ENTELEKTÜEL YAŞAM ÇOK KIRILGAN
Peter Watson’un 1000 sayfalık Fikirler Tarihi kitabına birlikte bir baksak mı? Böylece belki geçmişi, dini fikirleri, Batı’nın bu konudaki düşüncelerini anlayabiliriz.
Fikirler Tarihi kitabı, son dönemin moda kitaplarından olan Harari’nin Sapiens’inden daha kapsamlı, insanoğlunun zihinsel gelişiminin aşamalı bir ilerleyiş şeklinde olduğunu kanıtlayan ve insanoğlunun taş devrindeki ilkel kavramlardan, dünyada son semavi dinlerin yayılmasına, Rönesans dönemine, modern bilimin doğuşuna, sanayi devrimine, evrim kuramına ve teknolojik harikalara değin aşamaları anlatan entelektüel tarihin bir özeti; kağıdı, barutu, baskıyı, porseleni ve kamu görevlileri için yazılı sınav fikrini üreten Çin, sonra Batı’nın eline geçen egemenlik, bu arada 9. asırda şifa/hastane, cebir, astronomi, felsefe fikirlerini geliştiren Bağdat 11. asırda önemini yitirmiş…
Fikirler tarihinin bize verdiği ders: Entelektüel yaşamın kırılgan olduğu, kolaylıkla yok olabildiği ya da yer değiştirebildiği…
Buna katılmakla birlikte size daha önce sözünü ettiğim arkeoloji ve geçmişin aydınlatılması hakkında uydurduğum bir hikayeden bahsetmek istiyorum:
Şöyle bir düşünün bundan bin yıl sonra bir arkeolog kazı grubu Karacaahmet’te kazı yapsa, bulduklarını nasıl yorumlardı? T.C. devrinde bir büyük mezarlıkmış ve bu Türkler’de medeniyet sıfır, bir beyaz çaputa sarıp gömmüşler, mezarda diğer medeniyet kazılarının aksine başka hiçbir şey bulunmamış, alet, edevat, silah yok…
Gel de gülme, gel de müspet ilime güven!
Pozitif ilim, tabii ki sadece ispat edilmiş “sahici gerçek”lerle ilgilenir. Ama ya GERÇEK algı sınırımızın ötesinde ise!
Kuranda yer alan insan suresinde insanın yaratılış aşamaları, yükümlülükleri, âhirette insanlar için hazırlanmış olan nimetler ve cezalar, bunlarla karşılaşacak insanların cennet ve cehennem hayatları çok canlı ve çarpıcı bir üslûpla anlatılmakta; ayrıca Kur’an’ın Allah katından indirildiği, bir öğüt ve nasihat olduğu bildirilmekte, insanın hür ve sorumlu olması ile Allah’ın irade ve yaratma sıfatları arasındaki ince ve dengeli ilişkiye dikkat çekilmektedir.
İnsan Sure’sinin 1’inci ayeti şöyledir: Gerçek şu ki, insanın yaratılış tarihinde onun henüz anılan bir şey olmadığı bir dönem gelip geçmiştir. (*)
(*) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/76-insan-suresi
PETER WATSON’un 1000 SAYFALIK FİKİRLER TARİHİ kitabı kabul edelim (1) büyük bir araştırma ürünü; insanlık tarihinin, insanın yaratıcılığının kapsamlı bir dökümü. İki milyon yıl önce çakmaktaşı ve baltanın kullanımıyla başlayan insanlık tarihinde uzun koşumuzun mihenk taşları olan “fikirlerin hikayeleri” anlatılıyor. Tabii öyleyse…
Sonsuz sayıda varsayım, hipotez, kabuller, birbirinden alıntılar. Okuduklarımızı doğru kabul etmeden önce çıkarımların yanlış olabileceğini de hep akılımızın bir yerinde bulundurmamız lazım (2).
Kitapta ilk diller, ilk sözcükler, putlar, kurbanlar, yazı, takvim, sanat, para ve ekonomi, filozoflar, müzisyenler, dini liderler, şairler, mucitler okura sunuluyor. Yine tarihte kaydedilmiş bütün büyük olayların arkasındaki düşünce süreçleri, bu süreçlerin ürünleri olan fikirleri ve buluşların tarihi sunuluyor. Beş ana başlık altında sunulan kitabın amacı, yazarının ifadesiyle; “geçmişte ya da halen yaşayıp düşündüklerimiz üzerinde uzun vadeli bir etkisi olan fikirleri ve buluşları belirleyip irdelemek”.
Kitabın yapısını belirleyen 3 fikir ögesi şunlar: Ruh, Avrupa ve Deney. Bu kitap özellikle tarihte bir fikrin bir başka fikri doğurmasını inceliyor.
