murat ülker
Bu hafta size 5 soru sorarak başlamak istiyorum. Önce bir okuyup cevaplarınızı verin bakalım.
Soru 1: Aileniz ve arkadaşlarınızın tavsiyelerine dayanarak kendinizi hastalıklardan nasıl koruyacağınıza karar verebilmeniz ne kadar kolay?
(1) Çok zor (2) Zor (3) Kolay (4 ) Çok Kolay (0) Bilmiyorum
Soru 2:Medyadaki bilgilere dayanarak kendinizi hastalıklardan nasıl koruyacağınıza karar vermek kolay mı zor mu?
(1) Çok zor (2 ) Zor (3) Kolay (4) Çok Kolay (0) Bilmiyorum
Soru 3: Yaşantınızın sağlığınızı ve iyilik durumunuzu nasıl etkilediğine karar vermek kolay mı zor mu?
(1 ) Çok zor (2) Zor (3) Kolay (4) Çok Kolay (0 ) Bilmiyorum
Soru 4: Gıda ambalajlarındaki bilgiyi anlayabilmeniz kolay mı zor mu?
(1) Çok zor (2 ) Zor (3) Kolay (4 ) Çok Kolay (0) Bilmiyorum
Soru 5: Bir hastalıkla ilgili medyadaki bilginin güvenilirliğine karar vermek kolay mı ?
(1 ) Çok zor (2) Zor (3) Kolay (4 ) Çok Kolay (0 ) Bilmiyorum
Bu soruları Avrupa Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği Türkiye Uyarlaması’ndaki 47 soru arasından seçtim.(*) Adı üstünde bu sorular sağlık okuryazarlığı derecenizi ölçüyor. Soruların hepsine “çok zor” deseydim 5 puan, çok kolay deseydim 20 puan alacaktım. Ben kaç almışımdır sizce? Önce bir meramımı anlatayım, sonra kaç aldığımı yazının sonunda öğreneceksiniz.
Sağlık okuryazarlığı insanın kendine uygun sağlık kararlarını verirken temel sağlık bilgilerini anlamak, zihninde işlemek anlamına geliyormuş. Böyle bakınca sağlık okuryazarlığı gün geçtikçe fazlalaşan sağlık haberlerine rağmen hem kendimizin hem de ailemizin sağlığını korumamız açısından gerçekten önemli görünüyor.
Korona salgını esnasında yaşadıklarımız toplum sağlığı ve yaşam boyu öğrenme sürecinin bir parçası olarak beslenme, sağlık okuryazarlığı ve eğitim konularının ne kadar önemli olduğunu hepimize bir kere daha gösterdi. Bir sürü şarlatanla gerçek bilim insanlarını ayırt etme fırsatı doğdu. Ama kaçımız bu fırsattan yararlanabildik, bilemiyorum. Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de 10 kişiden 7’sinin sağlık okuryazarlığı düzeyi düşük düzeyde saptanmış.(**) Aynı araştırmada sağlık okuryazarlığı düzeyi düştükçe kronik hastalıkların görülme oranının arttığı belirtiliyor. Bununla birlikte medyaya yansıyan sağlık ve beslenme konulu haberlerin %40ında referans verilmiyormuş. Bu ve benzer nedenlerle @Sabri Ülker Vakfı olarak biz de Sağlık Okuryazarlığı konusunu gündemimize aldık. 11 Şubat 2020’de Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Enstitüsü Vakfı olarak Uluslararası Beslenme ve Sağlık Okuryazarlığı ve Eğitim konferansı düzenledik. Şartlar gereği online ama bu tip konferanslar gitgide daha bereketli olmaya başladı. Toplam 4986 kişi konferansı takip etti. Ben de yukardaki bilgileri bu sayede öğrendim.
