Röportaj

HANZADE DOĞAN: KONFOR ALANINDAN ÇIKIP HAYALLERİNİN PEŞİNDEN GİDEN BİR GİRİŞİMCİ KADIN

LinkedIn

HANZADE DOĞAN: EKİP ARKADAŞLARIMLA BERABER ORTAK BİR HEDEFE KOŞMAYI SEVİYORUM

Hanzade Doğan, Türkiye’nin yetiştirdiği önemli girişimcilerimizden ve çoğunlukla erkeklerden oluşan iş dünyasında lider bir kadın olarak öne çıkıp büyük başarılara imza attı. En son Hepsiburada’yı Kazakistan’ın en büyük e-ticaret grubu olan Kaspi.kz’ye sattı. Geçenlerde bir araya geldik. Çocukluk yıllarından iş hayatındaki deneyimlerine, liderlik anlayışından kadın girişimcilere yönelik tavsiyelerine kadar birçok konuda samimi açıklamalarda bulundu. İşte Hanzade Hanım’ın röportajından ipuçları:

  • “Babamın tavrı genellikle tutucuydu. Kızları dışarı çıksın tercih etmezdi, arkadaşlarımız bize gelirdi. Bu yüzden evimiz hep kalabalıktı.”

  • “Babam, büyük bedeller ödemesine rağmen hep gazetecilerin arkasında durdu.”

  • “Aile işi bize bir aidiyet verdi. Ancak annem, bizi hep kendi ayaklarımızın üzerinde durmanın önemini anlatarak büyüttü.”

  • “Gençliğimde ‘ortak akıl, ortalama akıl’ derdim; yaşım ilerledikçe dinlemenin önemini öğrendim.”

  • “Sanıldığının aksine, arkamda büyük bir holding desteği olmadan yola çıktım.”

  • “Bence yaşlanmak dediğimiz şey, öğrenmenin bitmesidir.”

  • “Kızlarımı sosyal medya çılgınlığından korumaya çalışıyorum.”

  • “Yeni girişimler ve yeni iş modelleri üzerine çalışmaya başladım bile.”

Buyurun şimdi röportajı okumaya…

 

Article

Hanzade Doğan: Konfor Alanından Çıkıp Hayallerinin Peşinden Giden Bir Girişimci Kadın

 

–  Sevgili Hanzade Doğan, Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı olarak yeni göreviniz hayırlı olsun. Yeni dönem hakkında duygu ve düşüncelerinizi sorarak başlamak isterim sohbetimize. Doğan Holding ile ilgili vizyonunuz nedir, Holding’i gelecekte hangi arenalarda göreceğiz mesela?

Çok teşekkürler Murat Bey, hem iyi dilekleriniz hem de keyifli sohbetiniz için. Sizi LinkedIn’de büyük bir beğeniyle takip ediyor ve ilham alıyorum. Sizin kanalınız aracılığıyla umarım ben de takipçilerinize farklı bakış açıları sunabilir ve önem verdiğim noktalarda ilham kaynağı olabilirim.

Öncelikle, Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı, tabii ki son derece onurlu bir görev. Evet, 1 Şubat itibarıyla Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini sevgili kardeşim Begüm Doğan Faralyalı’dan devralıyorum. Begüm, 13 yıllık liderliği boyunca, grubumuzun en zor günlerinde pek çok stratejik atılıma imza atarak şirketlerimizin farklı sektörlerde başarıyla büyümesine öncülük etti. Başarılarından dolayı aile ve holding olarak müteşekkiriz. Begüm başkanlığı devretmek isteyince bana düşen de bayrağı alıp aynı heyecanla ileri taşımak.

Tüm yönetim kurulu ve yönetim ekibi olarak, her daim grubumuzu daha ileriye götürmek ve paydaşlarımıza, topluma daha fazla değer yaratmak için çalışıyoruz. Bunu sürdürmek, en temel önceliğimiz.

Son 20 yılda, teknoloji devrimiyle birlikte hayatımıza birçok farklı sektör ve iş modeli girdi. Ben de girişimci olarak, başta Hepsiburada ve Nesine grupları olmak üzere, teknoloji alanında farklı markalar kurdum, büyüttüm ve yatırımlar yaptım. Yapay zekâ ile birlikte yeni bir teknoloji dalgasının içerisindeyiz. Önümüzdeki dönemde de girişimcilik kimliğim ve teknoloji vizyonumla Doğan Holding için değer yaratmayı umuyorum.

