GOYA

MISIRLILAR ARAP MI, YOKSA?

LinkedIn

Şimdi üçüncü yazımıza geldik ve bu yazıda Yukarı (güney) Mısır Goya’mızı anlatacağım. Ancakkonunun nereye bağlanacağını kestiremiyorum, zira Mısır’da özellikle eski Mısır’a ait çok gizem var.
Mısır ismi Arapça Mim, Sad ve Ra harflerinden oluşur. Mısır halkı kendi ülkelerini “Mısr” olarak adlandırır. Mısr kelimesinin anlamı, içerisindeki Mim, Sad ve Ra harflerinden gelir. Mim harfi meşakkat, Sad harfi sabır ve Ra harfi de refah kavramlarını temsil eder.. Mısırlılar M-S-R harflerini ülke tarihindeki 3 ana bölüm için seçmiş. Ülkelerinin tarihindeki ilk süreci çektikleri eziyetleri anlatmak için meşakkat kavramıyla sembolize ediyorlar, ikinci kısmı sabır ve üçüncü kısmı da refah ile ifade ediyorlar. Halbuki “Mısr” Arapça’da büyük, geniş düzlük anlamına gelir. Yani bu ismi tarihte ilk defa Müslüman Araplar, fetihten sonra kullanmıştır. Batı dillerinde ise firavunların Kopt ırkına mensubiyetlerine yani Kipti, bugünkü çingeneler olmalarına istinaden “Agypt” vb denilmektedir. Türkçemizdeki mısır bitkisi ile alakası yoktur.
Mısır gezmekleve anlatmakla bitmeyen bir ülke. Rehberimize bazen Mısır hakkında siyasi, kültürel sorular sorduk. “Eski Mısır bir anda bitmiş, kalıntıları var ama kendi yok. Tarih boyunca birçok millet ve hanedanlık Mısır’ı yönetmiş, siz kendinizi hangisine ait hissediyorsunuz?” diye sorduk. Rehberimiz Dalya hanım “Mısırlıyım, Arap değilim.” dedi. Dalya hanım’ın annesi Türk ve kendisi iyi Türkçe konuşuyor. Mısır doğumlu olan Dalya Hanım, Mısır’da eğitim görmüş ve halen görevde olan Mısırlı bir general ile evli. Araştırdığımda, internette de bu konuda Mısır’da önemli tartışmaların sürdüğünü gördüm. Örneğin, Quora isimli ünlü soru/cevap sitesinde “Etnik kimlik açısından Mısırlılar kendilerini Arap mı görüyorlar, yoksa Mısırlılar mı?” diye sorulmuş ve çok sayıda cevap verilmiş. Mesela, 

https://www.quora.com/In-terms-of-ethnicity-do-Egyptians-view-themselves-as-Egyptians-or-Arabs

İlk yazı: MISIR GEZİSİ İLK DURAK: İSKENDERİYE https://muratulker.com/y/misir-gezisi-ilk-durak-iskenderiye/

İkinci yazı: MUMYALAR, PİRAMİTLER, ATLAR, DEVELER https://muratulker.com/y/mumyalar-piramitler-atlar-develer/

Bu sorunun Arap ulusunun liderliğine talip bir millete ve devlete sorulması sizce saçma mı, yoksa manidar mı?

Bu tezi savunanlar: “Hayır. Biz Arap değiliz. Her ne kadar Mısırlıların beyinleri birçok hükümet tarafından bu şekilde düşünmeleri için yıkanmış, Sedat’ın hükümeti ülkeyi Mısır Arap Cumhuriyeti olarak yeniden adlandıracak kadar ileri gitmiş olsa da, bu doğru değil.” diyerek bunu çeşitli yollarla açıklıyorlar. Bu açıklamalardan üçünü seçelim: Genetik, tarih ve kültür.

Genetik: Modern Mısırlıların genetik tarihi üzerine birçok çalışma yapılmıştır. Sonuçlar, Mısırlıların Arap olmadığını göstermektedir. Size bazı bağlantılar bırakıyorum. 

