Özkan Eroğlu’nun kitabını tesadüfen gördüm ve baktım; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Anabilim dalında Lisans, Yüksek Lisans ve Doktorasını tamamlamış. Klasik ve modern deformasyon konuları üzerine kafa yormuş, El Greco ve Francis Bacon felsefelerinde derinleşen bir eleştirmen, hoca ve yazar. Ayrıca eleştirilerini ve yorumlarını paylaştığı bir YouTube kanalı da mevcut.
Yazar kitabının başında insanı anlamadan sanatı anlamamızın mümkün olmadığını belirtiyor. Bunun için de özveriyle çaba göstermeye ihtiyacımız var, diyor. Tabii sadece sanatın anlaşılması yetmiyor, sanatı anlayan kişilerin bu anlayışlarını topluma aktarması da bir o kadar önemli. Çünkü sanatın toplumdan uzaklaştırılarak bireye göre yorumlanması, onun topluma yayılmasını engelleyecektir. Bunun neticesinde sanatın sahteleşmesinden kaçış pek muhtemel görünmüyor, sanatın anlaşılmadığı toplumlarda onun bir heves olarak değerlendirilmesi muhtemeldir, diyor.
Sanatçı içinde yaşadığı toplumdan ve koşullardan bağımsız olarak değerlendirilemez. Sanatın oluşmasının ön koşulu bir uyarana yönelik geliştirilen tepkidir. Bu noktada ortaya konulan sanat eserlerini bir takım uyaranlara maruz kalan bireyin gösterdiği tepkiler olarak nitelendirebiliriz, ancak bu uyaran tepki mekanizması sanatın bir ihtiyaç olarak kabul görmesi için yeterli değildir. Birey sanata ihtiyaç duyar, ancak sanat ihtiyaçtan doğmaz. Bu hassas ilişkinin anlaşılabilmesi için derinleşmek gerekir.
Yazar konuyu güzel özetliyor:“Sanat için önce bilinçlenme, sonra bilinçlendirme gerekir.”
İginç bir nokta da şu; sanat eğitiminden geçen birinin, tekrar sanatın istediği yalınlığa ulaşabilmesi için alınan eğitimden kendisini soyutlayabilmesi gerekir, diyor ve ekliyor, ‘kuşkusuz sanatın temel meselelerinden birisi en kestirme ve doğrudan etki yaratmaktır.’
Yazar sanatı anlayabilmek için üzerinde durulması gereken 4 başlık öneriyor:
- İnsanı Anlamak
İnsanı anlamak, hem insanın doğasını hem de insanı çevreleyen doğayı anlamayı zorunlu kılıyor, yazarın altını çizdiği gibi bu da son derece derinlik isteyen bir süreçtir. Bunun için de iyi bir gözlem ve iyi bir yorumlama gücüne ihtiyacınız vardır. İnsanı anlamak, hem bilgi donanımı, hem de hislerle ilgilidir.
- İnsanın Ürettiklerini Anlamak
Üretimin oluşturduğu alanlar uzayda yerini alır, buna uzam diyoruz. Sonra alt üretim alanları kendini belli ederek, yeni uzamlar devreye dahil olur. Bundan sonra, bütün üretilenler arasındaki ilişki değer kazanır ve ardından hangi üretimin varlığını devam ettireceğinin hangisinin devam ettirmeyeceğinin muhakemesi yapılabilir.
- Üretilenin Zanaat ve Sanat Ayrımını Yapmak
“Zanaat ürünü çoğunlukla kullanılabilir üründür, “sanat” ise kaygısal ve düşünsel olandır. Kullanılabilir olma, meseleyi daha genel kılar, kaygısal ve düşünsel olan ise doğrudan yaşamın içinde yer almasına rağmen özünde soyuttur.
- Üretilenin Sanat ve Yaratıcı Sanat Ayrımını Yapmak
Bu madde sanatın biricikleşmiş haline işaret eder. Bu ayrımının yapılması için insandan başlayan ve nihayetinde sanat eserinin ortaya çıkışına kadar olan meşakkatli bir yolculuğun anlaşılması gerekir.