-O halde teknoloji girişimcisi Hanzade Doğan’ın hikayesi ile devam edelim sohbetimize. Hepsiburada’yı Kazakistan’ın en büyük e-ticaret grubu olan Kaspi.kz’ye sattınız, süreç nasıl ilerledi, memnun musunuz aldığınız karardan?

Aldığım karardan memnunum. İlk başlarda satmak gibi bir düşüncem yoktu; hep okyanusta büyüyerek ilerleyeceğiz diyordum. Ancak alıcının Hepsiburada için çok doğru bir seçim olduğuna inandım ve bu kararın şirketin geleceği için en iyisi olduğunu düşündüm.

KASPİ.KZ’NİN KİM OLDUĞUNU ÖĞRENİYORUZ!

Kazak bir şirket denince, insanların aklına hemen petrolden ya da gazdan kazanılan paralar geliyor. Ancak burada gerçekten benim gibi bir teknoloji girişimcisinin kurduğu dünya çapında bir başarı öyküsü var. Küçük bir banka alıp onu dijitalleştiriyorlar; e-ticaret ve çeşitli uygulamalar derken koca bir dijital dünya oluşturuyorlar. Okuldan eski bir arkadaşım Kazakistan’da yaşıyor ve bana, “Biz orada onların dijital dünyasıyla yaşıyoruz,” dedi. Şirketin piyasa değeri 20 milyar doların üzerinde ve Nasdaq’ta halka açık.

Bana göre Hepsiburada’nın geleceği ağırlıklı olarak finansal servisler tarafında gelişecek. Bu ekip, bu işi çok iyi biliyor ve yeterli finansal güce sahip. Onlar için de bu açılım önemli, çünkü Kazakistan küçük bir ülke ve Türkiye gibi bir pazara genişlemeleri stratejik bir adım.

İkinci olarak, bunun Türk girişimciler ve Türk teknoloji şirketleri için de çok önemli ve umut vadeden bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Hepsiburada’nın yolculuğundan gurur duyuyorum.

-Hepsiburada’yı kurdunuz, büyüttünüz ve yıllar içerisinde çok büyük rakiplerle karşı karşıya geldiniz; Alibaba, Amazon gibi dev şirketlerle aynı pazarda yer almak sizi nasıl etkiledi? Bu süreçte zorlayıcı koşullarla nasıl başa çıktınız?

Hepsiburada’yı bugünlere getirirken karşımıza çok büyük rakipler çıktı; Alibaba, Amazon gibi dev şirketlerle aynı pazarda yer almak kolay değildi. Bu şirketler, toplam Türkiye ekonomisinden bile daha büyük. Üstelik üzerlerinde hiçbir kârlılık baskısı yok; çok uzun yıllar zarar ederek bulundukları piyasaları domine etmek üzerine kurulmuş bir sistemleri var.

Ancak zorlayıcı koşullar bizi hiçbir zaman yıldırmadı. Savaşçı bir ruhum olduğunu söyleyebilirim. İnovasyonla, sektöre her zaman ilkleri getirerek, müşteri memnuniyetini merkeze koyarak ve servis seviyemizde yarattığımız üstünlükle Hepsiburada, hem en güvenilen hem de en çok tavsiye edilen e-ticaret platformu olarak global devlerle rekabet etti ve etmeye devam ediyor.

-Hepsiburada hisseleri 1 Temmuz 2021’den bu yana dünyanın en büyük ikinci borsası Nasdaq’da işlem görüyor. Burada yer almanın Hepsiburada’ya katkısı mı, zararı mı oldu? Türk şirketlerine Nasdaq’ı önerir misiniz? Halka açıldıktan sonra da satış oldu. Zor bir süreç miydi?  Zor bir karar mıydı?

Nasdaq’ta 12 dolardan halka açıldık. Halka arzımıza dünyanın en büyük teknoloji fonları yatırım yapmıştı. Hisse fiyatımız 15 dolara kadar çıktı ancak ardından hızla düşüşe geçti. O düşüş, gerçekten büyük bir travmaydı.

“Peki, neden düştük?” diye sorarsanız; Temmuz’da halka arzı gerçekleştirdiğimizde dolar kuru 8,5 TL idi. Hemen ardından hızla yükselerek 18 TL’ye çıktı. Aynı dönemde, dünyada teknoloji şirketlerine olan ilgi azalmaya başladı, faiz oranları yükseldi. 2021 yılında Nasdaq’ta halka arz yapan birçok teknoloji şirketi hisselerinde satışlar gerçekleşti. Bu durum, yatırımcılar arasında büyük bir panik dalgası yarattı ve kimseye durumu açıklayamadık. Yaşanan ekonomik dalgalanmalardan sonra, piyasa değeri şirketin gerçek performansından tamamen koptu.