Tarih: Mısır’a gelen Araplar genellikle askerdi. Araplar, tarihte hiçbir zaman Mısır’a kitlesel olarak göçmediler. Ama tarihte firavun soyunun Mısır’dan göç ettiğini biliyoruz. Tüm sair Arap halklarının büyüklüğü Mısır halkının büyüklüğüyle karşılaştırıldığında zaten yoruma gerek bile yoktur. Mısır halkına yönelik bir soykırım da olmadı.

Lisan: Mısırlıların Arapça konuşması, Mısırlıların Arap olduğunun ispatı değil midir? Ama yabancı lisan konuşuyor olmak, o kişinin yabancı olduğu anlamına gelmez! Genetik de bu şekilde çalışmıyor. Lisede Almanca öğrendiğimde, bu genetik yapımı değiştirmedi ve beni bir Alman’a dönüştürmedi. Mısır, Emeviler tarafından Araplaştırıldı mı? Meksika yerlileri İspanyolca, Hintliler İngilizce öğrendiler ve hatta bunu resmi dil olarak kullanıyorlar, ama bu onları İspanyol veya İngiliz yapmadığı gibi Arapça konuşmak da Mısırlıları Arap yapmaz.

 

Kültür: Mısır kültürü son yüzyıllarda Arap kültüründen çok Türk kültüründen etkilenmiş. Arap kültürüne aşina mısınız? Mesela en büyük Arap ülkelerinden biri olan Suudi Arabistan’ı Mısır ile karşılaştırın. Günlük yaşamda müzikten kıyafete kadar kültürler çok farklıdır ve tabii ki insanların konuşma şekli, sosyal normlar da çok farklı! Mısırlılar bin yıldır büyük ölçüde İslam kültüründen etkilenmiştir; önce Araplar, sonra Türkler onları idare eden hakim güçler olarak onları derinden etkilemiştir. Mısır’ı yöneten Muhammed Ali hanedanı Türktü. Modern Mısır’ın modern devletini ise İngilizler kurdular. Osmanlılar, yani Türkler, uzun süre Mısır’ın yönetici sınıfını oluşturdu. Tanıdığım birçok Mısırlının soyunda Türkler vardı. Ama gariptir, herkes anneannesinin Türk olduğunu söylerdi. Ben de kendimce dedem Türktü demek yerine böyle mi söylüyorlar diye düşünmüştüm. Halbuki aslında Mısırlı aileler için Mısır’da geçici görevde bulunan Osmanlı subaylarından kız almak, bir nevi Türklere mensup olmak bir övünç meselesiymiş.  Acaba sosyal hayat ve kültür onlardan ne ölçüde etkilendi?

Kısacası, Mısırlılar mirasları bakımından eşsiz bir halk ve onlar sadece Mısırlılar. Şimdi gezimize devam edelim.

 

Luksor Şehri

Kahire’den Luksor’a uçuş 30 dakika sürdü. Luksor, Mısır’ın güneyinde küçük bir şehir olup, ünlü Karnak ve Luksor tapınağı ile Krallar Vadisi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Şehrin nüfusu yaklaşık 1,5 milyon civarında. Şehre varır varmaz, muhtelif bölgelerdeki farklı tiplerde satış noktalarını goyaladım. Burada da penetrasyon, bulunurluk ve tanzim/teşhir standartları yeterliydi. Kısacası, ekip tüm Mısır şehirlerinde istenen standartlarda dağıtım başarısı göstermekteydi. Zaten Mısır’da lider olduğumuz bir kategoride goya istememin nedeni, tüketimin çoğunun gerçekleştiği Kahire ve çevresindeki dağıtım ve satış başarımızın yeterli olmadığını düşünmemdi. Zira lider olmaktan ziyade lider kalmak önemliydi ve zor olan da buydu. Tıpkı Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş savaşında söylediği gibi: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.”