Bu 4 maddenin kavranabilmesini bireyin, her madddeyi anlaması, aşamaları üzerinde düşünmesi ve aralarındaki bütün ilişkilerin farkında olmasını gerektirir, diyor yazar. Bu farkındalık seviyesine ulaşan kişiyi Sanat Entellektüeli olarak tanımlayabiliriz, diyor ve önemli bir konuya parmak basıyor:“Sanat entellektüelinin kendisiyle girdiği diyaloglar, filozof yönüne ışık tutarken; bu yönde kuracağı benzeşimlerle eleştirmenlik boyutuna geçer.”
Yazar görsel sanatın tüm evreninde; bakmak, görmek, algılamak, almak, içselleştirmek ve sunmak aşamalarının birbirlerini takip ettiğini ifade ediyor ve sonrasında bütün bu aşamaların her birini açıklıyor. Bu aşamalar sanatın üretiminde ve tüketiminde geçerlidir.
Bakmak:
Bakmak genel anlamda bakışı bir şey üzerine çevirmektir. Peki bakma durumunun sanat çerçevesinde özelleştirilmesi hangi sonuçları doğuruyor? Öncelikle bakmak 6 aşamalı zincirin ilk halkasıdır. Eğer bakmıyorsak, aramıyorsak sanatı ve sanatçıyı anlamamız mümkün olmayacaktır. Bakmanın neticesinde elde edilen bilgileri korumak ve biriktirmek gerçekten görmeye geçebilmemiz için mühimdir.
Kitaptaki aşamaları ben de bizim ofisteki ilginç eserlerden biriyle örneklendirerek anlatayım. Bu eseri seçtim çünkü eser farklı okumaya çok açık, isteyen istediği süreçlerden geçer ve yorumlar. Hemen ressam hakkında biraz bilgi: Gonkar Gyatso, çağdaş Tibet sanatının önde gelen isimlerinden biri,Tibet doğumlu, 90ların sonunda Central St. Martin’s College of Art and Design bursuyla Londra’ya taşınmış. Özgün bir stili var, geleneksel Budist ikonografisini yani kendi köklerini Pop Art ve Pop Kültürünün ögeleriyle birleştiriyor. Bu Batı ve Tibet kültürlerini başarıyla harmanlayan ve eserlerini bu örgüyle dokuyan Gyatso, aslında her bir tuvalinde farklı kültürlerin bir arada yaşadığı dünyalar yaratıyor ve bunu dünya siyasetine eleştirel bir gözle bakarak ve kültürü hicveden pop görüntülerle yapıyor. Aslına bakarsanız oldukça eğlenceli bir görüntünün arkasında kimlik, küreselleşme, tüketim toplumu gibi ciddi konular yatıyor.
Gyatso’nun eserlerinde hicivli hatta absürde varan bir mizah olduğunu düşünmek mümkün. Eserlerinin içinde yer alan materyallere baktığımızda bize tanıdık, ama gereksiz olan bir sürü şeye dikkat çekiyor. Birçok çelişkiyi bünyesinde barındırıyor. Konumuz olan eserde mesela büyük resimde baktığınızda beyaz düz bir zemin üzerinde kocaman bir GOD (Tanrı/İlah) yazısı görüyorsunuz.
Görmek:
Bu aşamada bakarak elde ettiğimiz bilgileri, bir üst aşamaya taşırız, yani baktıklarımızı görmeye başlarız. Kendi zihinsel süzgeçlerimizden geçirir, sorgular, yorumlar ve bir sonraki aşamaya taşımak için hazırlarız. Yazar bu başlık altında bilginin bütün aşamalarda ortak bir olgu olduğunu, ancak görmek aşamasını bilginin ulaşacağı kapsamı en çok etkileyen aşama olarak nitelendiriyor. İlk aşamada gören, özne ve görünen, nesne tüm açıklığı ile ortaya çıkar ve bu öznenin nesne üzerinde belirli yargılar geliştirmesine sebep olur. Daha sonrasında ise dengeler değişir ve görünen nesne, gören özne üzerinde etkili olmaya başlar, bu da farklı anlamları ortaya çıkaran bir süreçtir. Kişi baktığını görür, gördüğünden etkilenir ve gördüğünün ötesinde yeni bir üst bilgi edinir.
