Paylaştıklarım

DEĞİŞTİRİLECEK ŞEY KAFAMIZ

LinkedIn

Derin Tarih Dergisi’nin  2020 yılının verdiği “unutulmaz yazılar” kitapçıklarından çarpıcı pasajları almaya devam ediyorum.  Yeni alıntı Atatürk’ün başyazarı, istiklal madalyası sahibi  Falih Rıfkı Atay (*)’dan, 1951 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nden  yayınlanmış:   

YENİ Mİ ÖLMEYE BAŞLAYAN BİR MİLLETİZ?

Geçen asır Türklerde bir kültürün can çekiştiğini görmüştür. Bu türlü kültür buhranları birçok yerlerde olmuştur. Bir İngiliz büyükelçisinden dinlemiştim: “Fransız merakı İngiltere’yi sardığı vakit, kendi eşyalarımızı attık ve Paris eşyaları edindik. Şimdi o attığımız eşyaları nerede bulursak altın pahasına geri alıyoruz,” demişti. Biz ise eşya değil, bir hayat tarzı da değiştirdik. Nitekim alafranga frengin, alaturka Türkün kuklası değil midir? 

Sonra buhran evimizin dışına bulaştı. Şahsiyetsiz ve karaktersiz ahşap ve çimento yığınları arasında, minareler ve kubbeler, bir boğuluştan kurtulmak istiyormuşa döndüler. 

Bir cenaze töreni için Şehidliğe ilk defa gidiyordum. Yeni kabirlere ve mezar taşlarına baka baka ürperdim. Bu kültürsüzlük ancak telefon kılavuzlarındaki soyadları zevksizliği ile kıyaslanabilir. Kendi kendime: 

– Yeni mi ölmeye başlayan bir milletiz? Dedim. 

Giriş kapısı yanında eski ölmüşlerin mezar taşları gözümde birer anıt değeri bağladı. Yaşayışımız değiştiği için şehir ve evlerimizdeki kültür buhranının tahriblerine, ne kadar acınsak da, biraz hak verelim. Fakat her zamanki gibi ölmüyor muyuz? Yeni yazıda bir kitabe üslubu bulamaz mı idik? Kabir ve taşlar üstüne Türk sanatkârını çalıştıramaz mı idik. Öyle acayib manzaralar var ki, insanın altındakine Fâtiha okumadan önce yaptırıcısına lânet okuyacağı gelir. (…)

 En önce değiştirilecek şey ki kafamızdı, onu hâlâ omuzlarımızın üstünde iki tarafa sallaya sallaya taşıyoruz. En sonra pek titiz bir dikkatle değiştirilecek şeylerden ise hemen hiçbir şey bırakmadık. Kahvelerimizde sediri geri, iskemle üstünde oturan hicri ondördüncü asırlıyı, sadece bağdaş kurmadığı için ileri buluyoruz. Kitabda melez, hayatta melez, nihayet mezarlıkta melez, ne düşünüşte, ne yaşayışta, ne de ölüşte aklımıza ahenk, zevkimize ahenk verebiliyoruz. Ne o türlü, ne bu türlü, hatta ne de başka türlü, türlü türlüyüz. Keşke iyi gören ve doğru düşünen frenklerin yüzümüze söylediklerine inanmasak ve arkamızdan söylediklerini duyabilsek…

(*)https://tr.wikipedia.org/wiki/Falih_R%C4%B1fk%C4%B1_Atay

Bugüne geldiğimizde artık, hem doğuya, hem de batıya mensup ve tabi değiliz, ama özgün de değiliz. Peki sahi biz kimiz?!?

YORUM YAZIN