Luksor’da bizi, Luksor’dan Aswan’a kadar tapınakları gezerek götürecek olan tekneye yerleştik. Bu tekneyle Nil turu fikrine, Covid salgını esnasında Sharm’da bayram tatilinde tanıştığım Mısırlı bir yatırımcı olan tanıdığımın, “Benim teknemde bir bayram tatilini geçirin.” teklifi sonucunda varmıştım. İyi ki de yapmışım. Üç katlı teknemizde alt katta rahat, lüks altı adet kamara ve mutfak vb, orta katta master kamara ve salon ile salomanje vardı. Üst kat ise tamamen manzarayı seyre ve güneşlenmeye ayrılmıştı. Dümen ve dümenci de buradaydı. Hatta hava ve rotamız izin verdiğinde randa yelkenimizi açabiliyorduk.

Teknenin bir diğer lüksü de son derece sakin ve sessiz olmasıydı. Çünkü teknemizi önümüzdeki bize bağlı römorkörümüz çekmekteydi, yani motorumuz yoktu. Bu, büyük konfor sunuyordu; ancak bu şekilde trafiği oldukça yoğun olan, akıntılı bir nehirde kıvrılarak ilerlemek ayrıca bir maharet gerektiriyordu. Teknemiz oldukça rahat ve oryantal tarzda döşenmişti. Bilhassa master kabin sanki son Mısır Kralı Faruk için döşenmiş gibiydi.. Lüks standardı olarak misafir sayısını aşkın hizmetli vardı.

Mısır’da turizm yatırımları olan Rixos ise gönderdiği ekiple ekstra Türk mutfağı hizmeti sunuyordu. İyi ki ekipçe tedbir olarak günde sadece iki öğün yemek yemeğe karar vermiştik.

Artık tekneyle 200 km’yi aşkın bir mesafe kat edecektik.

Nil Nehri, 2830 metreküp su debisi ve 6650 km uzunluğu ile dünyanın en uzun ikinci nehridir. Afrika’da, Burundi’deki Doğu Afrika Göller Bölgesi’nden doğar, ülkeye bereket yayarak kuzeye ilerler, nihayet Kahire yakınlarında “Nil Deltası”nı oluşturur ve 100 milyonu aşkın insanı refaha kavuşturduktan sonra Akdeniz’e kavuşur.

Tapınaklar, Bok Böceğine Tapınmak, Bitmemiş Dikilitaş…

Karnak Tapınağı

İlk ziyaret ettiğimiz tapınak Karnak tapınağı oldu. Karnak Tapınağı’nı anlatmadan önce, rehberimizin anlattıklarıyla birlikte  okuyup öğrendiğim bazı bilgilerden bahsetmem lazım.

Eski Mısır mitolojisi, Mısır Tanrıları’nın eylemlerini açıklamaya yarayan ve bu inanışta dünyayı anlamlandırma aracı olarak kullanılan eski Mısır’dan gelen mitlerin tamamına verilen isimdir. Mısır mitlerinin kökeni olan inançlar, eski Mısır dininin önemli bir parçasıdır. Mitler, eski kültürün özünü oluşturur, Mısır yazılarında ve sanatında, özellikle kısa öyküler, ritüel metinler, cenaze törenleri ve tapınak dekorasyonunda kullanılırdı. Eskiden tapınaklar renkliymiş, bugün sadece bazı yerlerde korunmuş. Düşünsenize binlerce yıldır solmayan renkler, ticari olarak müthiş olurdu.

Mısır’da kültür ve dinin merkezinde yer alan öyküler neredeyse tamamen tanrılar arasındaki olaylarla ilişkili. Mısır mitolojisinde yaklaşık 2.000 tanrı bulunduğu söyleniyor. Mesela, büyü ve tıp tanrısı Heka, müzik, dans ve sarhoşluk tanrıçası Hathor, savaş tanrıçası Neith, güneş ve hava tanrısı Amun, gökyüzü tanrısı Horus, mumyalama tanrısı Anubis… Bunlar en çok bilinenlerdir.

Mısır mitolojisinde köpek başlı maymun Aani, aslan ve kartal karışımı bir yaratık olan Grifon, fil balığı ailesinin bir türü olan Medjed, insan başlı, aslan gövdeli ve şahin kanatlı Sfenks de yer almaktadır. Bu mitolojinin Mısır kültürü üzerindeki etkileri bugün ne ölçüde görülmekte, araştırmak lazım. Zira bizdeki çaput bağlama, gece su dökmemek, kan akıtmak için kurban kesmek, kurşun döktürmek gibi batıl inançlarımız Orta Asya şamanlığından günümüze kalmış batıl, pagan inançlarımızdır.