HANZADE HANIMIN NASDAQ HAKKINDA GÖRÜŞLERİ MÜSPET!

Tüm zorluklara rağmen bu süreci tavsiye eder miyim? Bizim için o gün doğru bir işlemdi. O süreçte 800 milyon dolara yakın bir fon girişi sağladık. Bu miktarı ne Türkiye’den ne de Londra Borsası’ndan sağlayabilirdik ve şirkete o sermaye lazımdı. O para ana hissedarlara hiç gelmedi. Büyük çoğunluğu şirketin içine sermaye olarak girdi, bir kısmı da Franklin Templeton’a gitti. 2015’te hisseye 1,5 dolardan girmişlerdi, hisselerinin yarısını 12 dolardan satarak önemli bir kazanç elde ettiler.

-Siz girişimci olarak yolunuza nasıl devam edeceksiniz? Yeniden Türkiye’de bir şirket alır mısınız? Türkiye’nin gelecekteki ekonomik büyüme potansiyeli hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce sektörler arası çeşitlendirmek Türkiye için ne kadar önemli?

Doğan Holding’de üstlendiğim başkanlık rolü, girişimcilik iştahımı etkilemeyecek. Türkiye’nin ekonomik potansiyeline yürekten inanıyorum. 1 trilyon dolarlık gayrisafi hasılamız ve 80 milyonun üzerinde nüfusumuzla büyük bir pazarız. Ayrıca, Türkiye’den bölgesel güçler çıkabileceğine de içtenlikle inanıyorum.

Siz de Ülker olarak bunun çok güzel bir örneğisiniz. Hatta, bölgesel değil tam anlamıyla global bir oyuncu haline geldiniz.

Ben de Türkiye’den başlayarak daha büyük coğrafyalara yayılacak yeni iş modelleri üzerine çalışmaya başladım bile.

ÖRNEK ALINMAK NE GÜZEL, HANZADE HANIM DA HEPİMİZ GİBİ TÜRKİYEMİZDEN VAZGEÇMİYOR!

-Bir iş insanı olarak Türkiye’de girişimciliği destekleyecek en önemli adımların neler olduğunu düşünüyorsunuz? Girişimcilik ekosistemine katkıda bulunmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Türkiye büyük ve dinamik bir pazar. Ancak ne yazık ki girişim sermayesi fonu açısından yeterince zengin değil. Son yıllarda bir artış olsa da hala yetersiz. Oysa girişim sermayesi çok kritik; yeni fikirleri desteklemek için kurulan fonların artması, girişimcilik ekosistemine büyük fayda sağlıyor.

Girişimci olmak isteyen gençlere, önce başka şirketlerde çalışarak iş tecrübesi kazanmalarını, ardından girişimci olmalarını öneriyorum. Örneğin, benim ilk işim olan Goldman Sachs’ta çok şey öğrendim, bu tip kurumlar insana gerçekten sağlam bir alt yapı veriyor.

Bir de başarısızlık olmadan başarı gelmiyor. Mesela Silikon Vadisi’nde herkes, geçmişte yaptığı hatalarla barışık ve o hatalardan çıkardığı derslere odaklanıyor. Avrupa’ya baktığımda durum böyle değil, ama Silikon Vadisi’nde bu yaklaşım oldukça yaygın. Bana kalırsa yolda bir iki kere düşmek normal, hatta öğretici. Önemli olan yılmamak. İlk başarısızlıkta havlu atmamalı.

-Tam bu noktada iş dünyasındaki kişisel serüveninize geçmek isterim. İş hayatına nasıl başladınız?

Üniversiteden sonra Goldman Sachs’ta işe başladım. Telekom, medya ve satın alma alanlarında çalıştım; o dönem internet hayatımıza yeni giriyordu. Yahoo ve America Online gibi platformlar henüz yeni çıkmıştı ve bu gelişmeler devrim niteliğindeydi. Ardından internet dünyası hızla büyümeye başladı, ancak çok geçmeden o balon patladı. İşte o dönemin atmosferi içinde Türkiye’ye döndüm ve Doğan Grubu’nda geleneksel medyayı yeni medyaya dönüştürmek için yatırımlara başladım.