Örneğimize devam edelim. İlk bakışta sadece “GOD” kaligrafisi sandığımız eserin detaylarına bakınca bir sürü figür görüyorsunuz; Rugrats çizgi film karakterleri, Betty Boop, Tweety, Pamuk Prenses ve 7 Cüceler, Superman, Örümcek Adam, Mickey Mouse, McDonalds logosu, Donald Duck, Piglet, The Simpsons çizgi filminden karakterler. Bir de araya serpiştirilmiş sticker tarzı yazılar var; Free Quotes, Visa, Scottish Arts Council, Argos, EI, Security, tibetsociety, mobile.
Algılamak:
Üçüncü aşama olan algılamak ise artık daha derin bir bakışı gerektirir. Artık genelden özele doğru ilerleyen süreç kendisini hissettirmeye başlar. Yazar algılamayı şu şekilde tanımlıyor:“Algılama, bir tür daraltılmış, dolayısıyla özelleştirilmiş bir görme evrenidir.” Konu artık daraltılmış, fakat o oranda derinleşmeye uğramıştır.” Yani bu aşamada bakılıp görülen, bizim zihinsel yapımızın alanı içerisinde kendisine yer açabilmek için farklı bir boyutta derinleşir.
GOD eserindeki detayları görünce herkes ne kastettiği konusunda farklı algılara sahip olabilir. Kimi yaratılmış birçok varlığın vurgulandığını, bir diğeri evrim tartışmalarına gönderme yapıldığını, kimi de tüm bu hayatı sevdiren şeylerin bu karakterler olduğunu ve onların da arkasında yaratıcı olduğunu algılayabilir. Kimse bir sanat eseri karşısındaki algılarından ötürü suçlanmaz.
Almak:
Yazar almak safhasını, gereken şeyi kendine mal etmek anlamında kullanıyor. Algılamanın neticesinde kişinin zihninde yer alabilmek için farklı bir boyutta derinleşen bilginin bir kısmını kendimize mal edebilir ve bir sonraki aşamaya geçebilmek için gerekli birikime sahip olabiliriz. Yazar, “Alırken yeniden bakmaya başlarız. O nedenle bakmak, bir tür almak, almak da bir tür bakmaktır.” Diyor.
İçselleştirmek:
Bu aşamayı almaktan ayıran ve en iyi ifade eden sözcük özümsemek olacaktır. Algılamanın neticisinde kişinin zihnine giren ve bu zihinde derinleşen bilgiler, kişi tarafından artık özümsenir. Yazar bu aşamada son derece doğru bir tespitte bulunuyor: “İçselleştirmek, görmek ile karşı karşıya gelir. İçselleştirirken yeniden görmeye başlarız.”
Sanatçının bu tarzdaki bir sürü eseri içinden bunun ilgimi çekmesi aslında tanrı, ilah hatta put, lord yerine kullanılan ortak koşma kelimelerine yönelik farkındalığımdandır.
LAİLAHEİLLALLAH,
YOKTUR HİÇBİR İLAH, ALLAH’TAN BAŞKA,
THERE İS NO GOD, BUT ALLAH
prensibi inancımızın şartıdır. Bu eserinde sanatçı kaligrafiyi oluşturan popüler kültür ikonlarının herbirinin bir nevi put gibi algılanabileceğini bana anlatmaktadır. Bu benim aklıma tarihteki meşhur Hallac-ı Mansur hikayesini getirdi. Gerçi İslam Ansiklopedisine göre Hallac-ı Mansur’un hikayesi farklıdır. (*)
Sunmak:
Bütün bu süreçlerin tamamlanmasının ardından elde edilenin aktarımdır. Sonuç olarak yapısı gereği en temelinde “genel” olan sanat, kişinin “özel” süzgeçlerinden geçmiş ve sunulması ile birlikte tekrar “genel” yapısına kavuşmuştur. Bir birey tarafından sunulana, başka bir birey tarafından bakılması ile süreç kendini tekrarlama şansı yakalar, heyecan verici olan da budur.