 

Nil Nehri’nin doğu tarafında yer alan Luksor şehri yakınındaki Karnak Tapınağı’nın tamamı 1,2 milyon metrekarelik bir alana yayılmıştır. Amun, Mut ve Honsu tanrılarına adanmış üç ana kutsal mekandan oluşuyor. Sadece Amun kutsal alanı 61.000 metrekarelik bir alanı kaplıyormuş. Büyük hipostil salonunun ise 54.000 metrekarelik bir alanda yer aldığı söyleniyor. Karnak Tapınağı, 2000 yıl kadar Mısır’ın hac merkezi olmuş deniyor ama bununla ne kastedildiğini tam olarak bilemiyorum. Mısır’daki tapınaklar zaman içinde yağmalanmış, yıkılmış ve depreme maruz kalmış. Bizim şu anda gördüklerimiz restore edilmiş mekanlarmış.

Karnak’ın süsleme sanatı kabartmadan çok kazımaymış. Hipostil salonunda yaklaşık 134 sütun varmış. Karnak’ta 8000 adak taşı, 450 heykel ve 10a yakın sfenks bulunuyormuş. Karnak Tapınağı’nın içinde çok sayıda dikilitaş var, bu dikilitaşların bir benzeri bizde yani İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda bulunuyor.

Karnak Tapınağı’nın bir kısmı, Kıptilerin hakimiyetinde kilise olarak kullanılmış. Karnak Tapınak alanında eski bir cami de var. Bu cami, tapınağın tepesine inşa edilmiş, çünkü geçen binlerce yılda tapınak yeraltına gömülmüş ve insanlar hiçbir şeyden habersiz üzerinde yaşamaya başlamışlar.

Beni çok şaşırtan şeylerden bir tanesi de Eski Mısır’da bok böceği’nin kutsal oluşudur. İnsanlar, şimdi bile dilekleri yerine gelsin diye etrafında tur atıyorlar; Karnak’ta gözlerimle gördüm; ne acizlik!

Bok böceğinin eski Mısır’daki adı “cheperer” imiş. Eski Mısırlılar için bu böcek, yaşamın ve dirilişin bir işareti ve sembolüymüş. Bu inanç, bok böceğinin Nil taşkınını erkenden fark edip sudan uzaklaşabilmesine dayanıyormuş Akıllı böcek!

Luksor Tapınağı

İkinci durağımız Luksor Tapınağı. M.Ö. 1350de firavun III. Amenhotep tarafından yapımına başlanan tapınak, zaman içinde çeşitli eklentiler yapılarak büyütülmüş ve sonrasındaki tüm uygarlıklar döneminde şapeller, kiliseler ve camiler eklenmiş.

Yapısı Karnak’a kıyasla daha küçük, etrafında palmiyeler ve gün batımında aktive olan hoş bir aydınlatma var. Devasa sütunlar, birbirinden ilginç duvar süslemeleri ve büyük heykeller arasından dolaşarak geziyorsunuz.

apirüs Müzesi

Ertesi sabah, rehberimiz Dalya kahvaltı sonrası bizi papirüs müzesine götürdü ve papirüsten nasıl kağıt üretildiğini bize uygulamalı olarak anlattı. Nilüfer, Kuzey Mısır’ı, papirüs ise Güney Mısır’ı temsil ediyormuş. Zaten tapınakları gezerken bol miktarda papirüs ve nilüfer izlerine rastlıyorsunuz. Papirüsten kağıt üretme dersinden sonra, papirüsten yapılmış Mısır duvar sanatının hediyelik tablolara dönüşmüş hallerini inceledik. Burada en çok ilgimizi çeken ise rehberimiz Dalya hanımın muhtemelen dünyanın ilk düğün davetiyesi dediği papirüs oldu.