2001 krizi sırasında ise herkes “internet öldü” diyordu. Doğan Holding’in yapısı gereği bütçe disiplini gibi belirli kuralları vardı. Oysa ben, birçok denenmemiş yeni model üzerinde çalışıyordum. Bir kültür uyuşmazlığı oldu diyebilirim. Bir noktada, hayallerimi holdingin çatısı altında gerçekleştirmenin mümkün olmadığını anladığımda, kendi yoluma gitmem gerektiğine karar verdim.

Elbette sonrası kolay olmadı; sanıldığının aksine arkamda güçlü bir sermaye yoktu. Zorlu ilk adımlardan sonra, ilk sermaye desteğini annemden aldım. Ondan sonra ne yaptım diye soracak olursanız farklı işlerde çalışarak birinden kazandığımı diğerine yatırdım. Bu şekilde adım adım ilerledim ve işler benim için yoluna girmeye başladı.

-Kariyeriniz boyunca size ilham veren öğretmenler, mentorlar, kitaplar, filmler oldu mu? Kimler ve neler bunlar?

Çalışma isteğim çok küçük yaşlardan beri vardı ve bu, ilerleyen yaşlarda herhangi bir şeyden ilham alarak gelişen bir durum değildi. Bir de kadınlara pek fırsat verilmeyen bir ortamda olmam beni motive etti. Annem, hukuk okumak istemiş ama anneannem izin vermemiş. Aslında anneannem aydın bir kadındı; üstelik feminist bir yanı da vardı. Dedem bile ondan korkardı. Hiç ezilen bir kadın değildi, eskilerin “devlet ana” dediklerinden biriydi. Ancak İstanbul’daki yurtlarda tatsız olaylar yaşandığına dair bir haber okumuş ve annemin yanlarından ayrılıp okumasına izin vermemiş. Annem de bu yüzden bizi her zaman güçlü yetiştirdi. Ben de bu ortamda çalışmanın ve başarmanın önemini bilerek büyüdüm.

Etkilendiğim kitaplara gelecek olursak, Fransız okulunda okudum ama bana ilham veren Alman literatürü oldu. Lisede Türkçe okuyup, üniversitede İngilizce çevirilerini tekrar okuduğum ve çok meraklısı olduğum kitaplar, genellikle Alman ekolünden geldi. Hermann Hesse’nin Siddhartha’sı, Kafka’nın Dönüşüm’ü, Nietzsche’nin eserleri… İnsanı sorgulayan bu romanlar, beni derinden etkilemiştir.

-Kadınların fırsat eşitliğini yakalaması konusunda hassasiyetinizi biliyoruz. Hepsiburada’da kadın girişimcilere destek oldunuz, destek programları oluşturdunuz. Fırsat eşitliği konusunda neler söylemek istersiniz?

Bu, çok önemli bir konu. Toplumda kadın-erkek eşitliği, kız çocuklarının eğitimiyle başlıyor. Bu sağlanmadan bir toplumun çağdaşlaşması mümkün değil. Ne olursa olsun, Türkiye’de kadının işi zor. Kültürün dönüşümü gerekli ve bu dönüşüm için özellikle bizlere, iş dünyasına, çok önemli görevler düşüyor.

Bizim Doğan Grubu’nda da Hepsiburada’da da en önemli odak noktalarımızdan biri, kız çocuklarının ve kadının toplumdaki yerinin güçlenmesi oldu. Bu sebeple, yıllardır Baba Beni Okula Gönder, Aile İçi Şiddete Son, Güçlü Kızlar-Güçlü Yarınlar, Girişimci Kadınlar Teknoloji Gücü gibi birçok projeye imza attık ve atmaya devam edeceğiz.

-Bir kadın için iş dünyasının dijital ekosistemi içinde ilklere imza atan bir lider olmak nasıl bir deneyim? Mesela dört kız kardeş değil de dört erkek kardeş olsaydınız, bu durum kariyer yolculuğunuzu nasıl etkilerdi?

Maalesef Türkiye’de, toplumun büyük bir kesiminde hâlâ kız çocukları ve erkek çocukları arasında ayrımcılık yapılıyor. Biz dört kız kardeş olduğumuz için bu ayrımcılığı hissetmedik. Ancak, erkek olsaydık farklı olur muydu diye düşündüğüm zamanlar da olmuştur.

Aile işinin içinde büyüdük, ama annem bizi “Her zaman kendi ayaklarınızın üstünde durun” mesajıyla yetiştirdi. Annem, hayatımda gördüğüm en dirayetli insanlardan biridir. Babam ise hiçbir zaman “İşe geleceksiniz” diye bir baskı yapmadı. Ancak onun gibi çok başarılı bir iş insanının ve girişimcinin çocuğu olduğunuzda, ister istemez iş ailenin bir parçası haline geliyor. Siz de doğal olarak o alana eğilim gösteriyorsunuz. Sanki tek alternatif, gelip aile şirketine katılmakmış gibi hissedebiliyor çocuklar.

