JAPONYA’YA GİTMİŞ MİYDİNİZ HİÇ?
Gidenler bilir benim yazım gitmemiş olanlara… Geçen covid salgını sonrası hemen çoktandır gidemediğim Tokyo’ya uzandık, goya için. Malum Japonya bir adadır, nevi şahsına münhasırdır. Japonlar gayet özgün ve dikkat çekici bir kültür ve yine öyle bir lisan, yazı ve hatta sanata sahiptir. Seneye Godiva’nın Japonya’daki 50ci yılını kutlayacağız. Benim ilk Japonya seyahatimin üzerinden ise 40 yıl geçmiş. Bu vesileyle Japonya hakkında bildiklerimi, araştırdıklarımı sizlere yazdım.
Japonya kalabalık bir adadır. Ada halkı hep böyle homojen mi oluyor, gen, kültür, dil, devlet birlikteliği, değil tabii, mesela Britanya adasında dört akraba millet ve pek çeşitli göçmen yaşıyor. Aslında Avusturalya da bir nevi ada ve kendi öz halkından ziyade tüm dünyadan göçenlerden oluşmuş bir millet, ama yine de hepsi özgün bir kültürel anlayış oluşturabilmişler.
Yine de bunların içinde Japonlar en özgün ve dikkat çekici; kültür, lisan, yazı ve sanat olarak da… Bunda hem ada ülkesi olmasının hem de tarihte yüzyıllar boyu çevreye kapalı kalmış ve birçok farklı kültürden böylece soyutlanmış yaşamalarının etkisi var sanıyorum.
Hele Japon mutfağı deyince deneyiminiz mutlaka akılda kalıcı olacaktır.
Ama tüm bunlara rağmen Godiva’nın Japonya’da satılmaya başlaması ve bugün en çok bilinen ve satılan premium çikolata markası olmasının üzerinden 50 yıl geçmiş bile.
Biz de geçen ay markanın covid salgını sonrası piyasadaki durumunu görmek, goyalamak ve lezzet tadımı yapmak için oradaydık.
Şükür işler iyi, markamızın satışlarının çift haneli büyümesi sürüyor. Artık çikolata butiklerinin yanında Godiva kafeler de hizmet veriyor.
Benim de ilk Japonya’ya gidişimden beri kırk yıl olmuş. İlk gidişimde o zamanlar köşe yazarı olan rahmetli Ahmet Kabakçı beyden etkilenerek, Japonların kendi kültürlerini muhafaza ederek nasıl batılılaştıklarını araştırmak istemiştim.
İlkönce feodal beylikler kökenli ortaçağ şovenizminin bir uzak doğu açılımı olan samuray kültürünün bugünkü vahşi kapitalizm ile rahatlıkla uyuştuğunu gördüm. Sonra toplumdaki etik ve kültürel kodların oluşturduğu katmanlı cemiyet yapısı zaten kapitalist olan sistemin işine yarıyordu. Çay içme seremonisi, orijinal giysiler de bir kültürel renk olup batılılaşmaya engel değildi. Hatta o tarihte Tokyo’da doktorasını yapan bir arkadaşımın içtimai yapının izahı için örnek verdiği, “çocuğun anası bellidir” Japon atasözünün kastettiği anlayışın bindörtyüz yıl önceki arap cahiliyesinden pek farkı yok. Zaten Şintoizmin kökenleri de müşriktir. Bunu bir eleştiriden ziyade gerçeği belirtmek için yazdım.
Ama Japon mühendisliği ve pazarlık deneyiminden çok istifade ettiğimi söylemeliyim. İlk gittiğimde yeni bir proses için gerekli kurutma ihtisas bilgisine Kyoto Üniversitesindeki bir hocanın vakıf olduğunu öğrenmiştim. Velhasıl temasa geçip Kyoto’ya gittiğimde benimle üniversitesi dışında bir kahvede buluştu. Zira aksi takdirde üniversitesi fatura kesecekti ve benim gibi uzaklardan gelen bir yeni yetmeden bunu istememesi gerektiğini örfü ona emrediyordu. Neyse görüştük ve çözümü bir peçeteye çizip anlaştık. Dönünce o prosesin tamamen yerli makinalarını imal ettim, ileride geliştirdim, bize onlarca yıl hizmet etti.
Japonya’dan çok miktarda anbalaj ve bisküvi imal tesisi aldım. Japon kültürüne aşinalığım bana çok avantaj sundu.