İşçiler Vadisi

Daha sonraki durağımız, mezarların yapımında çalışan işçilerin yaşadığı köy oldu; buraya “İşçiler Vadisi” diyorlar. Arapça ismi Deril-Medina, yani “şehir manastırı” olan bu yer çok değişik geldi bana. Bu köyde 400den fazla yetenekli zanaatkar ve aileleri oturmuş; bunlar aynı zamanda firavun mezarlarını ve piramitleri inşa etmişler. Bilgiler, arkeologlar tarafından bulunan papirüslerden elde edilmiş. Köy, 70 haneden oluşan bir ana cadde ve etrafına eklenen 50 kadar yapıdan oluşuyor.

Evler bugünkü toplu konutlardan hallice: karşılama odası, ikinci oda, çalışma odası, yatak odası, mutfak ve aşağıda mahzenler ile düz bir çatıdaki terastan ibaretmiş. Evlerde renkli sıvanmış duvarlar, mutfakta çeşitli kişisel eşyalar, kavanozlar, tahıl öğütme değirmenleri bulunmuş. Bu evlerin maketini yapmışlar. Köyde ahaliye ait mezarlardan üçü gezilebiliyor: Pashedu, Inherkhau ve en güzeli Sennedjem. Mezarlar biraz sıkışık veNisan’ın ilk günleri olmasına rağmen hava oldukça sıcaktı. Ben sadece birine girdim; mezar duvarlarında oldukça renkli anlatımlar var. Köyün maket vidyosu ekte.

Hatşepsut Tapınağı

Hatşepsut, İngilizce kolay söylenişi ile “hotchickensoup”, Antik Mısır’da MÖ 1479-1485 yılları arasında  hüküm sürmüş, 18. Hanedanın altın çağında tarihteki bilinen ilk kadın firavundur. Bir erkek rolünü üstlenme cesaretine sahip oluşuyla ünlenmiş, sıradışı kraliçe Hatshepsut, Eski Mısır’a askeri yönden zayıf fakat ticari ve mimari atılımlar bakımından bir o kadar zengin bir dönem yaşatmış ve sonraki dönemleri etkileyen bir süreci başlatması açısından önemli görülmektedir. Tapınak, Yukarı Mısır’da yükselen en çarpıcı mezar kompleksi olup, Eski Krallık’tan bu yana inşa edilmiş en ayrıntılı yapıdır.

Tapınak yapısı, birbirine merdiven ve rampalarla bağlı üç büyük teras içeriyor. Özellikle, duvarlara oyulmuş çizimlerden bahsetmek gerekir. Tapınağın duvarlarında Hatshepsut Kraliçesi’nin ilahi doğumuyla ilgili efsaneleri gösteren bir çizim de bulunuyor. Tapınağın, Eski Mısır’ın en önemli dini merkezlerinden biri olduğu düşünülüyor.

Hatşepsut’un mezar tapınağının ikinci katında Anubis Şapeli yer alıyor. Anubis, mumyalama ve mezarlık tanrısı olup, çakal başlı bir adam olarak temsil ediliyor.

Anubis, küçük bir kaide üzerindeki tahtta oturuyor. Tüm tapınaklarda çoğu zaman renkler solmuş olsa da, orijinal resmi hayal etmek mümkün. Mısırlıların kullandığı mineral pigmentler, bitkisel olanlardan daha dayanıklı olduğu için solmamış.

Osiride heykeli, Hatshepsut’un Morg Tapınağının üçüncü katındaki sütunlardan birinin önünde duruyor. Osiris, Mısır’ın bereket, diriliş ve sonraki dünyanın tanrısı. Genellikle bir mumya gibi sarılmış, elinde bir asa ve doğa üzerindeki kontrolünün sembolünü taşıyan bir şekilde tasvir ediliyor. Osiris’in bu heykeli, kadın firavun Hatshepsut’un hassas özelliklerini taşıyor. Mısır’ın Çifte Tacını ve ilahiliğin sembolü olan kıvrık uçlu sahte bir sakal takıyor.