-Buradan iş dünyasında liderlik kavramı hakkındaki öğreni ve düşüncelerinize gelmek isterim. Liderlik tarzınız nedir? Otokratik mi (ben söylerim onlar yapar), bürokratik mi (yönetmelik böyle diyor), diplomatik mi (görüş alırım ama kafama yatanı yaparım), demokratik mi (görüş alır, ortak akla saygı gösteririm)?

Bunu tabii ki ekibime sormak lazım, ancak geri bildirim verme kültürü çerçevesinde duyduğum ve bildiğim bazı şeyler var. Örneğin, ekibim genellikle benim talepkâr bir lider olduğumu söyler. Düşündüğümde, bu doğru. Bir diğer önemli konu ise “yetinmek” meselesi. Ben, her konuda daima iyileşme fırsatı olduğuna inanıyorum. Herhangi bir konuda “iyileşme imkânı yok” diyen yöneticilerle çalışamıyorum. Bu bakış açısı, benim için çok önemli.

Gençliğimde, “ortak akıl, ortalama akıl” derdim. Ancak yaşım ilerledikçe dinlemenin önemini öğrendim. İyinin gücünü daha fazla görmeye başladım. Pozitif geri bildirimin, insanların performanslarını nasıl ciddi şekilde artırdığını çok net bir şekilde deneyimledim. Bu nedenle, pozitif geri bildirimlere daha fazla önem vermeye başladım.

Benim için, ortak akıl ile birlikte başarmak önemli; ancak iyi dinlemek ve gerçekten duymak da en az bunun kadar değerli. Liderliğin en önemli özelliklerinden biri, beraber çalıştığınız kişilerin en iyi versiyonlarını ortaya çıkarmalarına yardımcı olmaktır. Ve tabii ki her anlamda iyi insanlarla çalışmak, benim için çok kıymetli.

-Pek çok üst düzey yönetici, CEO işe aldınız ve onlarla çalıştınız. Sizce doğru yönetici nasıl bulunur, siz kimlerle daha rahat çalışıyorsunuz?

Aydın Bey’in, yani babamın, çok sevdiğim bir sözü vardır: “İş hayatında patronlar değil, kurmayları iyi olan patronlar kazanır.” İyi takımlar kurmaya her zaman özen gösterdim.

Zamanla, hangi özelliklere sahip insanlarla daha iyi çalışabildiğini de anlıyor insan. Kendi ekibime baktığımda, mühendislik eğitimi almış yöneticilerin ağırlıkta olduğunu görüyorum.

Tabii ki ne eğitim ne de iş tecrübesi iyi bir yönetici olmak için tek başına belirleyici olmuyor.

Bana göre, çok iyi bir yönetici, öncelikle işini patron gibi sahiplenen bir yöneticidir.  Çalıştığım üst düzey yöneticilerin işlerini 100% sahiplenmelerine çok önem veririm, bende ekip arkadaşlarımı aynı hedefe koştuğumuz ortaklarım olarak görürüm.

-Yönetim Kurulları ile çalışır mısınız? Faydasına inanıyor musunuz? Bir Yönetim Kurulu’nun faydası nedir?

Bunun tek bir doğrusu olduğunu düşünmüyorum. İhtiyaçlara göre formül geliştirmek gerekiyor.

Ben Hanzade hanımın bu görüşüne tamamen katılıyorum. Zaten iş dünyasında tek doğru yoktur. Zamana ve zemine göre değişir. Yani 2 kere 2 sadece dört etmez, üçten beşe kadar yolu vardır, derler.

Hepsiburada grubunda, özellikle Nasdaq sonrası, çok güçlü bir yönetim kurulu oluşturduk. Bunun yanı sıra, Nesine’de bir icra kurulumuz, D4 Ventures’da ise bir yatırım kurulumuz bulunuyor.