İnsanın ilk fikri için iki adayımız var:
1. İki ayaklılıkla ilgili: İnsanın en önemli farkı, iki ayaklı olmasıdır. Aletler yapmak için “başparmaklı” elleri serbest kalmış; bu da insanın beslenme şekline katkıda bulunmuş ve daha zengin yiyeceklere ulaşmış, gelişmiş. Ayrıca dik duruşta gırtlak ünlü ve ünsüz sesleri çıkarmaya daha uygun. Kadınların görece küçük beyinli çocuklar doğurabilmeleri ve bu bebeklerin uzunca bir dönem anneye bağımlı olmaları erkeklerle kadınlar arasındaki iş bölümünü getiriyor. Erkekler, eşleri ve çocukları için yiyecek getirme yükümlülüğünü üstleniyorlar. Böylece çekirdek aile ve bilinçli topluluğun sosyal yapısı gelişiyor.
Kuran’da Nur Suresi 45’inci ayet şöyledir (3) . “Allah hareket eden her canlıyı bir sudan yarattı. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yol alır. Allah dilediğini yaratıyor, Allah her şeye kādirdir.”
2. Taş aletlerin ortaya çıkışı: Taş aletlerin yapımı tarih öncesinde en az 5 ana aşamadan geçiyor: M.Ö. 2,5 milyon, 1,7 milyon, 1,4 milyon, 700.000, 50-40.000 yıllarında teknolojide önemli değişiklikler meydana geliyor. Taş aletler ile insanın daha sonraki biyolojik gelişimi arasında ortaya çıkan bağlantı, taş aletlerin kullanılması ile insanın et yemesinin ve beynin gelişiminin ilişkisi.
Kur’an’da ve hadislerde çeşitli vesilelerle taştan söz edilir. Ahd-i Atîk’te taş mimari eleman, alet, eşya, süs eşyası, yazı malzemesi, tapınma aracı şeklinde birçok yerde geçmekte ve yapılan çeşitli benzetmelerde kullanılmaktadır. (4)
Kur’an’da Allah yolunda saf bağlayarak çarpışanlar taşları birbirine kurşunla kenetlenmiş binalara benzetilir (es-Saf 61/4). Yine Kur’an’da dağların kazık kılındığı söylenir ki (en-Nebe’ 78/7) bununla kayalardan meydana gelen dağların yer kabuğunun tespiti ve dengesi için büyük önem taşıdığına dikkat çekilmektedir. Firavun için kullanılan “kazıklar sahibi” (zü’l-evtâd) ifadesindeki (Sâd 38/12; el-Fecr 89/10) “kazık” ile de bir yoruma göre, bir örneği İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda görülen Mısır’daki dikili taşlar ve piramitler kastedilmektedir.
Kur’an’da ayrıca İsrâiloğulları’nın katılaşmış kalpleri taşa benzetilir ve onların taştan daha katı olduğu bildirilir. Çünkü bir kısım taşlardan nehirler kaynamakta, bir kısım taşlar yarılıp aralarından su çıkmakta ve bir kısım taşlar Allah korkusuyla yukarıdan aşağıya düşmektedir (el-Bakara 2/74). Kur’an’da ayrıca gösteriş için sadaka verenler ve onu başa kakmak suretiyle sevabını yok edenler üzerinde az bir toprak bulunan kayaya (safvân) benzetilir ki şiddetli bir yağmur toprağın kaymasına yol açar ve onu çıplak bir taş (sald) halinde bırakır (el-Bakara 2/264). Yine Kur’an’da “tîn”den (küpçü toprağı) pişirilerek elde edilen “siccîl” taşlardan, özellikle günahları yüzünden cezalandırılan Lût kavminin üstüne bu tür taşların yağdırıldığından (Hûd 11/82; el-Hicr 15/74; ez-Zâriyât 51/33) ve Kâbe’yi yıkmaya gelen Habeş ordusunun üzerine sürüler halindeki kuşlar tarafından bu taşların atıldığından (el-Fîl 105/4), inci ve mercandan, kıymetli taşlarla yapılmış süs eşyasından (en-Nahl 16/14; Fâtır 35/12; er-Rahmân 55/22) ve cennet kadınlarının yakut ve mercana benzediğinden (er-Rahmân 55/58) söz edilir. Kur’an’ın bildirdiğine göre cehennemin yakıtlarından biri de taştır (el-Bakara 2/24; et-Tahrîm 66/6). Ashâb-ı Kehf’in hikâyesinde geçen “rakīm” de bir yoruma göre onların adlarının üzerine yazıldığı taş kitâbedir (5).
İlkel zihnin 3 temel özelliği bulunuyor, diyor yazar: Teknik zeka (taş aletler yapma), doğal yaşam zekası (çevresindeki araziyi ve vahşi yaşamı anlama), sosyal zeka (gruplar halinde yaşamak için gerekli beceriler).
1. Ateşin kontrolü ve kullanımı, alet yapma becerisi gelişmiş bir beyin yaratıyor veya tersi! Ateş ve aletler sayesinde insan av olmaktansa avcı oluyor. Ateşi canlı tutmak, beraber avlanmak ve korunmak toplumsal örgütlenmeyi teşvik ediyor.
2. 700.000 yıl önce el baltası “standart” hale geliyor. Dünyanın dört bir köşesinde bir çok balta, farklı boyutlarda olmalarına karşı, aynı oranlar içinde yapılıyor. Bu soyut düşünce kapasitesini gösteriyor, matematik düşüncenin temelini oluşturacak zihinsel donanıma işaret ediyor.