Her tapınağın girişinde ve çıkışında küçük pazarlar oluşmuş, buralarda da şükür ki bizim ürünler baş köşede yerini alıyor. Hatshepsut Tapınağı’nda da durum farklı değildi. Daha önce de yazdım Mısır pazarında Ülker ve McVities markalarımızla lideriz. Bu küçük pazarlarda her çeşit hediyelik eşya var. Ama sakın pazarlık yapmayı unutmayın; genellikle söylenenin yarı fiyatına alıyorsunuz. İlginçtir çok sayıda da ünlü futbolcuların sahte formaları da satılıyor. Mısırda futbol bizim ülkemizde olduğu gibi çok seviliyor.

Krallar Vadisi

Krallar Vadisi’ne yine rehberimizin eşliğinde biletlerimizi okutarak girdik. Burada 62 firavunun mezarı bulunuyormuş ve ödediğiniz bilet parası ile yalnızca üç firavunun mezarını gezebiliyorsunuz. Rehberimizin önerisiyle sadece 9. Ramses’in mezarını ziyaret ettik. Halen kazılar devam ediyor ve yenileri bulundukça mezar sayısı da artıyor.

MÖ 16. yy’dan 11. yy’a kadar yaklaşık 500 yıl boyunca hizmet veren bu vadi, Yeni Krallık’ın kral ve asilleri için yapılmış. Tutankhamun’un mezarı ve onlarca ilginç anıt mezardan oluşan Krallar Vadisi, gerçekten şaşırtıcı bir yer.

1.Ramses döneminde Kraliçeler Vadisi’ne firavun eşleri defnedilmeye başlanmış. Krallar vadisindeki mezarların çoğunda kireçtaşı kullanılmış, üç koridor, bir giriş salonu ve daha alt seviyede oyulmuş lahit odası bulunmaktadır. Bu yer altı mezarlıkları gizli olduğundan soyulması zormuş. Hırsızlıklara karşı, 21. Hanedanlık dönemindeki papazlar, birçok firavunun naaşını buraya taşımışlar.  Bir mezarın yapımı tahmini 6 yıl sürüyormuş.

Artık Mısır gezimizin 6. günü ve tekneyle Esna şehrine doğru ilerliyoruz. Yol sırasında Esna’da değişik bir tecrübe daha ediniyoruz: Kanal Asansörü. Bu, nehrin farklı seviyelerindeki suyun akış debisinin ayarlanması için yapılan bir tür baraj sistemidir. Nehirdeki ulaşımın kesintisiz sürmesi için, su doldurulunca içindeki tekneyi yükselten bir nevi asansör olan havuz, aynı zamanda dönüşte suyu boşaltılınca tekneyi aşağıya indiriyor. Fevkalade büyük otel gibi gezi tekneleri de bu iki havuza ancak sığıyor ve işlemler süratle uygulanıyor. O gece bir kaç saat sıramızı bekledikten sonra havuzlara girebildik. Ben, arkadaşlarım uyurken, gece teknenin üstüne çıkarak bu ilginç teknik olayı detaylı bir şekilde izledim. Gece yarısı böyle bir deneyimi yaşamak oldukça ilginç oldu.

Geceyi Esna’da geçirip, sabah kahvaltıdan sonra Edfu Tapınağını ziyaret ediyoruz.

Horus Tapınağı

Edfu, Aswan’ın kuzeyinde 60 km uzaklıktadır. Horus Tapınağı, Edfu şehrindeki en önemli tapınaktır. Tapınağın 2. Ara Periyot zamanında inşa edildiği düşünülüyor. Bu tapınaktaki kitabeler, rölyefler ve ilave yapıların yapımı 180 yıl sürmüş. Edfu Tapınağı, Yeni Krallık’ın geleneksel Mısır Tapınaklarına benziyor. Mamisi, yani kral ailesinin doğum evi gibi birkaç Yunan öğesi de eklenmiş.

Giriş bölümü, avlu ve şapelden oluşuyor. Mamisi’nin duvarları, tanrıça Hathor ve tanrı Khnum’un kucağındaki küçük Horus’un ilahi doğumunu gösteren hikayeler ve hamilelik ve doğumla ilgili sair tanrıları gösteren rölyeflerle dekore edilmiştir.