Hepsiburada’da yönetim kurulunun önemi ise farklı bir noktadaydı. Şirket, bir girişimci tarafından kurulmuş ve uzun yıllar onun liderliğinde büyümüş bir yapıya sahipti. Doğal olarak, bu süreçte şirkette bana doğru gelişen bir bağımlılık oluşmuştu ve bunu azaltmak gerekiyordu. Bu anlayışla hareket ederek, yönetim kurulunu yalnızca risk odaklı değil, fırsatları ve şirketin en önemli potansiyelini görebilecek bir yapıda oluşturmayı hedefledik. Aynı zamanda, CEO’nun performansı gibi kritik konuların yalnızca kurucu tarafından değil, uzman bir yönetim kurulu tarafından değerlendirileceği bir sistem kurmaya çalıştık. Zaten Nasdaq’ın yönlendirmeleri de bu doğrultudaydı.

Kurumu, kurucudan bağımsız bir şekilde tek başına ayakta durabilecek bir noktaya getirmek, ulaşmak istediğim vizyona uygun bir adımdı. Bu yolda yönetim kurulu en önemli platformdu.

Eski eBay CEO’su Stefan Gross-Selbeck, Koç’un eski CFO’su Ahmet Ashaboğlu, Yapı Kredi’nin eski CEO’su Tayfun Beyazıt ve Western Union’ın efsane CEO’su Hikmet Ersek gibi isimlerin yer aldığı güçlü bir yönetim kurulu oluşturduk. Komitelerle desteklenen, yönetim kurulunun hem strateji belirlemede hem de iş planlarını onaylamada etkin rol aldığı bir sistem kurduk.

Kurumların, kurucu dahi olsa, kişilere bağımlı olmadan ayakta durup büyümeye devam edebilmeleri çok önemli. Bu süreç, yönetim kurulu ile başlıyor. Ancak dediğim gibi, her şirketin ihtiyaçları farklıdır. Örneğin, Hepsiburada’nın ilk 10 yılı için bu sistem doğru bir model olmazdı.

İş yerinde genç-yaşlı ayrımına inanıyor musunuz? Bu yeni döneme ve değişime gençlerin hazırlanması konusunda neler düşünüyorsunuz? Ya da yaşlıların onlarla çalışırken dikkat etmeleri gereken konular var mı? Bu kesimler orta veya uzun vadede vakitlerini en çok neye harcamalılar? Kendileri için yatırım yapabilecekleri en önemli konular/ yetkinlikler neler olmalı?

Bence yaşlanmak dediğimiz şey, öğrenmenin bitmesidir. Biyolojik yaş, artık bu devirde benim için bir anlam ifade etmiyor. Bir insanın öğrenme hızı ve merakı devam ediyorsa, o insan gençtir.

Mesela sizde de bunu hep görüyorum. Entelektüel kapasiteyi daima yüksek tutmak ve gelişim için çabalamak gerekiyor. Maalesef, bu herkesin sahip olduğu bir özellik değil.

-İşlerinizi daha fazla yurt dışından takip ediyorsunuz? Bunu neden tercih ettiniz? İşinize katkısı ve zorlukları neler oldu?

Ben Londra’ya taşınmayı hiçbir zaman “taşınma” olarak görmedim. Hatta kızım bu fikre çok sıcak bakmıyordu. Ona dedim ki, “Taşınmak demek, pılını pırtını toplayıp başka bir yere gitmek. Bizim durumumuz bu değil, bunu böyle düşünme.” Ona bunun aslında bir büyüme olduğunu anlattım: “Biz büyüyoruz,” dedim. Ve gerçekten de öyle oldu. Yaşadığımız alanları genişlettik; sadece fiziksel değil, yaşamımızın sınırlarını da büyüttük.

Bu benim için çok faydalı oldu. Kurucu olarak, ister istemez yöneticilere gerekli alanı tanımakta zorlanıyorsunuz. Bu fiziksel mesafeyi koyduktan sonra, liderliğimin daha başarılı olduğunu fark ettim. Kurucu CEO’luktan executive yönetim kurulu başkanlığına geçiş, daha sonra da sadece yönetim kurulu başkanı olmak bir süreçti. Vaktimin bir kısmını Londra’da geçirmem, bu süreçte çok faydalı oldu.

Neden Londra derseniz? Altı yıl önce, “yapay zekâ tsunamisi geliyor” düşüncesi ile bu alandaki gelişmeleri daha yakından takip etmeye başlamıştım. İnovasyonun ana merkezi olan San Francisco uzak bir seçenekti. Ancak Londra hem kendi başına bir merkez hem de Berlin ve Paris gibi Avrupa’nın diğer kritik merkezlerine mesafe ve zaman dilimi açısından oldukça yakın bir lokasyondu. Bu süreçte D4 Ventures yatırım platformunu kurdum. Londra’da olmam, Avrupa’daki girişimci ekosistemine ve yapay zekâ odaklı girişimlere daha yakın olmama olanak sağladı.