3. 250.000 yıl öncesinde yapılan aletin şeklini öngörecek kadar fizik biliniyor. İlk av mızraklarını takiben kullanılan boya/renk ile işaretleme simgesel bir davranışı ima ediyor.
4. Aletlerin standartlaştırılmasından sonraki en önemli soyut fikir ölü gömmektir. Gerçi en az insan kadar eski olan kargalar bunu hep yapmıyor muydu, yoksa insandan mı öğrenmişlerdi? Amaçlı olarak ölü gömme, öte dünyaya ilişkin bir kaygıyı/inancı yani bir dini işaret ediyor. Bazı gömüler belirli bir tıp bilgisini de gösteriyor.
Maide Suresi’nin 31’inci ayeti şöyledir: Ardından Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim?” dedi, ettiğine de pişman oldu (6).
Kuran tefsirlerinde anlatıldığına göre Kabil kardeşini öldürdükten sonra cesedi ne yapacağını bilememiş, şaşırıp kalmıştı. Bunun üzerine yüce Allah bir karga gönderdi. Karga yerde eşinerek Kabil’e kardeşinin cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini gösterdi veya ölmüş bir kargayı bu şekilde gömdü. Böylece Allah bir kargayı örnek göstererek şaşkınlık ve cehaleti sebebiyle bocalamakta olan Kabil’i uyardı.
İbn Âşûr, görünen çirkin şeylerin örtülmesini istemek kabilinden olan bu büyük sahnenin insanlığın medeniyet yolunda attığı ilk adımı temsil ettiğini, aynı zamanda taklit ve tecrübe yoluyla kazandığı ilk bilgi olduğunu kaydeder. Ona göre bu olay insanın kendisinden daha zayıf varlıklardan bilgi edindiği sahnelerin de ilkidir. Nitekim (daha sonra) insanlar güzel görünmek için de hayvanlara benzemeye çalışmışlar, renkli, güzel deri elbiseler edinmişler, çiçeklerle, kıymetli taşlarla ve renkli tüylerle süslü taçlar giymişlerdir . Ölmüş bir insan cesedini gömmek geride kalanların ona karşı son insanî vazifeleri olduğu gibi tabiatın ve insan sağlığının korunması bakımından da önemlidir. Zira gömülmeyen ceset kokar, çürür ve bundan insan sağlığına zararlı mikroplar ürer. İnsanoğlu, Allah’ın kendisine vermiş olduğu düşünme, deneme ve örnek alma gibi yetenekler sayesinde bu zararlardan kendisini koruyabilmiştir (7).
5. Son olarak 50.000 yıl önce karmaşık aletlerin ortaya çıkışı ve düzgün yapılı hatta dörtgen yerleşimlere geçilmesi uzun vadeli planlamanın ve stratejik davranışın geliştiğini ortaya koyuyor. İşbirliği ve eylem konusunda toplumsal eşgüdüm, insanın hayatta kalma stratejisi açısından önem taşıyor. Dilden yoksun olmakla birlikte, amaçlı öykünme, yüz ifadesi, seslerin ve hareketlerin taklidi, bir nevi kültür gelişiyor.
6. 40.000 yıl önce, son derece yetkin ve modern görünümlü sanat birden ortaya çıkıyor. Ayrıca mağara resimlerinin sanat değil, iletişim yolu, yazı olduğu anlaşılıyor. Sanat fikri, ister mağara resimleri isterse kişisel süsler olsun, bilgi birikiminin kayda geçirilmesi sayılıyor. Cinsellik de erken dönem sanatında ana imajlardan biri ve kadın cinsel organının tasvirinin, erkek organının tasvirinden çok daha yaygın olması kadının erkekten çok daha gizemli bir varlık olarak görülmesi olarak düşünülebilir mi? Ben bilemedim. Bireyler arasında süslenme farklılıkları, ilk insanların bir “benlik” duygusu edinmeye başladıklarını mı gösteriyor?
7. Din için 3 gereklilik bulunuyor: Bireyin fiziksel olmayan bir öğesinin (ruh) ölümden sonra yaşayabilmesi; bir toplumdaki belirli kişilerin, doğaüstü varlıklardan doğrudan esin alabiliyor olmaları; belli ritüellerin bu dünyada değişiklikler yaratabilmesi. Mağara resmi ilk dinlerin şamanist nitelikleri ile bağlantı kuruyor. Bu sanat, seçilmiş bir azınlığın ritüelleri sırasında üç farklı bilinci gösteriyor: rüyalar, uyuşturucu otların yol açtığı sanrılar ve esrime.
Burada dinin çok tanrılı olarak başladığını ima eden yazara katılmıyorum. Zira hep “çok tanrılar veya putlar vardı, sonra rafine oldu, anlayış tek tanrıya indirgendi” deniyor. Ama mantıken teki kabul edilmeyen tanrı fikri, çok ve müşterek ortak tanrılar, hatta birbiriyle kavgalı ortaklar olarak nasıl benimsenmiş acaba, din olarak? Neyse biz devam edelim.