Tapınaktaki dikkate değer  unsurlardan birisi de Nilometre’dir. Nil’in taşmasını ölçen bu düzenek, bir kuyu ve Nil Nehri’ne ulaşan bir tünelden/kanaldan oluşuyor. Rahipler kuyuya inerek suyun kaç basamak yükseldiğini bulmaya çalışırlardı.

Kom Ombo Tapınağı

Horus Tapınak gezisinden sonra tekne ile Kom Ombo şehrine hareket ettik. Akşam yine teknede açık büfe vardı, ancak artık hem sıcaktan hem yorgunluktan porsiyonlarımız iyice küçüldü. Erkenden de yatıyoruz. Sabah çok erken olmasa da 9.30-10.00 gibi yola koyuluyoruz. Şimdi sıra Kom Ombo Tapınağı’nda, Aswan’a varmaya az kaldı.

Kom kelimesi Arapça’da “küçük tepe”, Hiyeroglif antik Mısır dilinde “Ombo” ise “altın” anlamına geliyormuş. “Altın tepesi” demekmiş. Bu arada, o dönemde gümüş daha az bulunurmuş ve altından daha değerli imiş.

Mısır’ın güney sınırına yakın, ileri bir karakol işlevi gören şehrin tarihi firavunlar zamanına kadar uzanıyor. Eski Mısır’da “altın şehir” anlamına gelen Nubt olarak anılıyormuş. Helenistik ve Roma dönemlerinde adı değişmiş olmasına rağmen işlevini korumuş ve Yunanlılar adını Omboi olarak değiştirirken, Romalılar Ambo olarak adlandırmış. Şehir, bugün hala ayakta kalan görkemli tapınağı ile ünlü.

Tapınak, Sobek (timsah) ve Horus (şahin) adlı tanrılara adanmış. Aynı zamanda “Timsah Evi” (Sobek) ve “Şahin Kalesi” (Horus) olarak da biliniyor. Bölgede, Hanedanlıklar öncesi dönemden beri yerleşim olduğuna dair önemli kanıtlar var ve yakınında Eski Krallık mezarları bulunuyor fakat mevcut tapınak Büyük İskender sonrası, Helenistik dönemde inşa edilmiştir. Yapımı yaklaşık 100 yıl sürmüştür.

Hristiyanlığın ilk dönemlerinde Kıpti kilisesine dönüştürülen tapınaktaki kabartmaların çoğunu tahrip etmişler ve tapınak taşları sökülerek yapı malzemesi olarak kullanılmış.

Eski Mısır’da tanrılarla ilişkilendirilen hayvanlar, kutsal ve korunmuş addedilir, büyük saygı görürlermiş. Hatta bu hayvanlar öldüklerinde, sahiplerinin sosyal statüsü  ile orantılı olarak ayrıntılı ve pahalı bir cenaze töreni düzenlenirmiş. Onurlarına tapınaklar inşa edilirmiş. Mısır’da mumyalanmış birçok timsah bulunmuş, fevkalade çirkin bir görünüm arz ediyorlar. Bir zamanlar çok sayıda timsah, bu tapınağın içinde ve etrafında dolaşırmış. Kom Ombo Tapınağı’nda 300den fazla timsah mumyası bulunmuş ve bu mumyalar tapınağın hemen bitişiğindeki Timsah Müzesi’nde sergileniyorlar.

Kom Ombo tapınağı güya iyileştirici güçleriyle tanınıyormuş ve Eski Mısırlılar tedavi olmak için tapınağı ziyaret ediyorlarmış.

7. günün gecesi boyunca son durak Aswan’a doğru yol aldık. Sabah kahvaltıdan sonra, önce 3 km uzunluğunda ve 11 metre yüksekliğindeki toprak dolgu Aswan Barajı’nı gezdik.  Orada, çoğunlukla yerel ürünlerin bulunduğu bir büfe vardı ve tabii  büfede ürünlerimiz de çoğunluktaydı. Sahibi beni görünce, selfie çekmek istedi, tanzim/teşhiri nasıl bulduğumu sordu ve “Üç gündür seni bekliyoruz.” dedi. Biraz soluklandıktan sonra  geldiğimiz yönün aksi istikametine döndük; bu, bizim etrafı daha çok görmemizi sağladı. Baraj gerçekten muazzam bir yapı; Nasır döneminde Rusların yardımıyla inşa edilmiş. Bu barajın inşasının hikayesi, bazen “topyekün Batı” diye adlandırdığımız unsurların nasıl pragmatik ve bencil olabildiklerine iyi bir örnektir. Biz de Keban Barajı ve Gap projesi inşasında benzer zorluklarla karşılaşmıştık. Hatta hatırlarım, Avrupalıların tezi olarak inşa ettiğimiz barajların nasıl bir doğa felaketi olduğu ve hatta vazgeçilmesi gerektiğine dair bir rapor okumuştum.