Şimdi ise durum benim için değişti. Daha çok burada olmak istiyorum. Türkiye büyük bir pazar ve içinde çok fazla fırsat barındırıyor. Zamanımı tekrar ağırlıklı olarak burada geçirmek istiyorum.

-Sohbetimizde biraz değindiğiniz ama çocukluğunuzu ve kendi çocuklarınızla olan ilişkinizi açalım isterim. Çocukluk yıllarınız nasıl geçti?

En başta söylemem gereken şey şu; ben oldukça kalabalık bir evde büyüdüm. Dört kız kardeş olduğumuz için evimiz hep hareketliydi. Babam, bize güvenli ve net sınırlar çizmişti; dışarı çıkmamıza fazla izin verilmezdi. Birilerini görmeye gitmek istediğimizde, “Onlar gelsin” denirdi. Haliyle, bizim evde yatıya kalan on kız olurdu.

Evimiz kalabalık ve sesliydi; kuzenler, akrabalar, bizim arkadaşlarımız, annemle babamın arkadaşları… Yemek masası dolup taşardı, büyük aile yemekleri yenirdi.

-Çocuklarınıza iş dünyası veya hayat hakkında verdiğiniz en önemli tavsiye nedir?

Kızlarıma her zaman, aile işine sahip olmanın önemli bir değer olduğunu, ancak aile işinde çalışmak zorunda olmadıklarını söylüyorum. Kendi yollarını çizme özgürlüğüne sahip olmaları gerektiğine inanıyorum.

Bir anne olarak, çocuklarımı tanımayı, onların güçlü yönlerini görüp onlara da göstermeyi, böylece ufuklarını açmayı önemsiyorum. “Ben nerede ve hangi alanda iyi olurum? Neler beni heyecanlandırır? Güçlü yönlerim neler?” gibi soruların cevaplarını bulmak, bence herkesin üzerinde düşünmesi gereken konular.

Bu soruların yanıtlarını keşfettikten sonra, kariyerinizi buna göre yönlendirmek hem tatmin hem de başarı için kritik bir adım. Çocuklarımı bu farkındalıkla büyütmek, onları hem özgür hem de bilinçli bireyler olarak yetiştirmek için çabalıyorum.

-Doğan Ailesi olarak değerlerinizi korumaya özen gösteriyor musunuz? Yeni kuşakların bu değerlere bağlılığı konusunda sorunlar yaşıyor musunuz?

Anneannem ve annemin duasını duyarak büyüdük: “Allah’ım, sen bizi doğru yoldan ayırma.” Bu ne demek? Yanlış yapmamak, yalan söylememek, merhametli olmak, yardım edebildiğin kadar yardım etmek. Çocuklarımıza da bunu vermeye çalışıyoruz.

Annem ve babamdan öğrendiğim bir diğer önemli husus ise maddiyata çok fazla değer vermemektir. Benim çocuklarımdan biri 10, diğeri 15 yaşında. Onların şunu bilmesini istiyorum: Maddiyat bugün var, yarın yok olabilir ve hayatta mutluluğu getiren ana unsur hiçbir zaman para değildir.

Kişisel hayatlarımızdaki önemi kadar kurumsal hayatımızda da değerlerimiz hep çok önemli oldu. Güçlü değerlerimiz üzerinde büyümüş bir grup olmamız en çalkantılı dönemlerimizden de güçlü çıkmamızı sağladı.

Neler yapıyorsunuz değerlerinizi öğretmek için?

En başta, yurt dışında okumalarına rağmen, kendi topraklarına ait olduklarını bilmelerini istiyorum.

Sosyal sorumluluk faaliyetlerinde yer almalarını önemsiyorum. Çocuklarımızı Aydın Doğan Vakfı’nın yurtlarına götürüyoruz, bilhassa burs verdiğimiz kız çocuklarıyla tanıştırıyoruz. Çünkü biz de böyle gördük, bize de böyle öğretildi. Annem ve babamın her yerde aynı davrandığını görerek büyüdüm. Onların küçük bir dairede de koca bir evde de aynı insanlar olacaklarını biliyorum. Onların her şeydeki ölçülü tutumunu, kısıtlama yapmadıklarını ama her daim hesaplarını bildiklerini görerek büyüdük biz.