Japonya hakkındaki telakkilerim belki isabetli olmayabilir. Ama Japonya’ya kırk yıl önce gitmiş olmamın, tanımamın ve onları anlamamın bana çok faydası oldu.
Japonya hakkında bildiklerimi, araştırdıklarımı da bu vesileyle sizlere aktarmak istiyorum.
İlginçtir ki Japoncayla Türkçe’nin çok ortak ve benzer kelimesi var. Mesela iki dilde de “tane” kelimesi aynı anlamda kullanıyor, bizdeki “iyi” onlarda “ii”, bizdeki “katı” onlarda “katai”, bizdeki “tat” onlarda “tabe”, bizdeki “yak” onlarda “yaku”, bizdeki “su” onlarda “sui”, bizdeki “yaban” onlarda “yabancı”, bizdeki “yukarı” onlarda “yuka”, bizdeki “şaşı” onlarda “şaşi”… İlginç değil mi? Bu yazıyı yazarken öğrendim ki ortak deyimlerimiz de varmış, onlarda da “gözler kalbin aynasıdır” anlamına gelen “me wa kokoro no kagami” varmış😊
Diğer dillerde karşılığı olmayan kelimelerin ülkelerin kültürlerine ve yapısına dair de çok fazla ipucu verdiğini düşünüyorum. Sosyal medyada da sıkça böyle kelimeler paylaşılıyor. Japoncada da böyle kelimeler var:
Wabi Sabi: Kusurda güzelliği ve mükemmeli bulma anlamına geliyor, aslında bir yaşam felsefesi. Japonların minimal yaşam tarzını düşünürsek oldukça anlamlı. Wabi-sabi’ye dayanan Kintsugi sanatı da yine oldukça güzel; kırılan nesneleri (vazo, bardak, çömlek vb) altın tozuyla onarma sanatı. Kırıkları altın tozuyla birleştirirken insana da güzel bir hatırlatma yapıyorlar; çatlakların kusur olmadığı, tamir etmenin güzelliği gibi. Çılgınca bir kusursuzluk arayışının süregeldiği çağımızda kusurları sevmeye davet etmek güzel bir çağrı bence.
Tsundoku: Yeni bir kitabı alıp okumadan, diğer okunmamış kitaplar arasına onu istifleme eylemi. Günümüzde her kültürde bu oldukça yaygın sanırım, bir de hiç kitap alınmaması var. O üzücü duruma hiç değinmiyorum bile.
Shrin-yoku: Ormanda nefes almak veya orman banyosu anlamına geliyor. Ormanda olmanın insanın ruh hali ve sağlığı üzerine olumlu etkileriyle ilgili birçok araştırma da yapılıyor. Kendi adıma uyguladığım ve faydasını gördüğüm bir yöntem. Doğada olmak insana hep iyi gelir.
Daha bir sürü var ama son bir tane daha paylaşacağım.
Natsukashii: Sevdiğiniz bir anının, bir uyaran yardımıyla tekrar hatırlanması ve bu anıyla mutlu olma durumudur. Mesela çocukluğunuzdan kalma Ülker çikolatalı gofretin size iyi hissettirmesi bunun bir örneği… Koku hafızası da yine oldukça etkili oluyor.
Bir de Japonya’da 1970’lerde ortaya çıkan bir kelime var.
