“İstanbul’un Kültürel Yüzü: Cağaloğlu,
Sultanahmet, Beyazıt”
murat ulker
Asırlar boyunca İstanbul’da kimler yaşamış, kimilerine yuva olmuş, kimileri hangi hayallerle, umutlarla bu sokakları arşınlamış, kimbilir hangi edebiyatçılar, alimler, tarihçiler, sanatçılar, askerler, mimarlar… Birçok şiire, resme, romana ilham olmuş… Her taşında tarih olan bir şehir İstanbul. 4.yüzyıldan günümüze kadar, 17 yüzyıl boyunca dünyanın önemli ve en büyük metropollerinden biri olmuş. Yerleşim yeri olması ise çok daha eski; 300 bin yıllık bir geçmişten bahsediyoruz. Haliyle tarih boyunca 130’dan fazla ismi olmuş İstanbul’un, Türkler dahi birçok isim kullanmışlar şehir için; Dersaadet (saadet yurdu), Deraliye, Dergah-ı Mualla, Asitane…
Böyle bakınca insan düşünüyor; bazen içinde olduğumuz güzellikleri nasıl kanıksıyoruz, nasıl alışıyoruz. Halbuki dünyada iki kıta üzerine kurulu ve benzersiz tek şehir İstanbul. 1400 yıl önce bir şairin dediği gibi “bu şehir sulardan bir çelenkle çevrelenmiş”. İstanbul benim şehrim, annem babam başka yerlerden göçmüşler bu şehre ama burası benim şehrim iki sebepten; ilki köyüm yok benim, ikincisi gençliğimin nihayetinde gezip gördükten sonra tüm dünyayı seçip beğenip yerleştiğim şehrim İstanbul.
Bu pandemi süresince hepimiz evlerimizde daha çok vakit geçirdik, mekanın üstüne daha çok kafa yorar olduk, peki ya yaşadığımız şehir? Onu ne kadar düşündük… Gün içinde arabayla, hızla yürüyerek yanından geçtiğimiz birçok kültürel miras var. Mekanlar aslında bize bulunduğu şehri, o şehrin kültürünü ve insanlarını anlatır; kültür sanat mekanlarının ne kadar çok olduğu da tesadüf değildir ve bize o şehirde yaşayanlara dair bir şeyler söyler. Doğduğumdan beri yaşadığım dokuzuncu evim şimdiki, ama hepsi İstanbul’daydı. Ben İstanbul’un tüm mekanlarını yaşarım, her halini bilirim.
Düşünsenize Ayasofya, Sultanahmet Camii, Kapalıçarşı, Aya İrini, Beyazıt Meydanı, her biri kendi başına birer eşsiz eser ve daha niceleri var bu şehirde. Minareleri ve kubbeleri ise bu şehrin en özgün süsleridir.
İstanbul Ticaret Odası’nın 37 yazarın hatıra ve izlenimlerine dayanarak (*) özenle hazırladığı “İstanbul’un Kültürel Yüzü Cağaloğlu, Sultanahmet, Beyazıt” kitabını sağolsun bir ziyaretimde Şekip Avdagiç Bey vermişti (**). İstanbul’un kültür dünyasının uzunca bir dönem nabzını tutan bu yerlerin tarihini öğrenmek ve hatırlamak için çok kıymetli bir kaynak olmuş. Cağaloğlu, Sultanahmet ve Beyazıt hakkındaki bu kaynak aslında İstanbul’un değil Türkiye’nin kültürel hayatına ayna tutuyor.
Dönemin ruhunun anlaşılması için Babıali’nin manasının bilinmesi gerekir. Cem Sökmen kitapta Babıali’nin anlamını güzel anlatmış; Babıali’nin kelime anlamı yüksek kapıdır. Kapı sözcüğü ise eski devirlerden beri Türk halkı tarafından devleti ve devlet kurumlarını ifade etmek için kullanılır. Buranın Osmanlı siyasetinin kalbi olmasının tarihine bakacak olursak; 19.asırda siyasi kararların sadece saray içinde verilmesi adet olmaktan çıkmış ve bürokrasiye ihtiyaç duyulmuş. Yani Babıali önceleri sadrazamın hem ikametgahı hem de resmi işlerini yürüttüğü binanın adıymış aslında, sonraları ise tümüyle Osmanlı hükümetini kastedecek şekilde kullanılmaya başlamış. 1923’ten sonra ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İstanbul temsilciliği burada olmuş, daha sonra Valilik binası olarak kullanılmaya başlamış ve bugün hala valilik olarak hizmet veriyor. Başkentin Ankara olmasının ardından ise Babıali tabiri ile daha çok basın akla gelir olmuş. Çünkü basın yeni başkente taşınmak yerine Ankara temsilcilikleri açıp İstanbul’da kalmış.