Büyürken hiçbir harcamamıza müdahale edilmedi. Harcadığımızda da neden harcadığımız sorgulanmazdı, çünkü abartılı harcamalarımız olmazdı. Marka takıntımız yoktu. Şimdi, tabii bunu yapmak biraz daha zor. Yapmaya çalışıyoruz ama… Özellikle sosyal medya, hayatlarımızda oldukça zorlayıcı bir etken oluyor.

Ben de kızlarımı sosyal medya çılgınlığından korumaya çalışıyorum, çünkü bu gerçekten büyük bir mesele.

-Çok kısa da Doğan Grubu’nun bir dönem ana faaliyet alanlarından olan medyaya değinmek isterim. Medya artık eski bildiğimiz anlamda medya değil. En son Londra’ya giderken uçakta bir gazeteci arkadaşımla karşılaştım. Yanına bir deste gazete almış, okuduktan sonra bana uzattı okur muyum diye. Uzun zamandır basılı gazete görmemiştim.

Teknoloji, her şeyi olduğu gibi medyayı da dönüştürüyor. Sosyal medya kavramıyla birlikte her şey değişti. Yazılı basının yerini dijital medya ve bireysel medya kanalları aldı. Ancak, dezenformasyon ve yanlış bilgi arasından güvenilir haber kaynağı bulmak giderek daha zorlaşıyor. Bu durum, geleceğin medyasının şekillenmesinde en önemli etkenlerden biri olacak.

 -Ben de muratulker.com adı altında kendi sitemi oluşturdum, istediğimi yazıp LinkedIn’e ve bloguma koyuyorum.  Böylece ‘ona demeç verdi, bizle konuşmadı’ gibi bir şey olmuyor. Rekabet de olmuyor yani isteyen herkes alabiliyor. Ciddi bir erişim söz konusu. Mesela Ali Koç röportajım kısa zamanda 50 milyon erişime ulaştı.

Benimle röportajınız Ali Koç’unki kadar ses getirir mi emin değilim ama tüm röportajlarınız samimi ve ilgi çekiyor. Bu arada ben merak ediyorum, sizin spor sponsorluklarınız da çok. Geri dönüşü iyi oluyor mu?

Bu arada Hanzade hanıma çok teşekkür ederim; malum babasının kızı fırsattan istifade sanki o da beni sorguladı: 

Sizin spor sponsorluklarınız da çok var. Geri dönüşleri iyi oluyor mu?

-Tabii, Ülker Çikolatalı Gofret bir zamanlar 1 milyon satardı. Sonra bu rakam giderek arttı ama ölçü olması açısından söylüyorum, Halley de Fenerbahçe ile sponsorluktan sonra hemen 1 milyonu yakaladı. 

Bir anımı da anlatmış olayım; bir dönem baya zorlanıyordum. Biri bir haber yazıyor, sen bir şey demezsen ertesi gün diğeri ondan görüp yazıyor ve olay saçma bir hal alıyordu. Haliyle sürekli tekzip yazmak gerekiyordu. O zaman hatırlıyorum Korkut Özal’la ilgili bir haberde fark ettim ki işi hukuksal olarak çözmek şart. Sonra bir gün ofisteyiz, avukatımız geldi bir torba para ile, yanlış haber yapanları dava etmeye başlamış ve yekunda büyük meblağ para olmuş. Ben de kalktım gittim Aydın Doğan Bey’i görmeye. “Kusura bakmayın” dedim. O da eski Milliyet binasındaydı o gün “Gel benimle” dedi ve başladık yürümeye. Bir baktım kalabalık bir yere götürdü beni. Meğer o gün Aydın Bey’e gazetede doğum günü kutlaması yapılıyormuş. Beni gören şaşırıp kalıyor haliyle. Aydın Bey döndü ekibe “Bakın velinimetiniz geldi” dedi, “Yani reklamveren”. Hala hatırladıkça güldürür bu anı beni. 

HANZADE DOĞAN: Babam, büyük bedeller ödemesine rağmen ÇOK arkasında durdu gazetecilerin.

Doğan Medya Grubu uluslararası standartlarda yönetilen bir medya grubu idi. Ama bir noktada medyadan çıkmaya karar verdik ve Doğan Grubu’nu yeniden yapılandırdık.

-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Şunu söylemek isterim; yıllar önce hayallerini gerçekleştirmek ve kendi kanatları ile uçmak isteyen bir Hanzade vardı. Şimdi hayallerini gerçeğe dönüştürmüş, büyük tecrübeler kazanmış ama heyecanını hiç kaybetmemiş biri olarak devam ediyor. Kendine, ailesine ve ülkesine ne katabilirim merakıyla…

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.

YORUM YAZIN