Karoshi: Çok çalışmaya bağlı ölüm anlamına geliyor. Maazallah, Güney Kore ile birlikte Japonya’da oldukça yaygın görünen bir durumdur. Burada çok çalışmaktan yakınmanın kültürde ayıp sayılması ve baskıcı geleneksel kültürden bahsedebiliriz. İzinlerin çoğunun kullanılamaması büyük problem oluşturuyor, okuduğum yazılarda en son 2018 yılı datasını görebildim, orada da kullanılan izinlerin oranı %52,4 idi. Dünyada işçi izinlerinin en az kabul gördüğü ülke Japonya ve hastalık izinleri de yokmuş. Uzun saatler de çalışıldığı için çok sayıda ölüm gerçekleşiyor, diyorlar. https://www.bbc.com/worklife/article/20200114-how-the-japanese-are-putting-an-end-to-death-from-overwork
Japonların astrolojiye inançları ise birçok kültüre göre çok daha yüksek, mesela 1966 senesinde doğum sayısı inanılmaz düşük, çünkü 60 yılda bir denk gelen “ateş atı” yılıymış, bu da o yıl doğan çocukların tehlikeli bir kişiliğe sahip olacağı inancını taşıyan kadınların, bu çocukların kocalarına kötülük yapacağı ve hatta babalarını öldürebileceklerine inanmalarına sebep olmuş. Bu nedenle de o yıl kadınlar doğum yapmamayı tercih etmişler. Bir sonraki benzer sene 2026, acaba yine aynı şekilde davranacak mı yeni nesiller merak ediyor insan… https://seyler.eksisozluk.com/japonyada-on-binlerce-kadin-1966da-neden-dogum-yapmamayi-secti
Japonya’da intihar oranları oldukça yüksek ve yalnızlık çok ciddi bir sorun. Sosyal medyada bir dönem çokça paylaşılan bir uygulama türetmişler. Özel günlerini yalnız geçirmek istemeyen Japonlar bu uygulama üzerinden o gün size bir aile üyeniz gibi davranacak aktör ya da aktrisler kiralıyorlarmış. Böyle bakınca biz çok şanslı bir ülkeyiz. http://family-romance.com/
Japonya’da kurucusu bilinmeyen ve kutsal kitabı olmayan Şintoizm en çok müntesibi olan din.
Bu arada kaldığım otelde ilginç bir gözlemim oldu; bütün odalarda sanat eserleri asılıydı duvarlarda, ama hepsi erkek yüzleri barındırıyordu, hiç kadın yoktu tablolarda. Benimle birlikte Goya yapan diğer arkadaşlarıma da sordum onların odalarında da durum aynıymış. Nedenini bilmiyorum, aranızda bilen varsa lütfen yorumlara yazsın. 😊
Japonya’da bir de Tokyo Kulesi var, görünüşü Eyfel gibi… Tokyo’da Minato semtinde yer alan bu yapı aslında bir telekomünikasyon kulesi. 1958 yılında inşa edilen bu kule 332,9metre yüksekliğinde 4bin ton ağırlığında. Bu da Japonya’daki ikinci en yüksek yapıymış. Tasarımı Eyfel Kulesi gibi olan bu yapı hava güvenliği yönetmelikleri nedeniyle beyaz ve turuncu renklerde. Bu kadar içine kapalı bir ülkenin başka bir ülkenin ikonik yapısından bu kadar ilham alarak bunu yapmış olması beni biraz şaşırttı.
Benim orada bulunmamın ana sebebi ise tahmin edersiniz ki Godiva’ydı. Böylesine güçlü global bir marka olmanın güzelliği de burada, markanın özü korunarak her ülkenin doğasına uygun şekillenmesine tanıklık edebilmek… Sizle Japonya’daki Godiva kafelerinden çektiğim fotoğrafları paylaştığımda ne demek istediğimi daha net anlatabilirim sanırım. Nerelerden bu karma görseller derseniz; Nihonbashi Café / Nihonbashi Takashimaya / Shinjuku Nishiguchi / Odakyu / Isetan.
Gördüğünüz gibi Godiva markamız altında bir çok çeşitli ürün var. Çünkü pazarın en belirgin özelliği ürün hayat eğrisinin gayet kısa olmasıdır. Bunun için Godiva butiklerde ayrı bir rafta en yeni inovasyonlar bulunuyor. Bunlar çok değişik yeme/içme kategorilerinden ve tabii ki bu meşakkatli kısa ömürlü inovasyonları başarılı kılmak için hızla hareket eden ayrı bir inovasyon ekibi oluşturmuşlar.
Son olarak da görmek istediğim, fakat vakit kısıtından bir türlü gidemediğim bir yerden bahsedeceğim, kısmet inşallah; “yıldız kum”ların olduğu Okinawa sahilini çok merak ediyorum. 1mm boyunda binlerce, milyonlarca küçük yıldız şeklinde kum taneleri varmış. https://en.wikipedia.org/wiki/Iriomote_Island
Velhasıl hem Yıldız Holding’deki ulaşılabilir lüks segment markamızın orada ne kadar etkili olduğuna bir kez daha tanıklık ettiğim ve farklı bir kültürü goyalamanın, onları anlamaya çalışmanın bana keyifli bir zihin egzersizi sunduğu bir seyahatti. Sizlere de öğrendiklerimden, bildiklerimden bahsetmek ve bende kalanları paylaşmak istedim.
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.