Babıali’den tam hangi bölgenin kastedildiğini biraz daha açmak gerekirse bölgenin sınırları:
Çemberlitaş’tan başlayıp, Nuruosmaniye Camii’nin önünden eski Cumhuriyet Gazetesi ve İstanbul Erkek Lisesi’nden Büyük Postane’ye inen bir hat, Babıali’nin kuzey tarafını belirler. Güney tarafı ise yine türbeden başlayarak tramvay güzergâhını takiben Gülhane önünden Sirkeci’ye inen hat şeklindedir. Aslına bakılırsa 1980’li yılların ortalarına değin, basın ve yayının çok büyük bir kısmının bulunduğu mekân bu alandır. Bir zamanlar Babıali denilen bu mekân için daha sonraki dönemlerde Cağaloğlu ismi yaygınlaştı.
Eskiden gazete sahipleri aynı zamanda başyazarlarmış. Yani başyazarlar, gazete çıkarırlarmış. Gazete çıkarmak için de çok büyük paralara ihtiyaç yokmuş. Sedat Simavi’nin 1948’de kurduğu Hürriyet, Ali Naci Karacan’ın 1950’de kurduğu Milliyet hep böyle kurulmuş gazetelerdir. Bu gazeteler babadan oğula devrolurdu ta ki 1994’te Hürriyet Gazetesi Aydın Doğan’a geçene kadar, bu satış işlemiyle gazetecilikte aileler dönemi sona erdi. Basın-yayın sektörünün İstanbul’un tarihi merkezinden çıkarılması 1980 yılında yapılan şehir planına dayanmakta. Ancak ilk geçişler 1993 yılını bulmuş. Kitapta Babıali’den çıkış sürecinin ilk mimarının Bedreddin Dalan olduğunu söyleniyor ve Dalan’ın tarihî yarımadayı boşaltmaya çalışırken Türk medyasının yapısını da bir bakıma değiştirdiği vurgulanıyor.
Amcamın ilk şekerci dükkanı Cağaloğlu yokuşunun altındaydı. Sonra daha büyük diye taşındıkları dükkansa Anbarlar caddesinde, İstanbul Erkek Lisesi yıllarımda önünden sıkça geçtiğim Aydın Doğan beyin minibüs sattığı yere yakındı. Az ilerde Sirkeci Garı karşısında ise çocukluğumda babamın bizi kışın Pazar günlerinde ailecek götürdüğü Konyalı Lezzet Lokantası vardı.
Matbaalar gazetelerin ayrılmaz parçalarıdır. Gazeteler ve matbaalarla birlikte dergi idarehaneleri, yayınevleri, kitabevleri, mücellithaneler, haber ajansları, reklam ve halkla ilişkiler ajansları, telif hakkı ajansları, gazetelerin ayrılmaz parçalarıdır ve bunlarla birlikte dergi idarehaneleri, yayınevleri, ansiklopedi büroları ve kâğıtçıların ördüğü ağ Babıali’yi tamamlar. Cağaloğlu’nda en çok görülen manzaralardan biri kağıt ve kurşun taşıyan hamallarmış. Çünkü kağıt verip, kitap bastıracağınız tam teşekküllü matbaaların sayısı azmış. Dizgi bir yerde, baskı ayrı bir mekânda, cilt ise onun biraz uzağında yaptırılırmış. Dolayısıyla hamaliye işi hayli fazla olurmuş. Hamalları bu mekanın en hareketli görüntülerini oluştururmuş. İlkmektep yıllarımda yaşadığımız Hanımeller apartmanı iki numaralı daire komşumuz rahmetli Nurettin Kerim Gökay beylerin Babıali’de matbaaları vardı. Bilmem hangi vesileyle ama sık ziyaret ederdim. Kurşun döküm dizgihane, baskı makineleri ve vakum sesi, mürekkep kokusu, elle dikilen ciltler hala hatrımdadır. Babam söylerdi, yine Cağaloğlu’nda Acemyan matbaasında Ülker Çikolataların etiketleri taş baskı ile hazırlanırmış. Ben okul çıkışı tercihan o küçük, etiket basan matbaaların içini görebileceğiniz dar yokuştan inerdim.
Eskiden dönemin edebiyatçıları, gazetecileri, düşünce insanları hep kahvehanelerde, restoranlarda buluşur konuşur oradan da nice eserler, işler çıkarırlarmış. Bu konudaki tarihçenin detaylarıyla benim de ilgimi çektiğini tahmin edersiniz. Cem Sökmen’in “Dünden Bugüne Babıali” yazısında lokantalara dair bir bölüm var. Babıali’nin bilinen lokantaları arasında Sirkeci Gar Lokantası, Ege Lokantası, Kebapçı Muzaffer, Çınar Lokantası, Çamlık Lokantası, Deli Hafız, Konyalı, Fettah Lokantası, İstanbul Lokantası, Vilayet Lokantası gibi mekanları saymak mümkünmüş.