Dilin kullanılmaya başlanması erken dönem ilkel insanların zihinsel hayatındaki en ilginç ve çarpıcı unsur. Dilin gelişimine bakarsak:
1. Taş aletlerin hammadde kaynağından 10 km uzakta bulunması erken dönem insanının “zihinsel haritalar” oluşturabildiğini, planlama yapabildiğini gösteriyor. Büyük gruplar halinde yapılan sürek avları sosyal zekayı geliştiriyor. Gruptaki bireyler dilin gelişimi ile kimlik kazanıyor, özellikle bilenin bilgi ve tecrübeyi aktarabilmesi mesela; alet yapımını, avlanmanın püf noktalarını aktarabilmesi. Aile içinde farklı akrabalar arasındaki ilişkiyi tasvir etmek için dil gerekiyor. Yani hem bireysel, hem grup benlik bilinci dille birlikte ortaya çıkıyor.
“Yaklaşık 200.000 yıl önce anatomik olarak iki önemli mutasyon meydana geliyor.” diyor yazar, peki bu varsayımın kaynağı nedir? Haydi kabul edelim, peki nasıl olmuş? Mutant gen erken insanların yüz, ağız, boğaz kasları üzerinde daha üst düzeyde kontrol sağlayarak konuşma becerisini geliştiriyor, dilin temelini oluşturabilecek daha geniş bir ses yelpazesi sağlıyor, deniyor… Epigenetik, yaşam sırasında genlerde meydana gelen ve gen ifadesini etkileyen kimyasal değişikliklerle ilgilenen yeni bir bilim dalı. Sigara içmek, yüksek radyasyona ya da zehirli maddelere maruz kalmak gibi etkenler, genlerde kimyasal değişikliklere yol açabilir ve bu kimyasal değişiklikler geçici ya da kalıcı olabilir. Hatta epigenetik değişikliklerin bazıları sonraki nesillere aktarılabilir. Genlerde meydana gelen epigenetik değişiklikler gen ifadelerini etkiler ve bu durum bazen sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin aynı DNA dizilimine sahip tek yumurta ikizlerinden biri kansere yakalanırken diğeri yakalanmıyorsa sebep büyük olasılıkla epigenetiktir (8).
2. Teknoloji ve avlanma tekniklerinde dil olmaksızın gerçekleşmesi zor olacak önemli değişimler görülüyor, Mızrak atıcılar için standartlaştırılmış ham uçlar, balıkçı bölgelerinde kullanılan zıpkın icadı gibi.
3. Sibirya ve Avustralya’yı keşfederken soğukta giysi dikmek için iğneye, kürekli deniz taşıtlarına ve aile içi/dışı ilişkilere yani gelişmiş sosyal yapılara ihtiyaç duyuluyor. Bu da ayrıntılı bir iletişimi yani dili gerekli kılıyor.
4. Dilin gelişiminde önemli aşamalar: retorik, mantık (diyalektik) ve gramer safhaları, temel becerileri temel düşünmenin kuralları diyebileceğimiz matematik, astronomi, geometri ve müzikten ayırıyor.
Medeniyet kısaca 4 özellik barındırıyor, diyor yazar ve anlatmayı sürdürüyor:
-Yazı
-Anıtsal yapıların bulunduğu şehirler, yani sosyal hayatın varolduğu şehirler,
-Örgütlü din, ben vahiyle gelen ve ritüelleri olanı yani şeriati olan anlıyorum.
-Uzmanlaşılmış meslekler
İnsanın tarihteki en büyük dönüşümü epizodikten (geçmiş kişisel deneyimlerin toplamı) düşünmeden mimetike (taklide ilişkin) geçiştir, çünkü kültürün gelişimi bu sayede gerçekleşiyor, diyor yazar. Ben bu görüşe de katılmıyorum, epizodik düşünmeden mimetike geçiş insanlar daha ilkel yaşarken de mutlaka vardır. Günümüzde kargaların bile mimetik davrandığına şahit olmuyor muyuz? Bugün son buluntularda mesela Göbeklitepe’deki medeniyet anlatılan medeniyet unsurlarının tümünü barındırmıyor. Yani Göbekli Tepe’nin binlerce yıl önce inşa edildiği kesindir. Ancak ilginç bir şekilde Göbekli Tepe’nin bir yerleşim alanı olduğunu gösteren kanıtların hiçbirine ulaşılamadı. Hiçbir kap kacak, hiçbir ev veya çöp çukuru, hiçbir doğurganlık figürü bulunamadı. Alet kullanımına dair hiçbir veriye ulaşılamadı. Hiçbir taşa, çekice veya bıçağa rastlanmadı. Genellikle avcı-toplayıcıların sanat gibi unsurlardan uzak olduğu, büyük yapılar inşa edemeyecek düzeyde olan insan grupları olduğu düşünülmekteydi. Benzer şekilde, avcı-toplayıcılarda karmaşık sembol sistemlerinin bulunmadığı, sosyal hiyerarşilerin henüz netleşmediği, görev dağılımının çok kısıtlı olarak yapılabildiği düşünülüyordu. Ancak eğer ki Göbekli Tepe yerleşik yaşama geçmemiş, göçebe avcı-toplayıcılar tarafından inşa edildiyse, bu fikri tamamen baştan düşünmemiz gerekiyor demektir (9).
