. Bu tevafuk değil de nedir? Eserin adı “Hakkı, Ayşe, Cemile ve Ben” olmuş. Heykeldeki şeffaf parça Cemile, hiç ortada yok ama aslında hikayenin sağlayıcısı, ilginç değil mi?
Sophie Serisi, 4. Dualite, 2023. Polyester üzeri oto boya ve pleksi. 100x50x10 cm.
Bir diğer eserin adı ise Dualite. Londra’daki bir takibin ilhamı… Metroda otururken karşısına oturacak renkli giyimli bir erkeği takip etmeye karar veriyor Ebru Hanım. Karşısına 8-10 durak bekledikten sonra Çinli, 65-70 yaşlarında, maske ve bere takan, ortopedik lastik ayakkabılı biri oturuyor. Ebru Hanım ise kendi koyduğu koşula uyan bu beyefendiden endişeli, ”ya torunun almaya gidiyor ya da alışverişe gidiyor, sanki buradan bir öykü çıkmayacak” diye düşünüyor. Picadilly Circus durağında iniyorlar, Çin Mahallesi tam o durağın arkasında. Ebru Hanım, onun bir restoranda bir aşçı ya da garson olduğunu düşünmeye başlıyor ve ilham kaynağı olarak seçtiği kişinin sadece işine giden biri olduğu için buradan bir öykü çıkmayacağını düşünüyor, yine de peşinden gitmeye devam ediyor. Yürürlerken önünde korumaların beklediği bir binaya geliyorlar ve adam içeri giriyor. Ebru Hanım da bir süre içeri girip girmemekte kararsız kalıyor çünkü içeriyi göremiyor, ne var anlamıyor. En sonunda cesaretini topluyor ve içeri giriyor. Resepsiyonda Çinli Beyefendinin bir form gibi bir şey doldurduğunu görüyor herhalde diyor “burada çalışıyor, mesaisiyle ilgili bir form bu, temizlik görevlisi olabilir”… Sonunda adam alt kata iniyor, Ebru Hanım da peşinden. Bir kapıdan geçtikten sonra da rengarenk bir dünyaya çıkıyor yol, meğer adam Casino’ya gelmiş! Sadece Çinliler’in olduğu bir Casino’da adam maskesini çıkarıyor, içki sipariş ediyor, arkadaşlarıyla gülmeye sohbet etmeye başlıyor. Yani o ana kadar düşündüğünden bambaşka bir yere evriliyor hikaye. “Ben ne düşündüm, ne çıktı” dedikten sonra da Dualite heykeli çıkıyor ortaya. Yani diyor ki insanlara baktığımızda bir bizim gördüğümüz aydınlık yüz var, bir de karanlık yüz var ve bu ikili aslında birbirinden çok ayrı şeyler değiller. Beyaz heykelin arka yüzeyinde ise renkli bir boya var, bu da işe bir yansıma katıyor. Yani hepimizin bir rengi var ama o renk beyaza denk gelirse parlıyor, siyaha denk gelirse ise yok oluyor diyor bizlere.
Hep Yuvaya Dönmek, 2023. Polyester üzeri oto boya. 220x260x260 cm.
Orta alanda yer alan büyük heykelin adı ise “Hep Yuvaya Dönmek”. Eser adını Ursula K. Le Guin’in aynı isimdeki kitabından alıyor. Kitap günümüzden bin yıllar sonrasında yaşamış bir medeniyetin ondan da yüzyıllar sonra yaşayan arkeologlarca incelenmesini ve onların geçmiş medeniyete bakışını konu ediyor. Arkeologlar geriye dönüp bu medeniyete baktıkları zaman bir ütopyayla karşılaşıyorlar. Bizim hayatımızda bugüne kadar yaşadığımız şeylere baktığımızda başımıza gelenler biraz distopik aslında, biz pandemiyi, savaşları görmüş bir nesiliz. Sohbetimizde bu nedenle bir ütopya yaratmanın bir hayli zor olduğunu düşündüğünden bahsetti Ebru Hanım. Her şeyin eşit olduğu, doğa ve insanın iç içe yaşadığı, barışın olduğu bir dünya… Kendisini bu romanda en çok etkileyen şeylerden biri de zenginlik kavramı olmuş; zenginlik sahip olmayla değil ne kadar verdiğinle ölçülen bir şey bu ütopyada yani ne kadar malın olduğu değil zenginlik… Bu noktada bu kadar güzel bir dünyayı anlatan romanın isminin “Hep Yuvaya Dönmek” olması Ebru Hanım’ı etkilemiş, aslında yuvanın bizim içimiz, kendimiz olabileceğini söyledi, Allah’la bir olmak, doğaya kucak açmak… O yüzden de heykelini aynı zamanda bir ağaç kovuğu gibi toprağa salınan, kök salan bir bütünsellik zarafetiyle tasarlamış. Tam da burada çok hoşuma giden bir detaydan bahsetti; bu heykelin içine kendi kalbi büyüklüğünde bir top eklemiş, biz bunu göremiyoruz, ancak eserin içine girip en dibe baktığımızda görebilirmişiz. Aslında her sanatçı kendi iç dünyasını bize açıyor eserleriyle, o yüzden kalbini işin içine fiziksel olarak eklemesi hem de bunu oyunlaştırarak yapmasını serginin ruhuna çok yakışır buldum 😊
An 2, 2023. Polyester üzeri oto boya. 150x25x5 cm.