Kitapta Babıalide yatan koca tarih canlanıyor. Namık Kemal, Ahmet Mithat Eefendi, Refik Halit, Mahmut Yesari, Feride Celal, Attila İlhan, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Mehmet Akif, Ziya Paşa, Şinasi, Necip Fazıl Kısakürek, Mümtaz Turhan, Ataol Behramoğlu, Doğan Hızlan, Ayşe Kulin’in de ilk romanı. Yazko Edebiyat, , Varlık Dergisi..Bu kültür mozaiğinin içerisinde her türden insan, her türlü görüş birlikte yaşar hatta birbirini beslermiş. Eğitimlisi, alaylısı fark etmeksizin Cağaloğlu’nun insanı içine alan kendine has bir havası ve terbiyesi varmış.
Semtte birçok cami var. Beşir Ağa Cami ve Külliyesi mesela 17.asırda Barok dönemde yapılmış. Cağaloğlu Meydanı’nda bir de Cezeri Kasım Paşa Camii varmış. Yıkılmış, görece yeniden yapılmış. Bugünse altında Türk Diyanet Vakfı Yayınevi bulunuyor. Tabii bu bölgeye Mimar Sinan’ın eli de değmiş; Rüstem Paşa Medresesi güzel işlerinden biridir.
Benim ilk gençlik yıllarımın geçtiği İstanbul Erkek Lisesi de bu bölgede, tarihini Alpaslan Durmuş şöyle aktarmış; “İran Konsolosluğu’nun duvarı bitip bir yanında konsolosluğun diğer yanında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin bulunduğu Türkocağı Caddesi’ne girip ilerlendiğinde, sağda kalacak olan muazzam yapı İstanbul Erkek Lisesi’dir. Kültür, sanat, bilim, medya, siyaset, bürokrasi, sanayi ve sair alanlardan çok sayıda önemli isim yetiştirmiş olan okul, bahriye emekli yüzbaşısı Mehmet Nadir Bey tarafından “Numune-i Terakki” adıyla özel okul statüsüyle 1884’te açılır. Genel olarak İstanbulluların okulun ‘İstanbul Erkek Lisesi’ diye bilirler. Ama okulda kız öğrenciler de okuyabiliyor. O günden bugüne eğitim ve kültür hizmetine devam eder;murat biz de babam, ben ve torunu ülkerler olarak üç kuşak İEL’de okuduk. Okuldan çıkıp sağa biraz daha ilerleyince solda Cumhuriyet gazetesi ve bahçesinde oldukça harap hâle gelmiş İttihat ve Terakki Fırkası’nın Merkez-i Umûmî binası olarak kullanılmış olan ahşap konak görülür.”
Okul binası kadar, okula giderken Babıali yokuşundaki kitapçılar, kırtasiyeciler de zihnimde yer etmiş benim de açıkçası. Semih Lütfi Kitabevi, Ahmet Halit Kitabevi, Arif Bolat Kitabevi, İnkilap ve Aka Kitabevi, Remzi Kitabevi, Atlas Kitabevi, Milli Eğitim Kitabevi ve niceleri….
Sahafları da unutmamak lazım tabii. Turan Türkmenoğlu güzel anlatmış sahafların tarihini; “Hemen her tür ve dilden eski yeni kitabın bulunduğu Sahaflar Çarşısı’nın kuruluş yılına ilişkin kesin bilgi bulunmamakla birlikte Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ne göre çarşının yüz elli esnafın çalıştığı elli dört sahafla ilkin Kapalıçarşı’da kurulduğu anlaşılıyor. 1894 depreminden sonra da o zamanlar Hakkâklar Çarşısı olan şimdiki yerine yerleşiyor.” Babası sahafmış, meslek oğula geçmiş, kendisi de askerden dönünce babası gibi o da sahaf olmuş, iki tane tezgahı varmış. Sahaflar o günlerde kitap almayacaksak bile müeddep gezdiğimiz yerlerdi. Rahmetli Şeyh Muzaffer Ozak, kendi tabiriyle Kitapçı Muzaffer Amcanın dükkanını ve kerametini hala hatırlarım.