Şimdi benim özelimde “sunmak” aşamasını tamamlayalım: “Tarihte “GOD” (ilah, tanrı, lord) kavramı hep değişmiş, insanlar tabiat güçlerine, hayvanlara, kendi uydurdukları felsefelerine göre doğa üstü güç ve figürlere, kral ve derebeylerine benzer hitaplarla saygı bağlılık ve üstün güçler atamışlardır. Roma’da meclis Sezar’a ve başka senatörlere ilahlık rütbesi bahşederdi. Roma Hıristiyan olunca bu gelenek kalmadı, ama halen toplum kolayca aziz, veli, mesih benzeri üstünlük (ismet=hatasız) sıfatları yakıştırıyor. Bugün ise modern dünyada sıkça değişen birçok idolumuz var.
Örnek eser incelememizi yaptıktan sonra kitaba devam edelim.
Yazar, “Biçimsel olarak sanatı görebilmek için sanatçı, izleyici ve eleştirmen olmak üzere 3 kitlenin resim üzerinde geliştirmiş oldukları düşünce sistemlerini anlamak ve birbirleri ile olan ilişkileri üzerinde kafa yormak gerekiyor. Sanatçı ve resim arasındaki ilişkiyi kavrayabilmemiz için, resimdeki zaman olgusunun, mekanın, kullanılan malzemenin ve tercih edilen şekillerin derinlemesine incelenmesi gerekir, çizgi, açık-koyu, renk, mekan, nesneler, düzen ve birlik gibi resmin unusurlarının mutlaka bilinmesi ve öğrenilmesi gerekiyor,” diyor.
Eleştirmen olabilmek ve resmi görebilmek için öncelikle sanatın her dalının eleştirilmeye muhtaç olduğunda anlaşmamız gerekiyor. Çünkü eleştiri olmadan, eksiklerin tanımlanması imkansızdır ve bu da gelişimin önünde duran en büyük engeldir. Yazar bu noktada kişinin eleştirmen olabilmesi için birtakım şartlardan bahsediyor. Bunlar, 1) dünya resim sanat tarihinin detaylıca öğrenilmesi, 2) kuvvetli bir sezgiye sahip olunması, 3) eleştirmenin farklı prensiplere de hakim olmasını sağlayacak başlıklarda devamlı olarak okuması, 4) duyarga sisteminin açık olması ve bu alanda kendini geliştirmek için çaba göstermesi, 5) doğal ve gerçekçi olması ve son olarak da 6) belirli aşamalardan geçmesi olarak sıralanabilir.
Özkan Eroğlu’nun kitabında bize bir resme nasıl bakılacağını açıklayabilmek adına “Resim Tarihinin Ana Hatları” başlığı altında kaleme almış olduğu; tarih öncesinde Paleolitik Resim’den başlayarak İlk Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ ve Yakın Çağ’da hayat bulan bütün akımları kapsadığı geniş bir bölüm var. Meraklıların bu bölümü okumalarını tavsiye ederim. Zira bir resme bakıp onu anlamanın en temel meselesi meşakkatli zihinsel süreçlerden geçmektir. Ben de bu yazı ile sizi daha fazla araştırmaya ve öğrenmeye teşvik etmiş olacağımı umuyorum. Gözün karnı yok ki doysun, derdi rahmetli ninem.Yazarın dediği gibi “Sanatı anlayabilmesi için, bir gözün iyi biriktirmiş olması gerekiyor.” Biriktiriniz…
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.