Watsona’a göre tarihteki en önemli düşünce alanları ise şunlar:
-Ruh
-Deney
-Tek Gerçek Tanrı
-Güneş Merkezli Evren
-Evrim
-Tarımın Keşfi
Tarımın keşfi 12000 yıl önce, son buzul çağı sona ererken dünyanın ısınması ve iklimin istikrarlı hale gelmesi ile mümkün oluyor. Şimdiye kadar elde edilen buluntulara göre bitkilerin ve hayvanların ehlileştirilmesi dünyanın 2 bölgesinde bağımsız olarak ortaya çıkıyor:
1. Mezopotamya
2. Panama ile kuzey Meksika arasında Meso-Amerika.
Neolitik tarımın esas “kurucu” ürünü olarak üç tahıl var: emmer buğdayı, arpa ve kızıl buğday. Bunları bezelye, mercimek, karaburçak ve keten izliyor. Hayvanların ehlileşmesi bitkilerden 1000 yıl sonra gerçekleşiyor. Keçi ile başlayıp, koyun, domuz ve büyük baş hayvanlar ehlileşiyor.
Tüm bu kanaatlara bulgularımızdan yola çıkarak tüme varım metodu ile varıyoruz. Bence birbirinden etkileşimi mümkün olmayan iki ayrı yerde görülen bu gelişmeler tabii ki dünyanın başka yerlerinde de olmuş olabilir.
Bu sürecin önemi: avcılığa dayalı bir ekonomiden, yabani tahılların ekimi ile başlayıp, kalıcı köylerin kurulması ve tamamiyle ehlileşmiş bitki ve hayvan ırklarına dayanan karma bir tarım ekonomisine geçiş olmasıdır.
Alimler değişimi sürükleyen teorik etken olarak dinin etkili olduğunu düşünmüşler veya iklim değişikliğinin etkisi ile denizlerin yükselip, açık alanların azalıp, bitki örtüsünün değişmesiyle sıkışan insanların yaşadıkları bölgeye hakim olma mecburiyetinden kaynaklandığını düşünmüşler.
Yerleşik hayatın tarımdan önce ortaya çıkmış olması bilim insanlarını Ortadoğu arkeolojisini gözden geçirmeye itiyor. 12000-10000 yıl önce önemli bir psikolojik, dini devrim yaşandığını, bunun da bitki ve hayvanların ehlileştirilmesinin önünü açtığını söylüyorlar. Tabii bu da bir iddia! Tanrı ve insan arasında ilk defa yeni bir itaat ilişkisi ortaya çıkıyor, diyor yazar. Tarım devrimi ile din devrimini bağlayan unsur güç!
Natufyanlar MÖ 12500 ila 9500 yılları arasında var olmuş bir kültürdü. Bu kültür bize, yaklaşık 6 tanesi bir arada bulunan ve bir köy oluşturan, taş duvarları olan, ölülerin evlerin altına ya da gruplanarak mezarlıklara gömüldüğü, tahıl hasadı yapılan bir kültürü gösteriyor.
Khiamyan dönemi (MÖ 9500) ise üç nedenden önemli: Yeni silah türleri ortaya çıkıyor, kil bir inşaat malzemesi olarak kullanılıyor, “sembollerde devrim” yaşanıyor. Sanatta dişi insan figürleri belirmeye başlıyor.
Mureybet kültürü (MÖ 9000 sonrası) ilk dikdörtgen ev yapıları, ortak kullanım alanlarında muhtemelen et pişirmekte kullanılan ateş çukuru, dişi figürlerin yapımında pişmiş kilin kullanılması ile ön plana çıkıyor. Dikdörtgen evler, büyüyen aileler ve güvenlik nedeni ile ateşi bilinçli olarak kullanıyorlar, çünkü kıskanılacak ve çalınacak nesnelerin sayısı artmış ve daha fazla alana ihtiyaç var.
MÖ 5000-3500 yılları arasında toprak altındaki defin odaları gelişiyor. Stonehedge (10) gibi mezarların çoğu büyük höyüklerin altında ve yüzlerce ölüyü barındırıyor. Malta’da bulunan iskeletler, tepe yönetici, bilim adamı ve din adamının olduğu sosyal bir bölünmenin olduğunu gösteriyor.
Medeniyetimizin temelinde yeralan “ateş kültürünün” beş bileşeni var: çömlekçilik, metal, cam, pişmiş toprak ve çimento. İşte ısıyla belli bir işleme tabi tutulduklarında taşların erimiş metale dönüştüğü tecrübe ediliyor, demek ki ısı ve alev konusunda ilerleme sağlanmış.