İlk konuşmacı Milli Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Müdürü Doç. Dr. Cem Gençoğlu idi. Gençoğlu “eğitim dinamik ve sürekli yenilenmeyi gerektiren bir alan” vurgusu yaparak: “Çocukları ve gençleri sağlıklı beslenen bireyler olarak hazırlayan okul ortamı, böylece toplumun da ruhsal ve bedensel olarak tam iyilik halinde olmasını sağlayacaktır. 2023 yılını ‘Mutlu Çocuklar Güçlü Türkiye’ vurgusuyla tasarladık. Bakanlığımız bu bilinç ve sorumluluk ile okul sağlığı çalışmalarına ilişkin toplumsal bilincin özellikle çocuklar ve gençlerden başlamak üzere oluşabileceğini düşünerek birçok faaliyet, proje ve çalışma yürütüyor.“ dedi.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Mine Durusu Tanrıöver ise “modern sağlık sistemi, hizmetten yararlananlar ve yararlanacak olanların çoğu için son derecede karmaşık bir yapıdadır,” diyerek konuya girdi. Kişilerin kendileri ve yakınlarının sağlık sorunlarını, verilen hizmetle ilgili detayları, sorumluluklarını ve haklarını bilmeleri ve sağlık ile ilgili kararlar alabilmeleri beklenir,” diyerek şöyle devam etti: “Sağlık okuryazarlığı, en basit haliyle verilen tıbbi bir broşürü okuyup anlamaktan başlar ve kişinin kendi hastalığı ile ilgili bilgileri edinip sağlığıyla ilgili bilinçli seçimler yapmasına kadar uzanır. Sınırlı veya yetersiz sağlık okuryazarlığının yanlış sağlık kararları, yanlış ilaç kullanımı … ile ilişkili olduğu görülmüştür.”
“Ülkemizde sağlık okuryazarlığı oldukça sınırlı düzeyde” diyen Tanrıöver, Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Araştırması’nda toplumun %64,6sı “yetersiz” veya “sorunlu” sağlık okuryazarlığı düzeyinde olduğunu yani ülkemizdeki 40milyondan fazla insanın yetersiz ve sorunlu düzeyde sağlık okuryazarı olduğunu vurguladı. Oysa yüksek düzeyde sağlık okuryazarlığı hem bireyin sağlığının korunması, hem de sağlık hizmetlerinin verimli kullanılması ve sürdürülebilirliği için çok önemlidir.
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Pınar Yıldız, Dünya Sağlık Örgütü, 2030 sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda sağlığın geliştirilmesinin hedefleri kapsamında sağlık okuryazarlığının üç hedeften biri olduğunu ifade ederek konuya tıp doktorları açısından yaklaştı:“Sağlık okuryazarlığı burada sağlığın belirleyicisi olarak tanımlanıyor. Sağlık okuryazarlığının yüksek düzeyde olması var olan sağlık sonuçlarını değiştirebilir. Öyle ki hastaya daha erken tanı konmasından uzun dönemde gelişecek hastalıkların engellenmesine kadar birçok noktada sağlığı geliştirebilir.” dedi. Sağlık okuryazarlığı düzeyinin arttırılması için erken yaşlardan itibaren temel eğitimle başlayarak sağlık okuryazarlığı bilincinin kazandırılması gerektiğini belirterek, günümüzde artık bilgiye çok kolay ulaştığımızı ama o bilgiyi nasıl kullanacağımızı bilmediğimizi anlattı.