Cağaloğlu Yokuşu’nun en eski kitapçıları arasında yer alan ve bugün hâlâ varlığını devam ettiren Maarif Kitap ve Matbaası ünlü Saatli Maarif Takvimleri’ni basan matbaadır. Bu takvim hâlâ basılır ve büyük ilgi görür. Gerçekten de Maarif Kitaphanesi ve matbaası kitaplarından çok alafranga ve alaturka saatleri, Rumi ve Arabî ayları, havaları, mevsimleri, birçok faydalı bilgileri, tarihî vakaları gösteren Saatli Maarif Takvimi yayıncılığıyla meşhurdur. Tabii artık herkes tarihi cep telefonlarından takip ediyor ya da kartpostalların yerini whatsapp mesajları aldı. Biz Ülker olarak her sene gün yapraklı yüzbinlerce takvimi hazırlar, bastırır ve bilabedel bilhassa bakkal müşterilerimize dağıtırdık. Yurtdışından bile istenirdi, kendilerine ulaşmayan olursa mesele yapar, gönül koyardı. Bilahare modaya uyduk, dijital bir aplikasyon yaptırdık. Şimdi ise herkesin takvimi, ajandası hatta ansiklopedisi telefonunda!
Babıali’ye kitap almaya Anadolu’dan heybeleriyle gelen seyyah kitapçılar olurmuş. Bunlar aldıkları kitapları köy, kasaba eşek sırtında halka satarak geçimlerini kazanırmış.” Ne ilginç değil mi İstanbul’un kültürel hayatının kalbi, Anadolu’yu da beslemiş eşekli kitapçılarıyla…
Tüm bu bahsolunan mekanlar, kitabevleri ve hadimleri biz müdavimler için gençliğimizde bir melce olmuştur. İnsanları, entelijansiyayı tanımak, doğru/yanlış bilgilenerek nihayetinde münevver olmak gayretlerimiz de bize bir parmak bal çalan arı kovanı olmuştu. Hatta ben de üniversiteye başladığımda ilk elime geçen parayla bir kitapçı dükkanı açmıştım. O vaktin icadı fotokopiden çok para kazanmış ama kitapçılıktan batmıştık, arkadaşlar sağolsun.
Babıali ve hatıralar bir araya geldiğinde ortaya sayısız anekdot, nefis maceralar çıktığı da kesin.
Gün gelip hiç iz kalmaması tehlikesine binaen okumak, öğrenmek, araştırmak ve aktarmak gerektiğini düşünüyorum.
Aslında, şehirler, semtler, yerler, insanlarla varlar ama insanları da dönüştürüyorlar. Bir yerden sonra başlı başına bir değer haline gelip, ait olduğu topluma da bir referans noktası oluşturuyorlar. Yani insan, kültür ve mekan ilişkilerinden bağımsız düşünülemez.
Bizim güzel İstanbul’umuzu ve sair şehirleri de tanımanın yolunun sokaklarını dolaşmak, geçmişini bilmek olduğuna inanıyorum. Bazen bir şehrin insanı olmak, onu merakla keşfetmeyi unutturuyor insana, turist olarak bir yerlere gitmeden önce dersimizi çalışıyoruz, mutlaka önemli addedilen yerlerini geziyoruz da yaşadığımız şehirde bunu yapmayı ihmal edebiliyoruz.
İstanbul Ticaret Odası’nın hazırladığı bu arşivlik kitap, tarihe düşülmüş notlardı. Bana da maziyi hatırlattı ve yeni şeyler öğretti. Ben de hatırlayalım ya da öğrenelim diye size bu keyifli kitaptan bir derleme yapmak istedim. Umarım faydalı olmuştur.
Ben kurumların sosyal fayda olarak bu ve benzer anıt kitaplarla yayın hayatına katkılarının yerinde olduğuna inanıyorum.
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.
________
(*) Hatıra ve izlenimlerinden yararlanılan 37 yazar: Turgay Anar, Beşir Ayvazoğlu, Cem Sökmen, Murat Belge, Necmettin Turinay, Fahri Aral, Kurtuluş Kayalı, D. Mehmet Doğan, Ercan Yıldırım, Adnan Özyalçıner, Mehmet Nuri Yardım, Mustafa Kirenci,Metin Önal Mengüşoğlu, Dursun Gürlek, Ebru Burcu Yılmaz, Turan Türkmenoğlu, Uğur Kökden, Ebubekir Erdem, Ahmet İyioldu, Necati Mert, Ali Kemal Temizer, Cihan Aktaş, Ali Emre, Birol Biçer, Necdet Subaşı, Mehmet Varış, Ali Ayçil, Fatma Zehra Beyaz, Mehmet Erken, Yasin Beyaz, Necip Tosun, Alpaslan Durmuş, Mustafa Gülali, Ayşe Olgun, Mehmet Tevfik Ekiz, Hanifi Kayan, Gülşen Özer
(**) Özkaya, C. (2020), “İstanbul’un Kültürel Yüzü: Cağaloğlu, Sultanahmet, Beyazıt”, İTO İstanbul Yayınları, 422 s.
Comments are closed.