Arkeologlar çağları Taş, Bakır, Bronz ve Demir olarak ayırıyor. Antik dönemde metal işleme, ancak taşın yüksek ısıda erimiş metale dönüşüp döküm yapılması. Bu ilişki sihirli kabul edildiğinden o dönemin bakır ustalarının insanüstü güçleri olduğuna inanılıyor. Metal eritme MÖ 4000 dolaylarında keşfediliyor. MÖ 3000de Sümerler metallerin bariz rol oynadığı ilk medeniyeti yaratıyor.
Eritmeden sonraki iki önemli gelişme bronz ve demirin keşfidir. MÖ 3000-2600 Bronz çağının ortaya çıkışında ilk olarak bakırla kalay alaşımı şöyle gerçekleşiyor. Kalay doğada daha az ve genellikle Avrupa’da bulunurken, bronz döküm için daha uygun ve alet hatta silah yapımında kullanılıyor. Bu gelişme Avrupa steplerinde atların ehlileşmesi ve Sümer’de tekerliğin icadı ile aynı döneme denk geliyor. Savaşlar bir anda dönüşüme uğruyor. Hititler, bronzun başarısı, kalayın az bulunması ve demirin çokluğu nedeni ile demiri sertleştirerek kullanıyor. Ama tekniklerini sır olarak saklıyorlar, demir altından daha pahalı. Sonra sır açığa çıkınca, artık demir değerli bir metal değil, Demir Çağı başlangıcı! Bir sonraki önemli aşama ise, demirin çeliğe dönüşmesini sağlayan su vermedir (karbonlama).
Yazar daha sonra tarihte metalin 3 farklı kullanımından söz ediyor: Hançer, Ayna, Sikke.
Para ilk başlarda mal formunda. Romalı askerlere maaş tuzla ödeniyor. Sikkelere geçiş Lidya’da gerçekleşiyor. (MÖ 640) En büyük sıçrama altın/gümüş ve/veya bakırdan oluşan 2 metalli sikkeler ortaya çıkınca yaşanıyor. Malın para karşılığı alıp satılabildiği ilk pazar Sardis, Lidya’da kuruluyor. Para ile bir çok muzurluk ortaya dökülüyor: Umumhane, kumar, insan emeğine parasal değer biçilmesi. Yunanistan’da demokrasi siyaseti başlıyor, piyasa ekonomisine bağlı şehirler gelişiyor, ticaretten elde ettikleri zenginlik ile elitler felsefe, spor, sanat, siyasetle uğraşabiliyor. Sayı saymak geliştiğinden mantıksal düşünce ve matematik ilerliyor. Öğretmen, edebiyatçı, doktor, sanatçı, alim, devlet görevlileri meslek sınıfları doğuyor. Uluslararası ticaret patlıyor, büyük şehirler tapınma yerlerinin, kraliyet tahtlarının ya da pazar yerlerinin olduğu merkezlerde kuruluyor.
Çok sayıda Kuran ayetinde demirden söz edilir. Bunlardan iki tanesi şöyledir:
Hadid/25: Andolsun biz peygamberlerimizi açık kanıtlarla gönderdik, beraberlerinde kitap ve adalet terazisini de indirdik ki insanlar hakkaniyete uygun davransınlar. Bir de demiri indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır. Böylece Allah, görmeden iman ederek kendisine ve peygamberlerine yardım edecekleri ortaya çıkaracaktır. Şüphesiz Allah güçlüdür, üstündür (11).
Keyf/96: Bana, demir kütleleri getirin. Nihayet (vadiyi demirle doldurup) iki dağın arasını aynı seviyeye getirince, “Ateşi körükleyin!” dedi. Artık onu kor haline getirdiği vakit, “Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim” dedi (12).
Tarihçi H.W.F. Saggs: İnsanlığın ilerleyişi açısından hiçbir keşif yazının keşfinden daha önemli değil, diyor. Aslında dünya tarihi açısından daha önemli olan tekerlekli araba da Sümerler tarafından bulunuyor.
Yazı sayesinde öğrendiğimiz Sümer’lerin ilkleri:
· İlkokullar (tablet evi), okul müdürü: tablet evinin babası dil, matematik ve ölçümleme uzmanı öğretmenler
· İlk tarihçi
· İlk ilaç kitabı
· İlk saat
· İlk kemer (mimari gelişim)
· İlk yasalar
· İlk kütüphane: arşiv olarak başlıyor, rahiplere hizmet ediyor
· İlk tarım almanağı
· İlk iki meclisli kongre
· Gölge amaçlı asma bahçe kullanımı (refah, eğlence göstergesi)
· İlk atasözü ve masal kaydı
· Epik edebiyat ve aşk şarkılarının ilk örnekleri: Babil’in Gılgamış Destanı
· Özel mülkiyet kavramı gelişimi
İlk şehirlerde doğan medeniyet sanat, edebiyat, ticaret, hukuk için gerekli yaratıcılık ve bunların 3 ya da daha fazlasından müteşekkil:
· Şehirler
· Yazı
· Mesleki uzmanlaşma
· Anıtsal yapılar
· Sermayenin oluşumu
Yapılan kazılar, iklim değişiklikleri ile beraber yerleşim dokusunda ani bir değişiklik meydana geldiğini, büyük ve kalabalık yerleşimlerin ortaya çıktığını gösteriyor. MÖ 3000 sonlarında Mezopotamya nüfusunun % 90ının kentsel alanlarda yaşadığı belirtiliyor. Artan sulu tarımla elde edilen mahsul fazlası yoksun mallarla (kereste, taş, mineral, metal vb) takas ediliyor, ticarette para kullanılıyor. Uzmanlaşmış işçiler ortaya çıkıyor. Sosyal, dini hayatı besleyen, yoğun emek gerektiren, anıtsal mimari yapılar ortaya çıkıyor. Din şehirlerde daha etken hale geliyor.