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Hünkar Korkmaz:“Gelişmiş ülkeler ve özellikle İskandinav ülkeleri doğduğu andan itibaren her çocuğun sağlığı ve gelişimini izlemekte ve ihtiyacı olan her çocuğu desteklemekte. Beslenme başta olmak üzere gerekli koşulları sağlayacak politikalar geliştirilir,” diyerek sözlerine başladı. Daha sonra, 1946 yılında ABD’deki ulusal okul öğle yemeği yasası ile okulda beslenme kavramıyla tanıştığımızı, sonra süt ve meyve servisi ile bu hizmetin Avrupa’da yaygınlaştığını ve benzer şekilde Türkiye’de uygulamaya geçildiğini anlattı. Beslenme bozukluklarının eğitim için önemli sorun olduğunu, çocukların gelişimini olumsuz etkilediğini vurguladı. Gelişmekte olan ülkelerin çocuklarının %40a yakını beslenme bozukluğuna bağlı büyüme geriliğinden etkileniyormuş. Özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük kesimlerde beslenmenin düzeltilmesi, kahvaltı ve öğle yemeği uygulamalarının yaygınlaştırılması ile okul başarısının desteklenmesi şart diyen hoca ülkemizde bu yönde çok güzel çalışmalar yapıldığına vurgu yaptı, şöyle dedi:
“Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareket Programı ile okullarda obezite ile mücadelede beslenme dostu okul projeleri başlatıldı. STK’lar tarafından yürütülen Yemekte Denge gibi başarılı projeler de bulunmakta ve bu proje genel projeyi desteklemekte. Sağlık ve beslenme koşulları olumlu bir okulda beslenmeye bağlı sistemik hastalık riski düşük, bağışıklık sistemi güçlü, enfeksiyona dayanıklı çocuklar ve enfeksiyona bağlı hastalıklarda ve riskte azalma görülmekte. Bu durum, pozitif bir öğrenme ortamı, okula devam isteği ve bilişsel gelişim düzeyinde artış yaratmaktadır”
Danimarka Aarhus Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Karen Wistoft 2014 yılında Danimarka’da çok ilginç bir projeye başladıklarından söz etti:“Sağlık İçin Tat Projesi, amacımız daha iyi tat alarak gıda ve sağlık okuryazarlığı alanındaki bilinçlenmeyi güçlendirmek,” dedi. Wistoft tat eğitiminin sağlık eğitimi bağlamında düşünülmesi gerektiğini ifade ederek dedi ki: “Çocuklara tat almayı öğretiyoruz. Bunu bir eğitim konusu olarak ele alıyoruz. Sağlıklı olmak sadece hastalıktan uzak olmak değil keyif ve tat almakla da alakalıdır. Kişiler tatları almayı, ayrıştırmayı öğrenirlerse sağlıklı olur ve hayattan keyif alır.” Eğitilen çocuğun tat tercihi değişiyormuş, tat becerilerini geliştirerek farklı tatları anlayabiliyormuş. Wistoft tat algısını ve farkındalığını geliştirmek istiyoruz, diyor. 3 tat sistemi: sinir sistemi, zihinsel sistem (anılar vs), sosyal sistem (yaşadığımız toplum) imiş. Bunlar hem bağımsız hem de birbirine bağlı diyor.Bu 3 sisteme göre 7 boyutlu bir lezzet sistemi geliştirmişler. Sadece hissettiğimiz tat fiziksel sisteme bağlıymış, diğerlerinin hepsinin zihinsel sisteme bağlı olduğunu söylüyor. “Sağlıklı tat dediğimiz bir taraftan hastalıktan kurtulmayı ve bir taraftan da iyi yaşamı kapsar,” diyor Wistoft ve ekliyor: “İyi yaşamayı bilmek gerekiyor.”
Farklı tatlardan farklı ifadelerle bahsedildiği bilgisi çok ilginç. Hissedilen tatlarda, bu tadı alıyorum, keyif alınan tatlarda, bunu deneyimledim deniyormuş. Sağlıklı tatlarda bilgi öne çıkarken etnik olanda bence denirmiş, dini olanda inancıma göre, sevilen tatlarda öyle hissediyorum, moda olanda da düşünüyorum diye cümle kuruluyormuş. Açıkcası böyle bir eğitim verilir mi, sonuçlar nasıl ölçülüyor, bilemiyorum. Ama derinliğine öğrenmek isteği yarattı bende, araştırmalıyım.
Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Günseli Orhon “Çocuklarda zevke bağlı tüketimin çok arttığını görüyoruz yani tüketirken lezzet alıyoruz. Yemekte yeme, alışveriş yine yemek yeme, internet alışkanlığına benzer bir döngüde sürüyor. Yemek hep zevk odaklı kısımda var”, diye söze başladı ve bir araştırma sonucuyla devam etti:“2020 yılında yapılan bir çalışma gösteriyor ki, pandemi başladığından bu yana dünyanın %85i yeme alışkanlıklarında değişime gitmiş, bireylerin daha çok yemek yediği görülüyor. Çocuklar anne ve babayı model alıyor. Bir diğer önemli konu beslenmenin estetiği. Tüm enerjimiz doyma ve tokluk üzerine kurulu oluyor. İşi sanatsal boyuta yönlendirip çocuklarda bir gusto yaratmak gerekiyor. Ve diğer bir önemli konu gıdanın israfı.”
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden Prof. Dr. Meryem Uzamış Tekçiçek başka bir açıdan uzmanlığıyla konuya katıldı.“Şeker tüketimi, diş çürüğü gelişme riskinin artmasıyla ilişkilendiriliyor. Periodontal hastalığın karmaşık doğası, diyet ve beslenme ile ilişkisini belirlemeyi zorlaştırır,“dedi. Diş ipi, diş fırçası, gargara ve diş macunu her zaman nereye gidersek gidelim yanımızda olacak. Özellikle 222 kuralının benimsenmesini öneriyorum. Bu kural; günde 2 kez 2 dakika diş fırçalamak ve 2 yılda bir diş hekimi kontrolüne gitmek gerekiyor.“
Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Serhat Ünal konuşmasında niye Sağlık Okuryazarlığı’na ihtiyaç duyduğumuzu çok iyi anlatıyordu:“Bugünlerde sağlık okuryazarlığına hepimizin ihtiyacı var. Neredeyse bilgi kirliliğini önlemek için doktor olmaya gerek duyduğumuz bir ortamdayız. O kadar yoğun bir bilgi kirliliği ile karşı karşıyayız. Bu durum pandeminin gidişatını bile etkileyecek düzeyde. Sağlık okuryazarlığı sadece bu güncel olaylara vakıf olmak değil kendi sağlığımız ve sahip olduğumuz hastalıkların takibi için de önemli!”
Birleşmiş Milletler Türkiye Ofisi Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Temsilci Yardımcısı Ayşegül Selışık ise gıda okuryazarlığı ile sağlık okuryazarlığının birbirini tamamladığını belirterek; sağlığını takip eden bireyler yediği gıdaların sağlığını nasıl etkileyeceğini de bilmeli, dedi. Ve şu konuların altını çizdi:
- Gıda sistemleri toplu sorunlarla iç içe.
- Sadece gıda üreten çiftçiler değil, topraktan tabağa olan süreçte yer alan herkese ek olarak gıdanın sebep olduğu obezite gibi sağlık sorunları da sistemin içinde sayılıyor.
- Sadece üretimle ilgili değil talep eden tüketicinin doğru gıdayı talep edip arz yaratması için bilinçli olması gerekiyor.
- FAO, UNDP ve IFA ile birlikte COVID-19’un tarımdaki etkilerini araştırdı. Tüm sektör etkilense de bireylerin sağlıklı beslenmeye olan ilgisi arıcılık gibi bazı özel alanları negatif değil pozitif olarak etkiledi.
- Tükettiğimiz gıdanın içeriğini bilmemiz gerekiyor. Sürdürülebilir Sağlıklı Beslenme için tüketicilerde davranış değişikliği gerekiyor.
- İyi bir etiket okuyucusu olmak bu bilinci oluşturmak için bir adım. Ambalajlar doğru ve yönetmeliklere uygun şekilde hazırlanmış, etiketlenmiş olmalı ve bilinçli tüketici bunun farkında olmalı.
- Doğru beslenmenin temel kurallarının basında doğru şekilde paylaşılması gerekiyor.
- Yeterli beslenmek ve güvenilir gıdaya ulaşabilmek herkesin temel hakkıdır. FAO için kodekse ve yönetmeliklere uygun üretilmeyen gıda gerçek bir gıda değildir ve besleyici değildir.