Bitmemiş Dikilitaş

Bitmemiş Obelisk, şimdi şehrin içinde kalmış olan Aswan taş ocaklarının kuzey bölgesinde yatıyor. Eğer tamamlanabilseydi, Antik Mısır’da bugüne kadar yapılmış en uzun ve en büyük dikilitaş olacakmış. Maalesef, dikilitaş yatağında kesilirken çatlamış ve yarılmış, bu yüzden de terkedilmiş. Böylece bize bu işlemin nasıl yapıldığının bir kanıtı olmuş. Dikilitaşın, adeta o granit kaya içinde gömülü olduğunu seziyorsunuz ve etrafı oyularak yattığı yerde şekillendirilip çıkarılıyor. Önce etrafında derin oyuklar yapılıyor ve bu oyuklara sıkı geçme odun çakılıyor. Sulanan odunlar genişleyince, taşı çatlatıp birbirinden ayırıyor. Yan yana sayısız oyuğun meydana getirdiği küçük çatlaklar, hedeflediğiniz şekildeki kayayı oluşturuyor. Arkeologlar, Eski Mısırlıların kayayı kesmek için granitten daha sert bir kaya türü olan doleriti kullandıklarına inanıyorlar. Bana göre ömür törpüsü bir iş! Ancak bir kralın gücünü göstermek için yapabileceği şeyler bunlar; piramit inşası, dikilitaşlar vb. Belki halkı da oyalayıp hatta organize edip, besleyip daha kolay yönlendirebiliyorlardı.

Bu yarım kalan dikilitaşın M.Ö. 15. yüzyılda Kraliçe Hatshepsut’un saltanatı sırasında inşasına başlandığı ve sonra terk edildiğine inanılıyor. Fotoğrafta yukarıdan açıkça görüldüğü gibi tam 3500 yıldır olduğu yerde öyle kalmış.

Tüm taş ocağı şimdi açık bir müze.

Tübitak dergisinde dikilitaşların ne işe yaradığı, nasıl taşındığına dair çok güzel bir yazı var. Onun linki de burada:

https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf;jsessionid=VDm9DRTsFK-z9x5rEnoFrmdh?dergiKodu=4&cilt=30&sayi=354&sayfa=42&yaziid=9769

Taş ocağından sonra hediyelik, hatıra alışverişi yapılabilecek küçük bir pazara düştü yolumuz. Baharatçı dükkanları da ilginçti. Bir el dokuma tezgahı gördük. Dokumacıyı izleyip, onunla fotoğraf çektirdik. Ben tabii sarı/lacivert renkleri tercih ettim.😊

Ve nihayet Mısır Goyamızın sonuna geldik. Aswan’a gelip de Agatha Christie’nin Kral Fuad tarafından ağırlandığı 19. yüzyılda yapılmış olan Sofitel Old Cataract Otel’i ziyaret edilmez mi? Herhalde herkes öyle düşünmüş olacak ki otele giriş ücretli, ama yemekten düşüyorlar.

Uzun ama faydalı bir geziydi, biraz da yorucu. Ancak Mısır’ı, insanları, kültürlerini daha iyi anladığımızı, tarihte Eski Mısır ve Yeni Mısır ayrımını daha iyi yapar hale geldiğimizi söyleyebilirim. Umarım siz de faydalandınız. Zaten tanışmadan iş/ticaret yapamazsınız. Hayatın gayesi de MUTLUETMUTLUOL ise nasıl goyalamayalım ki…

 

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.

 

YORUM YAZIN