İlk şehir Eridu, Basra körfezinde, üç farklı yaşam biçimi, çiftçilik, göçer hayvancılığı ve balıkçılık barındırıyor. Dünya’nın etrafı su kütlesi ile çevrelenen bir disk olarak tasvir edildiği Mezopotamya’da ilk evrensel dine şahit oluyoruz. İbadet gereği dünyevilik kırmızı, ölüm siyah ve ebediyet beyaz ile ifade ediliyor.
Yazı Babil’de (13) keşfediliyor, şaşırtıcı başarılara imza atan şehir ve şehir devletlerin önde gideni: Müzik, tıp ve matematik gelişiyor, ilk kütüphane kuruluyor, ilk haritalar çiziliyor, botanik ve zooloji doğuyor.
Şehirler üç kısımdan oluşuyor:
· Şehrin tapınakları, hükümdar/dini liderin sarayının olduğu kendine ait surları ile iç şehir. Hayat burada dönüyor. Tapınaklar şehirde merkezi rol oynuyor. Topraklar hükümdar/dini liderin hizmetinde kiracı olarak çalışan çiftçiler tarafından işleniyor. Meslek olarak fırıncılar, yün işçileri, idari memurlar, köleler ve en önemlisi katipler var.
· Şehirdeki sair halkın yaşadığı kenar mahalleler
· Ticaret merkezi/liman
Lagaş Kralı Eannatum zamanında MÖ 2500 civarında ilk defa tarih yazılmaya başlanıyor. Tabii ticari faaliyetler yazılıyor, astronomi gelişiyor. İlk yazılarla krallar ve rahipler arasındaki iktidar savaşı da metinlerde geçiyor. Yazı nasıl Sümer’lerde geliştiyse, alfabe de batıda icat ediliyor. Bilinen en eski alfabe Rezene Burnunda, Suriye Anadolu sınırında bulunuyor.
Bir dönem şehrin yüce tanrıya ait olup rahibin bu tanrı adına yönettiğine inanılıyor. Ancak sonraları askerin ve kalenin lideri olan kumandan bu yönetimi devir alıyor. Kraliyet fikri ve ona paralel olarak devlet düşüncesi serpiliyor. Krala dönüşen komutanlar (lugaller) birden çok şehri yönetmeye başlıyor. Ortadoğu’da ilk bölgeler üstü siyasi yapı MÖ 2340 ilk kral Sargon ile başlayan Akkad devleti. Savaş ya da savaşın kurumsallaştırılması bir çok düşünceyi teşvik ediyor. Yay, sapan, hançer, gürz diye 4 yeni silah ortaya çıkıyor. Komuta kademesi, organizasyon ve okçu hatları gibi uzman kadroların ortaya çıkışı aynı döneme rastlıyor. Savaşçıları koruma amaçlı zırh kullanılıyor. Savaş arabası kullanılıyor ve daimi ordu fikri doğuyor. Asurluların savaşçı bir ulus olarak sahip oldukları güç, demir işleme yeteneklerine ve süvari birliklerine bağlı. Demirle keskin kılıç kullanımı gelişiyor. İlk defa ordu profesyonel askerlerden, yabancı tüccarlardan, emir altına alınmış olanlardan oluşuyor.
Kralın bir görevi de adaletin tesisi. MÖ 2000 Hammurabi kanunları en eski kanunlardan bir sonraki ve en gelişmişi. En eski olan Sümer’ce yazılmış bir metin 1940larda bulunuyor, ama çok daha dar kapsamlı; daha sonra MÖ 2100e dayanan kanunlar da bulunuyor. Bugün itibariyle bildiğimiz en eski kanun Lagaş hükümdarına ait.
Hammurabi, bürokrasiyi ve hukuk sistemini bir örnek hale getirip basitleştiriyor. 300 maddenin ayrımı şöyle :
· Mülkiyete karşı suçlar
· Ticaret ve ticari işlemler
· Aile, zina
· Ücretler ve yevmiyeler
· Köle sahipliği
Değişmez sayılan kanunlar, “öldürmeyeceksin” benzeri kesin yasaklayıcı kurallar, diğerleri durumlarla ilgili olanlar. Kanunlara bakarak Babil toplumunun hür insanlar, ayrıcalıklılar ve köleler olarak 3 sınıfa ayrıldığını görüyoruz. Bana Musa’nın kurallarını anımsatıyor bu kurallar. Ayrıca yazar hakimlere de değiniyor ve hangi koşullarda yetkilerinin ellerinden alınacağını belirtiyor yani hakimler devlet tarafından ödeme yapılan profesyoneller. Genelde tapınaklarda görev yapıyorlar. Fakat kral üst mahkeme görevi görüyor.