- Gıda seçimlerinin sağlığa, ekonomiye ve çevreye olan etkilerini anlamak gıda okuryazarlığı demektir.
- Seçtiğimiz gıdaların besleyici öğelerini dikkate alırken üretiminde kullanılan uygulamaları da düşünmeliyiz. İyi tarım uygulamaları yürüten veya sözleşmeli çiftçilerle çalışan firmalar sürdürülebilir üretim ve çiftçi eğitimi sağlıyorlar.
- Hem sağlıklı hem de çevre dostu gıdalar üretiliyor. Gıdalar da tüketici dostu olacak şekilde hazırlanmalı.
- Tüm bilgileri küçücük bir etikete sığdırmak zorunda kalınca, gıda içeriği belli bir eğitim seviyesi ve ilgi alanı dışında kalan kişiler için anlaşılması zor oluyor.
- Son kullanma tarihi çok yakın olduğu için satın alınmayan ürünler gıda israfının en büyük parçasını oluşturuyor. Hala tüketilebilir olduğu halde çöpe atılabiliyor. İyi bir gıda okuryazarlığı bunların da önüne geçer. Bu konuda FAO Türkiye Tarım Gıda ortaklığı kapsamında buradaki kaybı önlemek için Orta Asya Ülkelerinin de dahil olduğu bir coğrafyada ulusal stratejiler geliştirmeye çalışıyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığı ile Gıdanı Koru kampanyası başlattık. Kampanyada şu an ilk aşamada tüketici bilinci hedeflendi. Ama bunu desteklemek için başka bir projeyi de gündemimize aldık. Böylece hem sağlığımızı hem tüketici bilincini hem de gıda israfının azaltılmasını destekleyebileceğiz.
- Sabri Ülker Vakfı ile yaptığımız işbirliği ile de sağlıklı gıda seçme, bilinçli tüketici olma gibi konularda okullarda çocuklara eğitim vereceğiz. Küçük yaşlarda çocukların doğru beslenmeye ilişkin bilgilendirilmeleri çok önemli.
Konferansta konuya genel eğitim açısından bakan konuşmalar da vardı. Nebraska Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Julie Thomas Eğitimde Ailenin Katılımı konusunda konuşma yaptı ve öncelikle “ailelerin eğitime katılımı araştırmalarda da görüldüğü üzere kesinlikle başarıyı arttırıyor” dedi. Özellikle de bu katkının çocuğun öğrenme sürecinde birlikte öğrenme ve ona destek olmaktır, dedi. Bu katkı çocuğun bir işi kendi başına yapma becerisini kazanması ve özgüveninin artmasını sağlamalı” diye de vurguladı. Thomas Hoca çok ilginç bir araştırma yapmış. Çocuklara, öğretmenlere ve ebeveynlere benzer soruları sormuş. Örneğin çoğunun ‘’Ben fen derslerinde iyiyim’’ ifadesine 1’den 5’e kadar puan vermesini istemiş. Aynı şekilde o öğrencinin öğretmeni ve ebeveynine de çocuk fen derslerinde iyi ifadesine katılıp katılmadıkları sorulmuş. Ailenin 3. sınıftaki fen derslerinde benim çocuğum başarılıdır beklentisinin çocuğa yansıması 2 sene sonra beşinci sınıfta olmuş. Yani ailenin çocuk hakkındaki beklentileri, çocuğun performansı üzerinde çok etkili. Thomas “online eğitimde ailenin katkısı ne olabilir?“ diye soruyor ve şöyle cevap veriyor:
- Çocuğun nerede ders çalışabileceği, ne kadar sıklıkla ders çalışması gerektiği gibi konularda aileler çocuklara seçenekler sunabilir. Çocuklarınıza molalar verdirerek çocuğun planlama yapmasını öğretebilirsiniz.
- Aile çocuğun internet deneyimini iyileştirebilir. Çocuğu evde tek başına olduğu hissini kaldırmak lazım, izolasyon duygusunu yenmek lazım.