An 2023, Seramik üzeri oto boya. 200x100x10 cm.
Bu iki eser ise “An” işleri. Hayatın kendi düz akışında bir an geliyor ve bir kırılma ya da bir değişim dönüşüm yaşanıyor, bunun ardındansa hayat farklı bir aşamaya geçiyor bizler için.
Mümkün, 2023. Polyester, metal panel ve mıknatıs. 200x100x200 cm.
Mümkün de yine muzır bir eser. Bir mıknatıs levha üzerinde duran, bozuk geometrili diyebileceğimiz üç parçadan oluşuyor eser ve parçaların her biri boyasız. Özel bir form çalışması diğer parçalarda olduğu gibi planlı yapılmamış yani bu eser bir nevi tesadüfi. Öyle olunca da kendi aralarındaki mesafeleri, birbirlerine düşen gölgeleri ya da yansımaları da bir oyunmuşçasına değişebiliyor ve böylece heykel sürekli değişip dönüşebiliyor. Dolayısıyla adı da “Mümkün” 😊
…Benden İçeri, 2023. Polyester üzeri oto boya. 289x40x duvar boyu.
Serginin adı daha önce de dediğim gibi “Kimse Bilmez”. Bu eser de bizim içimizi ve dışımızı bize anlatıyor. Bizim göstermek istediklerimiz, farkında olmadan gösterdiklerimiz, bizim göstermek istemediğimiz içimizdeki hallerimiz ve içimizde olan ama bizim bile henüz keşfetmediğimiz yönlerimiz… Tabii bir de sosyal medya gibi alanlarda bir strateji dahilinde biz olmadan gösterdiğimiz “biz”… Bu işin adı da bu yüzden “Benden İçeri” yani içimizde bulunan ve tamamen öznel olan o renkler bizi selamlıyor bu eserde. Minimal sanatın güzelliği de burada, düz bir zeminde tek bir kesikle de ne çok şey anlatabiliyor insan değil mi?
Soyut sanatın zihin egzersizi olmasını da ilgi çekici buluyorum. Sonuçta Michelangelo’nun bir heykeline baktığımızda tüm detayları ve görkemiyle size anlatmak istedikleri karşınızda oluyor, onun da etkileyiciliği göz doyuruculuğu bir başka. Minimal olan Ebru Döşekçi’nin sanatında ise, sadelik içerisinde var olan detayda size göz kırpan bir renk, zekice kullanılmış ışık sayesinde gölgeler size duyguyu geçirmeyi başarıyor. Hele de arkalarındaki öyküleri dinleyip öğrenince bambaşka bir boyuta taşınıyorlar. Tıpkı bir yazının üzerinde çalışıldıkça yalınlaşması, anlamını daha kolay karşı tarafa geçirecek şekilde sadeleşmesi gibi bu süreç…
Bu sergiyi mutlaka gezmenizi ve bu yolculuğu sizin de deneyimlemenizi öneriyorum. Sergiden sonra da “Hakkı, Ayşe, Cemile ve Ben” ve “Mümkün” eserleri Yıldız Holding’de olacaklar, görmek isterseniz oraya da bekleriz tabii, zira sanat paylaştıkça güzel! #mutluetmutluol