Özetle şehirler, düşüncelerin, fikirlerin ve buluşların arkasındaki itici güç oluyor ve hemen her alanda hayatı ileriye götürüyor. İşte Mısır Firavunları (14) ve göç eden İsrailoğulları (15), şehirlerin kuruluşu (16), kral peygamberler (17) Kur’an’da vardır. Bu konular İslam Ansikolopedisinde de oldukça detaylı anlatılmaktadır.
Fikirler Tarihi’nin en önemli anlaşılmazlarından biri dünyanın MÖ 750-350 yılları arasındaki dönemde büyük bir düşünsel dönüşümden geçip, dünyanın en önemli dinlerinin çoğunun bu görece kısa dönemde ortaya çıkması. Peygamberler Çağı ise, İsrailoğullarının erken dönem Yahudiliğini pagan dinlere bağlayan kutsal kitap ayetlerini terk ederek, Yahve adına esrik bir esinlenim patlamasına kapılması ile başlıyor. Amaç, günahkar İsrailoğullarını ululaşmış Tanrıları Yahve’nin isteklerine uymaları için sarsmak. Yunanca bir sözcük olan prophet, kutsal bilicinin mağarası önünde konuşan kişi anlamına geliyor.
İşte İsa’dan ikibin yıl kadar önce insanların kayıt tutması, yazması ve okuması söz konusu olunca bizim aşina olduğumuz peygamberler (hz. İbrahim, kral peygamber hz. Süleyman vb) tarih sahnesine çıkıyorlar. Ama bu, öncesi yoktu veya diğer coğrafyalarda benzer gelişmeler olmamıştı demek değil! Bilhassa bizim açımızdan Kur’an’ı inceleyecek olursak, insanların o tarihlerde bildikleri, duydukları hadiselerden bahsedip bunları açıklayıp, altında yatan ilahi hikmeti açıklamaktadır. Vahdaniyet ve rububiyet açısından düşünce ve inanç sistemimizi hizalarken o konuları bize açıklayarak ya tasdik etmekte, ya da düzeltmektedir. Ayrıca yukarıda da belirttiğim gibi çok önceki zamanlarda insanın anılmaya değer olmadığını, yani primat seviyesinde olduğunu da söylemektedir. Tabii Kur’an bir tarih, antropoloji vb kitabı değildir. Sadece yüce Rabbimizin bize emirlerini, görevlerimizi ulaştıran, neye, nasıl inanacağımızı bildiren bir kitaptır.
Gelecek yazılarda Fikirler Tarihi’nde gezinmeye devam edeceğiz. Bu incelemeleri günümüzü anlamak için yapıyorum. İnsan düşüncesinin nereden gelip nereye gittiğini bilmek, farklı yazarlardan bu konuları okumak, yeni bir olayı, yeni çıkan bir kitabı, bir yeniliği, bir akımı yerli yerine yerleştirmeye, neyi niye yapacağımızı anlamaya çok yarıyor.
Kaynakça
(1) Watson, P. (2023), Fikirler Tarihi, Ateşten Freud’a, Yapı Kredi Yayınları (orijinal yayın 2006).
(2) Al-Ahsan, A. (1999) The Origin Of Human History And The First Man, Islamic Studies, Vol. 38, No. 1 (Spring 1999), pp. 63-86. , Islamic Research Institute, International Islamic University, Islamabad.
(3) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/N%C3%BBr-suresi/2836/45-46-ayet-tefsiri
(4) https://islamansiklopedisi.org.tr/tas
(5) https://islamansiklopedisi.org.tr/tas
(6) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/M%C3%A2ide-suresi/700/31-ayet-tefsiri
(7) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/M%C3%A2ide-suresi/700/31-ayet-tefsiri
(8) https://tr.wikipedia.org/wiki/Epigenetik
(9) https://evrimagaci.org/gobeklitepe-neyi-sakliyor-insanlik-tarihi-icin-neden-bu-kadar-onemlidir-8080
(10) Stonehenge, İngiltere’nin Wiltshire kenti Salisbury Düzlüğü’nde bulunan, Amesbury’nin 3 km (2 mil) batısında yer alan tarih öncesi bir anıt.
(11) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Had%C3%AEd-suresi/5097/22-25-ayet-tefsiri
(12) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Kehf-suresi/2234/94-97-ayet-tefsiri
(13) https://islamansiklopedisi.org.tr/babil
(14) https://islamansiklopedisi.org.tr/firavun
(15) https://islamansiklopedisi.org.tr/israil-beni-israil
(16) https://islamansiklopedisi.org.tr/sehir
17) https://islamansiklopedisi.org.tr/peygamber; https://islamansiklopedisi.org.tr/talut; https://islamansiklopedisi.org.tr/danyal; https://islamansiklopedisi.org.tr/zulkifl; https://islamansiklopedisi.org.tr/suleyman
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.