- Ailelerin en büyük sorumluluğu hem zihinsel hem de duygusal olarak çocuklarının iyi olmalarını sağlamak. Stres, anksiyete ve izolasyon duygusunu yenmenin bir yolu da diğer insanlarla iletişime geçmek.
Ve sonuçta önemli bir vurgulamayla konuşmasını bitirdi:“Okul yönetiminin ailelere daha fazla değer vermeleri gerekiyor. Birlikte çalışmaya önem vermesi lazım. Öğretmenler ödev verirken bunu gündeme getirebilir, aileyi buna katabilir. Pandemi nedeniyle öğretmenler büyük sorumluluğu aileye bıraktı. Yeniden normale döndüğümüzde bu durumun kalıcı olması ve ailenin çocuğunun eğitiminde sürekli işin içinde olması gerekiyor. Bu durum çocuğun başarısını gerçekten etkiliyor.”
Arizona Üniversitesi Eğitim Teknolojisi Uygulamalı Bilgi İşlem Bölümü Hocası Prof. Dr. Betül Czerkawski ise dijital öğrenmenin barındırdığı zorluklardan söz etti. Fiziksel ve mental dijital yorgunluğun çok önemli sorun olduğunu söyledi. Bazen elektirik kesintisi varmış gibi dijital detox yapıp yorgunluğu azaltabileceğimizden söz etti. Gün içinde çalışırken düzenli ara vermenin faydalı olduğuna vurgu yaptı. “Araştırmalara göre bir konuya ne kadar ilgi duyarsak duyalım 20-25 dakika sonra dikkatimiz dağılıyor. 20-25 dakikada bir ara vermek dikkatin ve verimliliğin arttırılmasına oldukça yararı oluyor,” dedi. Online eğitim sürecinde hem ebeveynler hem de öğretmenlerden gelen geri bildirimlerle sürece ait eksiklikleri saptayarak çözüm yolları geliştirilirse eksiklikler en iyi şekilde giderilmiş olur”, diyerek konuşmasını bitirdi.
Gelelim mini test sonucuma: İlk 5 sorudan 15 puan aldım. Yani sağlık okuryazarlığım mükemmel değil kendimi geliştireceğim, kararsızlıklarımı gerçek bilgiyle karara dönüştüreceğim noktalar var. Gönül isterdi ki tüm Türkiye’nin sağlık okuryazarlığı tam olsun, herkes tam ve gerçek bilgi ile karar versin. Bunun için Sabri Ülker Vakfı olarak çalışıyoruz ve bundan sonra da çalışmaya devam edeceğiz. Bu arada Avrupa’dan Türkiye’ye uyarlanan 47 sağlık okuryazarlığı sorusuna baktığımda kültürel olarak bize biraz daha uyarlanmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Örneğin; “istediği zaman bir spor kulübüne ya da spor salonuna katılmak” sorusu çoğu kişi için bir anlam ifade etmez çünkü böyle bir soru normal hayatta günlük soru setine girmez. Hangi sağlık taramalarını yaptıracağına karar vermek, diye soruyu sorarsanız bilmiyorum şıkkı oldukça kabarık çıkar. Tarama yerine test sözcüğü kullanmak daha iyi sonuç verebilir. Neyse nasılsa her yıl ölçersek, mükemmelleşir ve bu konuda uygulanan programların sonucunu ölçmeye katkıda bulunur ve araştırmacılara yol gösterici olur, böylece birçok insanı mutlu edebiliriz. Hep ne diyoruz, #mutluetmutluol !
Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.
(*)Türkiye Sağlık Ölçekleri Geçerlilik ve Güvenilirlik Çalışması (Editörler: Okyay P. ve Abacıgil F.), Sağlık Bakanlığı, 2016.
(**) https://sggm.saglik.gov.tr/TR,57003/turkiyenin-saglik-okuryazarligi-duzeyi-olculdu.html
Comments are closed.